Komşuculuk
Bugün yıllardır unuttuğum bir değeri hatırlattı, İranlı Yalda,
Kapımın zili çaldı, bir iki kere tıkladı. Kapıyı açmadım. Korku toplumu oluşturulmuş. Kapımıza her gelen bize zarar verecek mantığı... Kapımı tıklatan kişiyi apartman yönetimine yönlendirdim. Kendisini tanıttı Yalda. Yalda ile kapıyı açmadan kapının iki tarafından sohbet ettik. İnandım, güvendim ve açtım. Yalda bir ay önce alt kata taşınmış. Ben ona "Merhaba Hoş geldin" komşu demeyince o bana gelmiş. Yeni evli, eşi Boğaziçi üniversitesinde doktorasını yapıyormuş. İstanbul'u çok sevmişler. Beni bir kaç kez gördüğünü ifade etti. Ben kendisini hiç görmemiştim. Görsem de bakmadığım ortaya çıktı. Unuttuğum komşuluk değerlerini hatırlattı bana. Kapı ile birlikte yüreğimi de açtım. Hoş geldin Yalda. Hoş geldin! İranlı Azeri güzel...
Ne kadar da ihtiyacımız var komşularımıza... Sahi bizim komşularımız vardı, biraz tuz aldığımız, "Şimdi neredeler sizce?
Yine bizimle birlikteler, bir merhaba, bir günaydın kadar uzak. Biraz utandım, biraz sevindim. Küçükken evcilik oynardık. Komşuculuk oynardık. Paylaşmayı, dayanışmayı, yardımlaşmayı öğrenirdik.
Ortak bir kenarı paylaşan iki varlıktır komşu. "Komşu komşunun külüne muhtaçtır." atasözü ile büyütüldük. Biliriz komşunun önemini. Ataların söylemesinin vardır bir sebebi. Eskiden külüne, şimdilerde kül yok ama vardır muhtaç olacağımız bir an. Çağlar boyuncada durum ve şartlara göre muhtaç olunacak bireyler. Pişirilen kekten bir parça ayırıp getirendir.
"Ev alam komşu al." sözünü direk olarak yaşamaktır bazen. Kardeşten öte olduğunuz, her şeyi paylaştığınız, birlikte ağladığımız, birlikte güldüğümüz insanlardır.
İyi ki varlar.
İnsanız gülümseyen bir sıcaklık arıyoruz her daim. İyi komşuyu bağrınıza basmak gelir içinizden.
Baba Zula'nın "Komşunuzu nasıl alırdınız?" şarkısını dinlemeden olur mu?
Yaldalar çoğalsın, hatırlatsın aynı çatı altında yaşadığımızı...