Kırgızistan’da Kanlı İktidar Değişimi
1999 verilerine göre Kırgızistan, 5 milyon nüfuslu, 198.500 km2 yüz ölçümü olan bir ülkedir. Yine aynı yılın verilerine göre Nüfusun % 61.7 Kırgız Türklerinden, % 14.6 Ruslardan, % 1.4’ü Ukraynalılardan, % 21.8’i ise diğer Türk topluluklarından oluşmaktadır. Ülke bağımsız olduğu 1991’den itibaren Kırgız Türkçesini resmi dil saymasına karşılık 2000’de Kırgız Meclisi’nin aldığı bir kararla Kırgız Türkçesinin yanında Rusçada resmi dil durumuna getirilmiştir. Kırgızlar ve diğer Türkler Sünni/Hanefi iken Ruslar ve Ukraynalılar ise Hıristiyan ve Ortodoksturlar.
Kırgızistan büyük ölçüde dağlık alanlardan oluşur. Orta ve kuzey kesimi Tanrı Dağları silsilesini güney kesimindeki dağlar ise Pamir dağları silsilesi içinde yer alır. Batıda Fergana havzasını doğu ucu ile kuzeyde Bişkek’ten Kazakistan’a uzanan alanlar düz ülkenin nadir düz alanlarını oluşturmaktadır. Şiddetli bir karasal iklim hüküm sürer. Narin, Tur ve Kurbaş nehirleri belli başlı akarsularıdır ve hiçbir denize ulaşmazlar.
Kırgızistan’ın ancak % 7’si tarıma elverişlidir. Tarımın dışında en önemli faaliyet hayvancılıktır. Ülke nüfusunun yarısı tarımla uğraşmaktadır. Akarsular üzerine kurulan barajlardan üretilen elektrik komşu ülkelere (Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan) satılır. Özellikle kömür ve kısmen de petrol kaynakları bakımından zengindir. Yolcu taşımacılığının % 84’ü, yük taşımacılığının ise % 94’ü karayoluyla sağlanır. Demiryolu ağı oldukça azdır. Ülkenin ticareti büyük ölçüde komşu ülkeler ve Rusya ile yapılır.
Kırgızistan 1850’den başlayarak 1991’e kadar Rus idaresinde kalmıştır. Ülke nüfusunun % 16’sını oluşturan Ruslar ve Ukraynalılar bu dönemde getirilip iskan edilmiştir. 1924’te ise Stalin’in isteği ile Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan diye dört ayrı muhtar bölgeye ayrılmıştır. Adı geçen ülkelerin sınırları Stalin tarafından belirlenmiştir. Kabile hayatının hala etkili olduğu bir ülkedir.
Kırgızistan bağımsız olduktan sonra eski Komünist liderlerden Asker Akayev ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla ülkeyi 2005 yılına kadar idare etmiştir. Doğu Avrupa ülkelerinde Sovyet idaresinin yıkılması ile birlikte eski komünist liderler de yıkılmasına rağmen Türk Cumhuriyetlerinde bu durumun aksine eski komünist liderler yeni “demokrat liderler” olarak yerlerini korumuşlardır. Mart 2005’te “halk ayaklaması” ile adına “lale devrimi” denilen bir hareketin sonunda Asker Akayev devrilmiştir. Akayev, Rusya ve Batı bloku arasında her zaman bir ikilem yaşamıştır. Hangi taraftan olacağına bir türlü karar verememiştir. Bazen Batı blokundan bazen de Rusya’dan yana tercihte bulunmuştur. Bu tercihlerinin sonunda da hem batı blokunun hem de Rusya’nın zımmi desteği ile Mart 2005’te “lale devrimi” ile devrilmiştir.
Lale Devrimine Kurmanbek Bakıyev öncülük etmiştir. Daha sonra Kırgızistan devlet başkanı ilan edilmiştir. Bakıyev’in devrilmesi de “Gül Devrimi” diye adlandırılmıştır. Buna öncülük eden ise Roza Otunbayeva’dır.
Kimdir bu bayan?
Lale Devriminde Kurman Bakiyev’in sağ kolu olarak yer almıştır. Öğrenimini Moskova’da yapmış, Kırgızistan’ın Londra ve Washington büyükelçiliklerinde bulunmuş, Kurmanbek Bakıyev döneminde bir süre Dış İşleri Bakanlığı yapmıştır. Rusya Başbakanı Putin, 8 Nisan 2010’da yaptığı açıklamada Otunbayeva liderliğindeki yeni hükümeti destekleyeceklerin ve her türlü yardımı yapacaklarını belirtmiştir.
