Kimliğimiz Üzerine
İlkokul sıralarından bir şiir anımsıyorum:
“biz kimlerizbiz Altay’dan gelen erleriz” Biz kimiz? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Dinimiz, ırkımız, cinsimiz, coğrafyamız, köyümüz.. Bunların hepsi önemli. Kişiliği oluşturan unsurlar. Ama bir başka faktör var ki o da çok önemli. O da meslek.
Nedir meslek? İnsanın enerjisini somuta dönüştürüp ortaya bir “değer” çıkarmasına yarar. Yani biz eğer bir meslek sahibi isek insanlık yararına bir iş yapma olanağına sahibiz demektir. Araştırmalar “şark” (doğulu toplumlar) bölgesindeki meslek sahibi insan sayısının nüfusa oranla ”az” olduğunu ortaya koyuyor. Doğulu toplumlarda meslekten çok “pozisyonlar”ın önemli olduğu, yani aşiret, ağa, mezhep, kabile, soy, sülale, politik konum gibi durumların insan yaşamında ağır bastığı bulgulanmıştır. Ekonomi, verimlilik, üretim, değer yaratma gibi doğrudan bir mesleği iyi bilme ve uygulama becerisine dayanan faaliyetler geride kalmakta, onun yerine “pozisyonlar” öne geçmektedir.
Hep sorulur. Biz Avrupalı mıyız, Doğulu mu? Kimliğimiz nedir?
Yanıt şu: hem Doğulu, hem Batılı, hem Karadenizli, hem Akdenizli, hem Avrupalı, hem Asyalıyız. Hem Balkanlı hem Ortadoğuluyuz, hem laik hem müslümanız. Bu durum Türklüğün görkemli bir zenginliğidir.
Biz çok çeşitli kaynaklardan gelen bu enerjileri yaratıcı bir sentezle muazzam bir sinerjiye dönüştürebiliriz. Doğal ve mevcut olan budur. Ayrıca bu çok yönlülük “kötü” bir şey de değildir. İlle de kesin bir “adlandırma” peşinde niye koşalım? Bu durum aslında Türk olmanın ne kadar zor olduğuna da işaret ediyor. Ama bu tarihten ve coğrafyadan gelen bir durumdur. Tarihte insan yaşamlarının en çok karışıp kaynaştığı yer Anadolu olmuştur. Üç kıtanın buluştuğu düğüm burasıdır. Kim kimin çocuğudur gibi din, dil, ırk, renk ölçütleri aramanın yerine insanlık değerlerinde buluşmaya çalışmak daha doğrudur. Bugünkü toplumlar hem birbirlerinin çocuğu hem de ebeveynleri sayılır.
Burada sorun tarihten, kültürden, coğrafyamızdan gelen bu çok yanlı özelliğimizi, enerjimizi bir meslek çerçevesinde somuta dönüştürmek ve bu yolla topluma bir “katma değer” üretmektir. Bence bu topraklarda yaşayan hiçbir kişinin bir “kimlik” sorunu yoktur. Bu tartışmaların niçin, nasıl çıkartıldığı iyi analiz edilmelidir. Gençlere “Bir Tereddüdün Romanı” nı yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. Bilindiği gibi büyük yazar Peyami Safa bu romanında insanın kararsızlığını tüm ayrıntısıyla işlemiştir.
“Göçebe toplum” gelenek ve söylemlerinden hızlıca kurtulmak ve ilk karşılaştığımız kişiye;“ memleket nere?” sorusu yerine “ne işle meşgulüz?”, “ bu topluma, insanlığa enerjimizi nasıl, ne üreterek veriyoruz?” gibi daha çağdaş ve faydalı bir söylemle yaklaşabilmeliyiz. Elbette ulusal, yerel özellikler, renkler önemlidir, ama konu üretim, katma değer, verimlilik olunca küresel ölçekte kalite devreye girmektedir. Siz, biz hepimiz üretimimiz ile dünya çapında bir kaliteyi, verimliliği, yaşam standardını yakalayabiliyor muyuz? Ya da bu doğrultuda çalışıyor, kendimizi ve çevremizi geliştirebiliyor muyuz? İşte sorun tam da buradadır. Öne çıkan şey tarih, coğrafya, geçmiş, değil; gelecek için yaptığımız ve yarattığımız “değer” dir, üretimdir, hizmettir. Ürünümüz, fikrimiz, değerlerimiz ile küresel rekabette yer alınca, işte o zaman bizim coğrafyamız da, tarihimiz de, asırlardan beri sürüp gelen kültürümüz de büyük merak konusu olacak, “ileriye” koşan bir toplumun ve ülkenin geçmişi derinliğine araştırılmak ve bilinmek istenecektir.
