Kızgınlığın ve Öfkenin Yansıması!!!
Birkaç gün evimden uzak durmalıyım. Yeni yazılar yazabilmem için; artık okumak yerine gezmek, kalabalığın arasına karışmak zorundayım. Sürekli evde tek başıma durmaktan konuşmayı unutacak hale geldim. Biraz kız kardeşimin ve eniştemin yanına gitmeliyim.
Orada beni her zaman bekleyen hazır bir odam da mevcut, hem onlarla sohbet ettikçe dilim de açılır. Bilgi dağarcığıma sığdırdığım bilgilerimi, düşüncelerimi de öncelikle onlarla paylaşmış ilk yorumları onlardan almış olurum.
Kararı verdim ama iş hazırlanıp gitmekte. İki çanta hazırlıyorum aynı şehir farklı semt için. Utanmasam evde ki tüm eşyalarımı alıp gideceğim. Kitaplarım, defterlerim, kalemlerim, kıyafetlerim, ayakkabılarım vs… Kız kardeşim ve enişten beni gördüklerinde çok şaşıracaklar. Aslında beni gördüklerine değil iki koca çantayla kendilerine gitmeme şaşıracaklar. Hatta biraz kız kardeşim söylenecek de... Ama umurumda değil. Birkaç gün için bile olsa eşyalarımdan ayrılamam. Umduğumdan çabuk hazırlanıyorum. Bir de böyle yapıya sahibim. Kolay karar veremem ama bir karar verdiğim zamanda hemen uygulamaya geçerim.
Uzun zamandan beri evde olduğum için yanlarına yürüyerek gitmeye karar veriyorum. Dolmuş, taksi hiç birini çekecek durumda değilim. Yürüyorum fakat o eski insan ve bina kalabalığını göremiyorum. Ben ne zamandan beri evdeyim ki çevremde olan değişikliklerin farkında değilim? Bu yolar bu kadar dik miydi? Kız kardeşim ne zaman bir dağ başına taşındı? Bilinçli yürümediğimin farkındayım, sanki hislerim beni yönlendiriyor, gidecğim yere öyle gidiyorum. Sahi benim bir işim vardı, ne oldu ona? İşten mi ayrıldım, atıldım mı? İş yerim havaya mı uçtu ve ben neden eve kapattım kendimi? Hem yürüyor ben sürekli soru soruyorum kendime ve cevap almıyorum. Beynimin çok yoğun olduğunu fark ediyorum bu yoğunluğunda neyden kaynaklandığını anlamıyorum.
Beynimi, kalbimi boşaltmam gerekiyor. Bunun içinde sürekli yazmam gerekiyor. Ancak bu şekilde rahatlar, yazdıkça sorularıma cevap bulabilirim.
Kız kardeşimin evine geliyorum. Dağ başında iki tane bina biri kız kardeşimin ev eşinin eminim diğeri kimin bilemiyorum. Sorular yine beynime doğru koşmaya başlıyor. Cevap alamayacağımı bildiğim için elimin tersiyle onları geri kovuyorum. Çantadan evin anahtarını çıkarıyorum ve eve giriyorum. Evde kimse yok. Mutfağa gidiyorum ve masanın üzerinde kız kardeşimin notunu görüyorum: ‘Sen rahatına bak, fırın da yemek var biz geç geleceğiz’ yazıyor. Tamam olur diyorum kendi kendime. Zaten her zaman burası benimde evim olmuştu. En azından öyle diyorlardı. Nottan da zaten bu anlaşılıyor. Ancak, ben onlara geleceğimi haber vermiş miydim? Yoksa kız kardeşim telepati yoluyla mı haberdar olmuştu?
Doğruca bana ait olan odaya gidiyorum. Kitaplık var ama orda kız kardeşimin kitapları yok. Hepsi bana ait kitaplar.
Hayda ben bu kitapları ne zaman buraya getirdim? Yoksa hiç götürmedim mi? O zaman evde ki kitaplar neyin nesi? Uuff yine cevapsız sorular. Soru sormayı bırakıp kendimi yatağıma atıyorum. Hatırladığımdan daha yumuşak, daha sıcak…
Ne kadar uyudum bilmiyorum ama kız kardeşimin telaşlı sesine uyanıyorum. ‘ Koş’ diyor bana ‘Dışarı çıkmalıyız, karşı komşunun evine bomba koymuşlar, ev havaya uçtu'.