Yeni Kırgız Hükümetini ilk tanıyan ülkede böylece Rusya olmuştur. Yine muhalefetin önderlerinden Ömerbek Bakayev de "Rusya Bakiyev'i devirmemize yardım etti" diyerek bu hareketin arkasında bir kere daha Rusya’nın bulunduğunu ilan etmiştir. Rusya’nın niçin böyle bir ayaklanma tezgahladığına bakılacak olursa: Muhtemelen en önemlisi ABD’nin Kırgızistan’aki Manas üssüdür. Çünkü Medvedev, “Kırgızistan’da ancak Rusya’nın üssü olur” diyerek bu alandaki rekabetlerini ve tepkilerini ortaya koymuştur. Ancak Rusya’nın desteği ile çıkarılan ve her nasılsa kısa sürede asker ve polisin de etkisiz hale getirilmesi bir süre sonra da asker ve polisin isyancılara katılması, Roza Otunbayeva’nın karizmasından çok Rusya’nın “ikna ediciliğinde” aranacaktır. Bunun dışında “Kırgız Kalkınma Ajansı'nın başında bulunan Bakiyev'in oğlu Maksim'in dışarıdan gelen yardım ve fonları tamamı ile kontrol ettiği ve kendi aile çevresine devlet imkanlarını sunmasının uzun süredir halkın tepkisine neden olduğu” gibi nedenler ise işin iç yüzünü gizlemenin gerekçeleridir. Muhtemelen ABD, İran vb konularda Rusya’nın desteğini almayı tercih ettiğinden, Rusya’nın bir darbeyle “Kırgızistan’ı ele geçirmesini” sorun yapmayacaktır.
Böylece Kırgızistan yeniden etkili bir şekilde Rus güdümünde yoluna devam edecektir. Bna rağmen Kırgızistan'daki bu Rus darbesi, Kırgızların yerleşik hayata en son geçen Türk boyu olması ile açıklanamaz. Çünkü olay, göçebelikten yerleik hayata geçmenin oluşturduğu bir sonuçtan başka açıkça Rusya'nın müdahalesi ve isyancılara yardımı ile gerçekleşmiştir.
Kırgızistan’daki Gül Devrimi denilen bu Rus darbesi ile Osmanlı tarihindeki Patrona Halil İsyanı (1730) arasında bir benzerlik kurulabilir mi?(Mustafa Özcan, Milli Gazete, 9 Nisan 2010) Rusya’nın önceden kaybettiği bir ülkeyi yeniden geri alması için yaptığı bir darbeyi Patrona Halil olayı ile kıyaslamak hem yanlış hem yersiz olacaktır. Çünkü lale devri safahatına bir tepki olarak ortaya çıkan Patrona Halil olayının siyasi içeriği çok fazla olmadığı gibi yabancı bir ülkenin dahli hiç yoktur. ABD ve Rusya’nın rekabeti sebebiyle, Rusya’nın isteklerine karşı daha ağırdan davranan bir Kurmanbek Bakıyev misali bir yönetim de Lale Devrinde yoktur. Aralarındaki tek benzerlik ise safahat derecesindeki eğlencelerdir.
Kırgızistan gibi yoksulluğun çok yaygın ve etkili olduğu bir fakir ülkede safahat elbette halkın nefretine yol açacaktır. Ancak o safahat eğlencelerinin değişmeyen müdavimlerinden olan bir Roza Otunbayeva’nın böyle bir halk nefretine öncülük etmesi hayli eğlencelidir.
Rusya, SSCB dönemindeki sömürgelerinin bir kısmını kaybetmeğe razı olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri muhtemelen Rusya’nın kaybetmeğe razı oldukları arasındadır. Çünkü bu ülkeler, Nato üyesi oldular, AB üyesi oldular. Rusya’nın bu eski sömürgelerini yeniden geri alması hayli zordur. Ama belli ki Rusya, Kafkasya bölgesini ve Türk Cumhuriyetlerini yeniden geri almanın çabası içindedir. İşte Gürcistan, 2008’de yerle bir edilerek Rusya’ya rağmen Batıya yönelmesinin cezanı görmüştür. Rusya en az Kafkasya bölgesi kadar, Türkistan’ı (Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini) kendisinin özel mülkü saymaya devam etmektedir. Oralardaki oluşumlara her an müdahale edebileceğini, Rusya’nın rağmına politik tercihlere yönelen iktidarları devireceğini Kırgızistan olayı ile göstermiştir.
Kırgızistan ayaklanması ile yeniden sokaklar yakılıp yıkılırken, resmi binalar iş yerleri yağmalanırken, bir hükümet kanlı olaylarla devrilirken, Rusya Devlet Başkanı Medvedev bu olayı “halkın gazabı” diye ilan etti. Açıkça taraf oldu. İstediğini de elde etmiş oldu.
Son zamanlarda giderek artan bir şekilde, Türkiye’nin ağırlığının arttığı görüşü taraftar kazanmaya devam etmektedir. Ama Kırgızistan olayları bu görüşün yalnızca bir temenni olduğunu, Stratejik bir derinlikle idare edilen Türkiye’nin Dış İşleri ise, Kırgızistan’daki Türk vatandaşlarının durumuyla ilgisini göstermenin ötesinde bir açıklama bile yapamamıştır.
KAYNAKÇA
1-Ahmet Cihan, Gelenek ile Modernite Arasında Kırgızitan, Ark Kitapları, İstanbul 2006.