Japonya nasıl kalkındı, ABD ne ile süper güç oldu, ikinci savaşta büyük ölçüde yıkılan bir Almanya kısa sürede nasıl en ileri sanayileşmiş ülkelerden biri oldu, Güney Kore’ de nasıl bir teknolojik atılım ülkeyi kalkınma yarışında ön saflara taşıdı? Elbette her ülkenin kalkınma macerasında çok özgün koşullar, farklı dinamikler etkili olmuştur. Ama bir şey var ki tüm sosyal araştırmalarda ortak bir bulgu olarak ortaya çıkmaktadır. O da başta insan olmak üzere tüm kaynakların etkin ve verimli kullanılmasıdır.
Batının asırlar süren “sömürgecilik,” “vahşi kapitalizm” dönemleri olmuş ve günümüzde de bazen inceltilmiş teknik ve söylemlerle, bazen de “saldırganca” süren savaşlarla aynı metotlar uygulanmaya devam edilmektedir. Ancak temeli teknolojik gelişmeye dayandırılan toplumsal verimlilik anlayışı birçok ülkeyi kalkınma yarışında ileri noktalara taşımıştır.
İşte bu nedenle insanların yeryüzü macerasında en onurlu miras; gelecek kuşakların yaşam standardı için nasıl bir iz bıraktığı, topluma kattığı “değer”, adını unutturmayacak hizmetlerdir. Ömrün ne ölçüde “hak edilmiş” olduğu zamanın acımasızlığına verilmiş en güzel yanıttır. Bilim, sanat, kamu hizmeti, yerel yönetim, sanayi, üretim gibi alanlarda bu onurlu mirası insanlığa ömrü pahasına hediye etmiş çok sayıda insan tanıyoruz. Toplumda bu anlayış egemen bir yaşam çizgisi ve hayat felsefesi olduğunda; dil, din, mezhep, memleket, tarih, soy-sop, parti, ideoloji, fizyoloji gibi bir kimliği oluşturmada etkili olan unsurlar kendiliğinden geri plana çekilecek, ya da insanların bir “pozisyona” gelmelerinde belirleyici olmayacak, bunun yerine bu yazıda baştan beri vurguladığımız “evrensel kalitede meslek sahibi olma,” “bir işi en iyi kalitede yapma becerisini gösterme” gibi daha adil, nesnel, yararlı kriterler öne geçecektir.
İnsanlığın ve toplumların ortak mutluluğu kişilik ve kimliklerin bol çatışmalı daracık sokaklarından çıkıp evrenin mavi ufuklarının görüldüğü sonsuzluğu düşlemek ve görmektedir. Kim olursak olalım, ne olduysak olalım, bu çok önemli değildir, insanlığın kültür tarlasında. Çok önemli ve kalıcı olan “ne yaptık, ne yapabilirdik, ne ektik, nasıl ve hangi miktarda, kalitede ürün elde ettik, bu ürün veya yaptığımız hizmet kimin işine yaradı?” işte bu ve bunun gibi sorulara verdiğimiz yanıtlar yaşamın anlamını çözmeye de ipucu oluşturacaktır. İnsanları kimlikleri, unvanları ya da “pozisyonlar”ı değil, yaptıkları faydalı işler yaşatır. Toplumsal gelişmeye katkıda bulunmak ve bunu sürekli kılmak. Bulunduğumuz her yerde, her durumda ve her konumda bu amaca yönelik yapılabilecek şeyler vardır. Ve bu ilke herkes için geçerlidir. Bu çaba bireysel gelişmeyi de sağlar.
Her “değişim” olumlu yönde bir gelişme değildir. Burada temel ölçüt şudur: gerçeklerin sayısız kıvrımında sürekli bir arayış, ileriye doğru yönelme ve yeni durumu halkın ve uzmanların bilgisine sunma. Bilimsel yöntem sürekli bir tartışma ve pratik tarafından doğrulanmayı gerektirir. “Kim” ve “ne” olduğumuz elbette önemli ve daha çok Tarih ile Coğrafyaya bağlı. Ama bugün bulunduğumuz yer ve zamanda, koşullarda “ne yaptığımız” ve aslında her şeyimizi daha etkin ve verimli kullanarak “ ne yapabileceğimiz” ise bir bilgi ve bilinç sorunudur. Bu da “doğru işleri doğru biçimde yapmak” şeklinde özetleyebileceğimiz bir bilimsel yöntem işidir.
Hayat çoğulcu ve çok seslidir, ama bilim her zaman yol göstermede öncüdür.
bu güzel anlatımı çok sevdiğim bir dostumun tümcesiyle özetlemek isterim. "olmak değil, yapmak önemlidir." evet hayatta önemli olan bıraktığımız yada bırakacağımız izlerdir. bu ise bulunduğumuz konuma yada biçime bakmaksızın üretmektir.
Nisan 4th, 2009 at 00:46Sevgili Barış, merhaba
Yaşamda güzel ve kalıcı şeyler üretmenin önemine değinmişsin. Ne güzel. Senin bu fikrin beni yeni bir deneme yazmaya özendirdi. Adı; "bir şey olmak değil, bir şey yapmak önemli"
Gelecek yazım bu olacak..
sevgilerimle..
halit suiçmez
Nisan 4th, 2009 at 11:35Sevgili Halit
Nisan 6th, 2009 at 09:24Vico'nun bir sözü vardır: Yapmak olmaktır.
Bu söz bugün varoluşçuluğun temel ilkesini oluşturur: varoluş özden önce gelir.
Yaptıkların senin özünü oluşturur. Bu da şu demektir. Yaptıkların olduklarındır. Denemeni yazarken olmak ile yapmak sözcüklerini birbirlerinin karşısına koymamanı öneririrm.
Birazdan derse gideceğim için şimdilik burada kesiyorum.
Görüşmek üzere.
Ben bir eğitimci olarak, üretmeyen eğitimciye, üretmeyen bir topluma ihtiyacımızın olmadığı kanaatindeyim..
Nisan 6th, 2009 at 22:49Hocamın dediği gibi hangi memleketlisin, hangi ildensin, nerelisin sorularına takılana kadar hangi işi en kaliteli yapabilirim kaygısını taşımalıyız,hocamın bu tespiti beni çok mutlu etti kendisine 10 yıllık eğitimci olarak teşekkür ederim. ÖNCE İSİM BIRAKMAK İDDAAMIZ OLMALI,BU İDDAMIZI AYRIŞTIRMALAR YARATARAK DEĞİL, ZENGİNLİĞİMİZİ FAKİRLİK SAYARAK DEĞİL, ANCAK ÇALIŞARAK OLUR.
Saygılarımla...
Sevgili Gülo,
Üretkenliğe ve üretkenlik kültürünün önemine değinmeniz mutlu etti beni.
İşte ihtiyacımız sizin gibi verimlilik kültürü almış ve bunu içselleştirmiş eğitimcilerdir. Çok teşekkürler..
Halit Suiçmez
Nisan 7th, 2009 at 23:16sevgili hocam:
Nisan 8th, 2009 at 19:56yazılarınızı ilgiyle izliyorum bu hafta niçin yazmadınız; denemenizi merakla bekliyorum
sevgilerimle...
Sevgili Barış,
Haklısın, yazıda biraz geciktim. Bir-iki yerde konferansım vardı.
Yazıyı, okumayı özellikle de denemeyi sevmeniz beni çok mutlu etti.
Size sözüm de vardı, biliyorsun; "bir şey olmak ya da bir şey yapmak" başlıklı bir yazı yazacağım.
sevgilerimle..
halit
Nisan 9th, 2009 at 08:48