Kobane, Egemenler ve Aydınlar
Yazıma, bazılarının “klişe” bulacağı, bir cümle ile başlamak istiyorum: Egemen sınıfların insanlıktan uzak politikaları bazen insanın kanını donduruyor. Ömrümüz sınıflar mücadelesinin acımasızlığını okuya unuta geçse de, her yeni katliam yüreğimizi kanatmaya, öfkemizi tırmandırmaya devam ediyor.
Otuz yıllık savaşın ardından, yüz yıllık Kürt Sorunu’nun bir barışla bitme ihtimali belirdiğinde tüm toplumu bir umut ve heyecan dalgası sarmıştı. Bu öyle güçlü bir dalgaydı ki, karşı çıkanlar bile seslerini kesmek zorunda kaldı.
Sorun, “barış ve demokrasi iradesi merkeze oturtulsa”, çözülmesi kolay görünüyordu. Ama devreye yüz yıllık devlet refleksi, yani “barışsak bile teslim alarak barışırız” düşüncesi girince, süreç mayın tarlasındaki yürüyüşe dönüştü.
Tüm dünyanın lanetlediği katiller çetesi, Rojeva, Şengal ve Kobane’deki Kürtlere saldırıya geçtiğinde, “lanetleyen” devletler bunu seyretti. Kendi öz örgütlenmeleriyle buna direnen, Rojeva’da püskürten, Şengal’de on binlerce insanın yaşamını kurtaran PKK – PYD’ye kimse destek vermedi. Hatta katillere destek verdi.
Kobane saldırısından sonra, daha düne kadar aynı masanın etrafında oturup sürece çözüm arayan taraflardan biri masanın diğer tarafındakinin “terörist” olduğunu anımsayıverdi! Her türlü provokatif eylemin gelişebileceği bir dil ve politik tutum devreye girdi. Sözün her an bitebileceği” bir sürecin kapıları aralandı. “Yüz yıllık kangren haline gelmiş Kürt sorununun” bir barışla sonuçlanma ihtimali iyice yaklaşmışken, çeşitli hesaplar uğruna feda edilmesi an meselesi haline geldi.
Rojava’da kaç yüz bin, Şengal’de kaç on bin insan bir toplu katliam ya da soykırımdan kurtuldu, kaç insan öldü, Kobane’de ne olacak, tam olarak bilemiyoruz. İki yıldır, yıllardır var oldukları topraklarda yaşamaya devam etmek isteyen, bunun için yediden yetmişe direnen insanlar öldürülüyor, insanlık öldürülüyor…
Gözlerimizin önünde yaşananlar ve – “bizimkilerin” tayin edici olduğu-dünya egemenlerinin tutumu insanda öfke krizine yol açıyor…
Biraz sakinleşince, “onlar dünya egemenleri, anlık ve uzun vadeli çıkarları neyi gerektiriyorsa ona uygun davranırlar” demek istiyor insan…
“Barış Süreci’nin sağlıklı yürümesini isteyen” bazı aydın arkadaşlarımız, bizi yönetenlerin son günlerdeki politik tutumlarının yanında durmanın mümkün olmadığını görüyor, onlara “ufaktan dokunurken”, direnenlere direniyorlar. “Kobane’nin Stalingrad gibi direneceği” söylendiğinde, direnenleri anlayacaklarına, bu onur direnişini “küçümsüyorlar”
Lafı uzatmaktan yana değilim.
Bir insanın, bir demokratın görevi HER KOŞULDA mazlumun yanında yer almak, barışı, kardeşçe bir arada yaşamayı savunmaktır.
Bu coğrafyada bunun zorluklarının farkındayım, “muhalefetin” darbecilikle, ırkçılıkla güçlü bağlarının olduğu, Ergenekoncuların, katillerin, darbecilerin pusuda beklediği bu topraklarda, bir hükümetin barış için adım atmış olması elbette anlamlı ve böyle bir sürecin yanında durmak bir demokrasi ve insanlık görevi. Ama aynı hükümet, yüz yıllık zihniyet ve politikalara yöneldiğinde buna direnmek, tüm demokratik muhalefeti onların karşısına yığmak gerekiyor. Üstelik fazla zamanımız da yok.
Bence Kobane düşmeyecek, bence Kürtler yenilmeyecek.
Kürtlere karşı sürdürülen ikiyüzlü politikalara sessiz kalmak, bu nedenle süreci heba etmek, kendini –kötü bir sicille- bugünden tarihe gömmek anlamına geliyor.