2-Büşra Ersanlı vd. Bağımsızlığın İlk Yılları (Azerbaycan Kazakistan Özbekistan Türkmenistan), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
3-Kırgızistan Ülke Raporu, Tika Yayınları, Ankara 1996.
4-Mehmet Saray, Kırgızistan Tarihi, TDV İslam Aniklopedisi, C.25, Ankara 2002, s.442.
5-Oliver Roy: Yeni Orta Asya (Yada Ulusların İnşa Edilişi), Metis Yayınları, İstanbul2000.
Selami Bey,
Epey oldu sesinizi duyamıyorduk.
Didaktik ve değerli tespitleri olan yazınızı zevkle okuduk.
Hele de dünyayı fethettiğini sanan Türk Dışişlerinin diplomasi koridorlarındaki yerini tespit eden cümleleriniz sloganların gölgesinde düşürüldüğümüz acizliği tespit etmesi bakımından çok önemli.
Baki Selamlar.
Nisan 11th, 2010 at 02:20Halil bey, ilgin için, görüşlerin için teşekkür ederim. Hükümetin Stratejik derinlik içerecek dış işleri ve uygulamalarını karşılıklı konu edinebileceğimiz günlere ulaşmamızı diliyorum. Sağlık ve başarılar diliyorum. Selamlar.
Nisan 11th, 2010 at 20:40Selami Bey,
Aslında hiç olmayan bu derinliği tartışmak üzere bir çalışma hazırladım da bir ara,
Sonra biliyorsunuz; şok şok şooooookkk... gündemlerden başımızı alamaz olduk, derinlik mevzusu da öylece sığ bir şekilde kaldı.
Ama Neo Osmanlı denen stratejinin gerçekten tartışılması gerekiyor. Hele de sayın Davutoğlu'nun "Biz kayan ekseni yerine oturttuk" dediği biz zaman da bu yerine oturtulan eksen neymiş onu bir görmek lazım.
Selamlarla.
Nisan 11th, 2010 at 20:57Sn Davutoğlu önemli bir isim elbette. Stratejik derinlik adlı kitabıda yazarının siyasi konmundan dolayı olmalı Soner Yalçın'ı kıskandıracak ölçüde baskı yaptı. Günlük siyasi tartışmalar sebebiyle bazı bölümlerini tekrar tekrar okuyorum. Katılabilecek görüşler ve tespitler var. Terside var elbette. Ben Irak'a dair yazıları, tartışmaları takip etmeye çalışıyorm. Bu kitapta da Irak'a önemli bir yer ayrılmış. Irak Kürtleri hakkında tekrarlar sayılmazsa 50 sayfaya yakın bir bölüm var. Türkmenler hakkında ise Sayın Davutoğlunun koca kitabında bir tek cümlesi yoktur. Elbette işgal ettikleri konumları oynadıkları rolleri icabı Irak Kürtlerinden bahsedilecektir. Ancak Irak Türkmenlerinden bir tek cümle bile söz edilmeyişi hayret uyandırıyor insanda. Derinlik acaba böyle bir şey mi diye? Türkiyenin Dış İşleri alanında özelikle Irak konusunda önemli değişimler ve gelişmer oldu. Sayın Abdullah Gül'ün ilan ettiği "Kırmızı Çizgilerin" hiç birisi artık ortada yoktur. Böyle bir tutuma değişik adlar verilebilir ama "Neo Osmanlılar/Yeni Osmanlılar" adı bence önemli ölçüde yersiz ve büyük olur. Keşke Sayın Davutoğlu'nun oturttuğu ekseni bizlerde duyabilsek görebilsek. Hadi biz göremiyoruz bari Sayın Gül'ün ilan eettiği o "kırmızı çizgiler" görse de, görünür hale gelseler. Ama o çizgilerin görünür olmaktan çıkarılması en azından Irak'la sıfır promlemli dönemi yaşamamıza sebep olmaktadır. Hayırlısı Allah'tan. Selamlar.
Nisan 11th, 2010 at 21:55İşin ilginci bu kitap daha 11 Eylül, Afganistan ve Irak ortada yokken yazılmıştır.
Demek ki sayın Davutoğlu bugünleri görmüş, müttefik olacağı ABD'yi küstürmemek için bu karışık mevzulara girmemiş.
Üstad, kestirip direkt söyleyim:
Nisan 11th, 2010 at 22:09Stratejik Derinlik düpedüz sipariş bir kitaptır.
İlerde daha detaylı tartışacağız inşallah.
evet.bende uzbekistan türk büyükelçiliğini yazmak istiyorum.
Nisan 12th, 2010 at 07:56laçkalık,rahatlık,vurdumduymazlık almış başını gidiyor.
bende bu konuyu masaya yatırmayı düşünüyorum.
dışişlerinden kimse sesimiz duyarmı ama ,kesin olan elçilik görevlileriğne sesimizi duyurmak için gırtlak çatlatsan fayda etmiyor.