Nasıl yani? Annem söylediklerinde haklı mıydı? Uyurken kulağımın dibinde bomba patlatılsa duymazmışım. Öyle derdi. Sanırım çok haklı. Bize çok yakın ev havaya uçuyor ve ben uyuyorum. Dışarı çıktığımda şok oluyorum. Ev gerçekten yerle bir olmuş ve harabenin etrafı insan kaynıyor. Polis, jandarma, ambulans vs.. Hepsi gelmiş ve ben mışıl mışıl uyuyorum. Bu nasıl bir uyku?
Kız kardeşimin sesine kafamı kaldırıyorum, evlerini işaret ediyor. Nasıl yaa? Polisler bir ordu şeklinde eve giriyor. Ne yapıyorlar anlamıyorum? Camlardan kitaplarım fırlatılıyor. Sadece kitaplarım… eve doğru koşuyorum ve önüme bir kitap düşüyor; Hamdi Koç’un Çıplak ve Yalnız isimli kitabı… Kitabı elime alıyorum ve bazı sayfaların yırtıldığını görüyorum. O esna da yanıma genç irisi bir polis geldi. Hışımla ona döndüm ve ne yaptıklarını sordum:
- Kitaplarımı neden atıyorsunuz? Ve en önemlisi neden parçalıyorsunuz? Üstelik yanı başımızda ki ev havaya uçmuşken siz işi gücü bırakıp neden benim kitaplarıma kafayı taktınız?
Öyle çok bağırıyorum ki bağırmaktan boğazım acıyor. Ama o genç irisi polisin pis pis sırıtan yüzü beni daha çok sinirlendiriyor.
- O evin havaya uçması bizi ilgilendirmiyor, bizim görevimiz evlere baskın yapıp açık seçik kitapları olan kişileri tutuklamak, kitaplarını parçalayıp yakmak!
- İyi ama bende hiç açık saçık kitap olmaz ki? Hem farz edelim ki oldu size ne?
- Evinde açık saçık kitap yok mu? Elinde ki ne o zaman? Çıplak ve Yalnız… Kızım siz sapık mısınız? Böyle kitapları okuyunca ahlakınız bozulacak biz bunları önlemeye çalışıyoruz. Zaten tüm bu tarz kitap yazan yazarları topladık idam edicez…
- Nasıl yani? Yahu siz kafayı mı yediniz? İçeriğini hiç mi merak etmiyorsunuz. Evet, kitabın adı Çıplak ve Yalnız. Ama bura da ki çıplaklık duygusal ve maddi bir çıplaklık. Hem yazarları idam etmek de ne demek? Hangi çağda yaşıyoruz?
Tahmin edeceğiniz gibi bu bir rüya… Ve ben rüyamdan kalbim sıkışmış bir şekilde uyanıyorum.
Uyanıyorum ama rüyalarım da ki gibi sorular sormaya başlıyorum.
Bilinç altıma neler yükledim ki bu rüyayı gördüm?
Yazarların hapse atılması mı? Hapse atılamayanların işten atılması mı?
Kızlı erkekli yeni tartışma mı?
Hamdi Koç’un kitabını merak edip benden alıp okumak için sıraya giren arkadaşlarım mı?
Bence hepsi bir araya geldi ve harmanlandı. Asıl anlamadığım kitapların toplatılması, yakılması, yırtılması, yazarların idam edilmesi…
Sanırım hepsinin bir harmanlanması sonucu ortaya çıktı.
Ve beni şaşırtan; rüya bile olsa o an yaşadığım yoğun duygu: öfke, kızgınlık, acı ve çaresizlik…
Ben bir rüya gördüm, sadece bir rüya, fakat bir zamanlar bu ve buna benzer şeyleri yaşayan insanların hissettiklerini birebir hissettim, anladım.
Bu rüyayı göreli birkaç gün oldu ama ben henüz etkisini atlatabilmiş değilim. Resmen yakama yapıştı. İçimden bir ses de bu rüyayı boş yere görmediğimi bir anlamı olduğunu söyleyip durdu. Yazmalıydım. Çünkü bu rüya bastırmış olduğum duyguların bir yansımasıydı. Biriktirdiğim öfkenin, kızgınlığın yansıması.
Yazmalıydım, az biraz da olsa rahatlamak için tepkimi birilerine göstermek için yazmalıyım. Duyan olur mu, anlayan olur mu bilmiyorum.
Bildiğim şey; kime ve neye olursa olsun haksızlığa tahammül edemediğim.
Herkes düşünce özgürlüğünden bahsediyor fakat kimse kimsenin düşüncelerine tahammül edemiyor.
Dün onlardı bugün bunlar. Bugün bunlarsa yarın başkaları…
Bu artık değişsin ne olur değişsin?