Komana Pontikalı Bir Yannovalı Ali GÖZENEKLİ Pestanı
Suyu başından tutan haramzade. Yannovalı Ali GÖZENEKLİ. Yannova bir ovadır; oraya kimse gitmemiştir;rivayet olunur ki verimli mi verimli 40 ili emzirir ana merhametli bir toprak parçası olan Kazova'nın kuzeyindeki sıra dağların arkasında boylu boyunca uzanır bu ova. Atlantis'ten gelen adam hikayesi gibi. Yannova'dan gelen adam; hayal gibi. Benim suyumu pınarın başına geçmiş Yannovalı Ali GÖZENEKLİ tarifeli satmaya çalışır. Erol TAŞ hikayeleri gibi. Atlantis'tten gelen Erol Taşvari Yannovalı ALİ GÖZENEKLİ. Su da başından bulanır, Yannovalı Ali. Türküyü de bilmez Yannovalı Ali. Biz Kazova'nın kirazını yedik, bademini yedik, her gelene su ikram ettik; haramzade ALi GÖZENEKLİ suyu tarifeye bağlar; kapı itlerini gönderir, utanmaz, 70 yaşında ihtiyarları korkutur.
Öykümüze ara verip öykü hakkında yazayım. Bayılıyorum öykülere.
Gerçek tarihçiler öykücülerdir. Mikro düzeyde yazarlar çünkü. Mikro düzeyde yazmaları, onların yazma olanaklarını sınırsızlaştırır. Bu, tuhaf bir çelişki gibi görünür; hem mikro hem sınırsız. Fakat öyledir.
Tarihsel bir olaya herkes bakar; herkes de farklı şeyler söyler; yapanı yapmayanı karıştırır. Söylenceler çok karışır tarihe. Tarih, kafamda hep uzak bir dağda bilge ve küskün bir ihtiyar imgesi oluşturur. Uzak oluşu bizi tarihten soyutlamaz çünkü tarihi, bazen kıvırtsak da, biz yazarız.
Mikro, demiştik. Bu mikro kelimesi öykücülükte/edebi sahada sanırım minimalizm anlamına da geliyor. Her ne olursa olsun bayılıyorum minimalizme. Bilmem ki nesin minimalizm veya mikro.
Geçenlerde, mutfak tezgahımın üzerinde iki-üç karınca gördüm. Sabah kahvaltımdan kalan birkaç damla bal ile doyurmuşlar karınlarını, karınları şişmiş. Hani iletişim kursam, geberteceğim sizi kaçın desem, hastir diyecekler bana, gibi duruyorlardı. Birkaç damla su damlattım yanı başlarına. İçsinler dedim.
Gerçek tarihçiler öykücülerdir. Tarihi konuların işlendiği/tartışıldığı programlara bakıyorum televizyonda. Hiç öykülerden bahsedeni duymadım. Dinliyorum… Anlamaya çalışıyorum.. Bir yerlerde hava atmak için tarihsel bilgileri kafama kaydetmek istiyorum… Bu sonuncusunu istemsiz yapıyorum, fark ediyorum ve tiksiniyorum kendimden. Fakat sonuçta çoğu tarihçiyi ciddiye almıyorum. Hep bahsettikleri yerlerde geziniyor ruhları ve hiç çıkamıyorlar. Fakat en azından bilgi biriktirmek için harcadıkları emeğe saygı duyuyorum. Daha ötesi yok.
Öyküme devam edeyim… Yannova’lı Ali, her nasılsa sanırım hep yere düşen elmalardan beslenmiş. Kirazlardan. Bir ağacı silkelememiş hiç. Yannova denen yerde, ki Yannova Komana Pontika’da da bir ovadır aynı zamanda, zalim mi zalim bir keşiş varmış. Turhal o zamanlar bir Bizans kalesi imiş. Bizansın en uç kalelerinden biri yani. Bu keşiş, Yannovalı Ali’nin dedesinin dedesinin dedesinin … imiş. Zaten uzun soluklu bu mikro öyküyü tarihe sokmak için iyi denk geldiğini düşünüyorum bu keşişin. Ta o zamanlardan belliymiş; kimsenin duymadığı bir Yannova!.. hem de Kazova’nın paralel berisinde!.. Bu keşiş, ta zangoç olduğu dönemlerden belli etmiş kendini Yannova’da. Yannova’da ki ağaçlar bir acayipmiş: Örneğin: bir kiraz önce yerde hasıl olur, sonra ağaca düşermiş. Veya bir elma yerde hasıl olur evvela, sonra ağacına düşermiş… bu gibi temayül terslikleri zihne ve ruhiyata aksettiği içindir ki , yolu Kazova’ya düşen keşişin işleri de bir tuhafmış. Tanrının kendine özürlü diye gönderdiği kızı Varvara Kazova’nın tüm çiçekleri gibi güzelmiş, ay gibiymiş. Meyvenin ters bittiği yerde güzele de çirkin derler, atasözü atasını arayıp duruyormuş bilinmez bir ara zaman.
Öykü bana ait olduğu için kara yağız delikanlı ben olacağım müsaadenizle. Ben bu kıza aşık oldum. Keşiş zorluk çıkardı vermedi kızı. Ben Türk’üm diye. Ne ettiysek, baba hakkıdır diye kesmedim kafasını. Bir sınava sürdü beni sonunda. Bir hile düzdü. Acıklı olduğu için anlatmıyorum öykünün sonunu. Varvara, uçurumundan düşerek parçalandı. Kanı toprağa varır varmaz bir pınar fışkırdı… Turhal’ın suyu…
Yüzyıllar geçti. O zamanlarda, olayın olduğu o günden sonra keşişi bir daha gören olmadı. Fakat gizli tarih her şeyi görüyordu. Bir küf gibi, uzak bir yerlerde içten içe soy saldı keşişin soyu…Soy geldi Yannovalı Ali’ye dayandı. GÖZENEKLİ Ali. Kızının kanını istiyor…
Göğe üç elma düştü. Biri, biri, biri.