content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

08 May

Kırkıncı Gün (Babamsız Kırk Gün)

Bu gün gidişinin kırkıncı günü... Sensiz geçen kırk gün…

Sonbaharın son günleri yazdan çaldığı güneşle parlasa da, benim yüreğim yokluğunuzda hüzün bulutlarıyla yüklü.

Gözlerim her yerde her an sizi arıyor. Şu aralar aklıma kış yaklaşınca nasıl da telaşla hazırlanışın geliyor. Kars’ ta olduğumuz zamanlarda kömürlüğümüz çoktan dolmuş olurdu bu mevsimde. Sonra kilerimiz her gün biraz daha yüklenirdi kışlık yiyeceklerimizle. Sonra zamanı geldiğinde birçok insan sıkıntı çekerken biz sıcacık yuvamızda el uzattığımız helal lokmalarımızla geçerdi günlerimiz. Sobanın çıtırtısına karışan daktilonun tuş sesleri, demli çayın kokusu eşliğinde nasılda güzel yayılırdı oturma odamıza. Siz evimizde olduğunuz zaman benim yaşadığım zamanlardı.

Paltoyu herkesten önce sen giyerdin. “Hava güneşli olsa da içinde kışın nefesi saklıdır.” derdin. Oysa şimdi yağmurlar, kırağı kokan sabahlar, müphem şafaklar son yuvanın, son mekânının üzerine dökülüyor. Ah ne acıdır o adının yazdığı baş yastığına bakmak...

Nasılda özlüyorum seninle dolu olan günleri.

Bu sabah işe gitmek için erkenden otobüs durağına vardım. Çise çise yağmur yağıyordu. İpek kadar yumuşak olan gri havayı hafifçe esen rüzgâr dalgalandırıyordu. Rüzgârla titreyen ağaç dalında tutunmaya çalışan bir yaprak koptu önüme düştü. Gözlerimi kapadım seni düşündüm. Nasılda acıttı canımı bilemezsin. Sonra rüzgâr aldı sürükledi. O gitmek istemiyormuş gibi asfalttaki ıslaklığa ilişti. Bir müddet sonra direnmeye gücü yetmedi, rüzgârın elinden tuttu ve gitti. Ardı sıra seyrettim canımın acısıyla. Senin gidişine benzetmiştim seyrettiklerimi. O an, o an var ya ne halde olduğumu bir ben bilirim, birde yanan yüreğimi gören rabbim. Hasta yatağında hayata tutunmak için direnişin geldi gözlerimin önüne. Hayat ağacından nasıl koptuğunu yeniden yeniden yaşadım.

Son sözünü bana dedin babam. Son “EVET”‘ ini en son ben duydum. Silinmiyor kulaklarımdan. Sonra o sonsuz uyku yakaladı seni. Aldı kollarına, bastı bağrına. Bir kez daha “EVET” demen için çabaladım didindim durdum. Demedin. Diyemedin.

Bilge ve seçkin insanların gidişi böyle olurmuş meğer. Sen nasıl ki kimseyi incitmemek için çabalardın. Ecelde incitmeden aldı götürdü seni. Bir uykuyla karıştın rüyalara. Ve senin ardından canımın yanmadığı hiçbir sabahım olmadı babam.

İnsanoğlu ne kadar acizmiş babam. Nasıl çırpındık sana bir nefes daha katmak için. Nasılda biçare kaldık. El açtık dualar ettik. Hakka, mukadderata sığındık. Emir büyük yerdendi boyun büktük.

Annemin, kardeşlerimin o tükenmişliklerini nasıl tarif edeyim sana. Sen uykunun elinden tuttuğunuzda onlar ardınızda buzdan heykel gibi kala kaldılar.

Doktorlar acıyan gözlerle yüzümüze bakarak “ Korkmayın daha iyi takip etmek için yoğun bakıma alıyoruz.” Sözüne inanmıştı annem. Ama ben bildim babam. Bildim ki bu gidişin son yolculuğundu, hem de dönüşü olmayan. Düğüm düğüm oldu boğazım. Bir ateş düştü canıma. Dumansız yandı her bir zerrem. Bir derdin bin hali var ya babam, ben hangi halimi anlatayım ki. Ardından koştum “dur” dediler, elinize uzandım “çekil” dediler, ağladım “korkma uyuyor” dediler. İnanmadım, inanamadım sen hiç böyle uyumazdın babam. Sen ki edebinden çocuğun bile yanında ayağını uzatmazken, onca insanın içinde sedyede boylu boyunca uyuyor olamazdın. O an bir başkaydı her şey, sessizdi, acıydı, yorgundu, keder yüklüydü her yer.

Ardından günlerce süren endişeli bekleyişler başladı. Akrabalarımız, dostlarımız geldi ziyaretinize. Görmek istediler seni “uyuyor” dediler.

Biz ilaç kokan koridorlarda günlerce bir umut bekledik. Bir nefes kadar yakınımızdaydın. Gözümüz odandan çıkan doktorların, hemşirelerin gözünde kilitleniyordu. “Bir değişiklik yok.” demeleri bile bize teselli oluyordu.

Sen uyku duvağını giydiğinde seyrine daldım. İlahi mucize olan güzelliği rabbim sizden esirgememiş. Gül gibi güzel gülmelerini düşündüm. Ve daha birçok şeyi… Sahi ben seni hiç sakallı görmemiştim taa ki sen hastaneye yatana kadar. Daha doğrusu tıraş olmadan hiç yanımıza çıkmamıştın. Biliyorum saygındandı o tavrın. İçim yandı babam, içim yandı. Olsun sen üzülme sakallıda çok yakışıklıydın. Hele de saçlarını istediğiniz gibi tarayınca daha da güzel oldunuz.

Hani biz çocukken hasta olduğumuzda daha da titizlenirdin ya, hani ağladığımızda bizi avuturdun ya, şimdi yüreğim ağrıyor yetiş baba. Yokluğunda çektiğimiz acıdan ağlayan gözlerimizi gel sil baba. Bu gidişiniz bizi nasıl perişan etti bir gör baba.

Bir gün senin çekip gideceğini hiç düşünmemiştim. Meğer ölüm öyle bir yolmuş ki kat etmeyen kalmayacakmış.

Sen gittin ya gökyüzünden yıldızlar aktı. Güneşin rengi soldu. Gönlüm yattığınız yerin divanesi oldu. Ve senden sonra dünyama hüzün geldi babam.

29/10-2014 ANKARA

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank