Kod Adı Remzi
Adı Remzi, soyadı ise bende gizli kalsın. Esmer, kalın kaşlı, avurtlarını taşan sakalını kesmiş olsa da yüzünde izi belliydi. Muş’un Bulanık ilçesinden.. Kod adı: “Taşeron” Böyle giriş yapınca aklınıza hemen kötü şeyler getirmeden onu teröristlikle yaftalamayın!
Kahramanımız en büyüğü 10 en küçüğü ise 1 yaşında, üç çocuk bakan, hani taşeron firmalarının asgari ücret, yemek ve yol parası vererek çalıştırdığı işçilerden birisi. Gece 12’de başladığı nöbetini sabah 8’de aynı kaderi paylaşan başka bir arkadaşına bırakacak!
Patronları ise belki de kapısındaki son model cip ve kollarına dolanan karısının veya sevgilisinin sıcak teninde kim bilir kaçıncı rüyasında olacak!
Dışarıda ayaz var, Acil’in karşısındaki otopark’ta bekleyen araçların üzerine düşen kırağı, ay ışığında parlıyor. Araçların içinde yatan hasta yakınları battaniyelerine sıkıca sarılıp nöbet bekliyor. Pastanenin arkasında bir yudum çayın sıcaklığı ile demlenen vücutların bekleyişi ise tedirgindi. Hastanenin uzun koridorlarından getirdiği tekerlekli sandalyede hastasını bekleyen Receple sohbete başlıyorum. Geçim derdi, asgari ücretin azlığı ve haklardan söz açıldığında, mücadeleci yapısı konuşmasına da yansıyordu.
“Ben arkadaşlarımın arkasındayım. Her ne pahasına olursa olsun insan onurlu olmalıdır.”
“Hayırdır” dediğimde,
“Dün 17 arkadaşımın işine son verdiler!”
“Neden?”
“Haklarımızı aradığımız için. Taşeron olarak çalışan sağlık işçileri başka yerde 1250 TL alıyorlarmış. Bizde firmadan sendika aracılığımız ile talep ettik. Ancak firma ile ters düştük. İhale olacağı bir gün haklarımızı istemek için ihaleyi basıp derdimizi anlatmak istedik. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Firma ile mahkemelik olduk. Konuyu idareye, gazetelere ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arıca taşıdık. Önce bizi çok iyi karşıladılar, mahkemeden söz açılınca kimse bizim sorunlarımızla ilgilenmediler. Hatta bazı basın, bizi bu işlere bulaştırmayın bile dediler. Kimse bizim sendikalı olmamızı istemiyor. Daha işten çıkartılacak 60-70 arkadaşımız var.”
“ Peki, sesinizi nasıl duyurmayı düşünüyorsunuz?”
“Sendikamız her alanda çalışmalarını sürdürüyor. Yakında bin arkadaşımızın katılacağı bir basın duyurusu yapacağız. Bakalım kaç basın mensubu bizim sorunlarımızı medyasına taşıyabilecek!”
Evet, asgari ücretle çalışan milyonların haklarını firmanın iki dudağı arasına bırakılmasının önüne nasıl geçilecek? Onların haklarını yiyenlere iktidar göz yummadan çalışma düzenini ve güvenini sağlayabilecek kanunlar hayata geçirilebilecek mi? Onların maaş, mesai ve sosyal haklarının verilip verilmediğini devlet sıkı denetlemelidir. Kimse hakkını arıyor ve sendikaya üye diyerek işinden kovulmamalıdır. Ülkemizde açlık sınırının tek kişide 1.357 TL, yoksulluk sınırının ise 1.751 Tl olduğu düşünüldüğünde 739 Tl asgari ücretle geçinen taşeron işçilerinin 4 kişilik bir aileyi nasıl geçindirdiğini kıçında pireler uçuşan tuzu kuru patronlar ile onlara bu ücreti layık görenlerin nereden haberi olacak değil mi?
Peygamberimizin bir hadisi vardır: “İşçinin hakkını teri soğumadan veriniz” diye… Bunu anlayabilen sizce kaç işletme ve iktidar sorumlusu vardır?
Aslında siyasilerin ve patronların en korktuğu şey, halkın veya çalışanın bilinçlenerek örgütlü (kanunlar çerçevesinde düşünsel anlamda) hareket edip, yapılan haksızlıklar karşısında yek-vücut olarak kamuoyu oluşturarak haklarını aramalarıdır. Bunu engellemenin yolu da halkı etnik veya farklı düşünsel görüşlere bölmek ve çalışanları yerine işinden kovmak veya sendikasızlaştırmaktır. Bunun için halkın ve çalışanın hangi etnik kökende veya hangi düşüncede olursa olsun, ekmek ve iyi bir geleceği için birleşirse, haklarını ve refahını da o derece sağlamlaştıracaktır.
Siyaset içindeki her şey bahane, asıl olan krallarla köleler arasındaki “hak” kavgasıdır
Sevgiler…
Aralık 2012/Bursa