Kibir,Gösteriş ve Şatafata Vicdan Aynasından Bakmak!
Takip edenler bilir, yazılarımda özeleştiri yapmaktan ya da hata ve eksiklerimizi dile getirmekten sakınmadım. Bunu sadece bir ezik psikolojisi olarak okuyanlar olabilir. Kibir konusunu işlerken özeleştiriyi “ruhi fakirlik” olarak anlamak da kibrin göstergesi olabilir mi bunu da bir düşünmeli! Nitekim kul olan herkes; aciz ve noksandır bu dünyada… İlmin ve iyi amelin riyakârlığı, gösterişi, kibri olur mu? İnsanların vicdanlarındaki umuda tükürmek İslami hassasiyet midir? Yoksa ben sizden daha iyi Müslüman’ım kibri midir?
Hepimiz baksak da vicdan aynamıza, ruhumuzun ölçüsünü sık sık alsak.
Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar Nisa Suresi (4/49)
Siz kendi kendinizi tezkiye edip temize çıkarmayın; Allah, kimin kötülüklerden uzak yaşadığını daha iyi bilmektedir" (Necm: 53/32);
Bu meseleyi zihnimizin bir kenarına bırakalım yine…
Nitekim daha iyi ve doğruya ulaşma deryasında ayağımıza bağladığımız ağırlıklardan kurtulmak gayesiyle düşünelim.
Kıyafetlerimizde estetik bir zarafet, işyerlerimizde ya da evlerimizde yani yaşamımızın her alanında, sanatsal bir nizam düzenlemek ile israf, şatafat, lüks veya gösteriş arasındaki ince cizgiyi nasıl tahayyül edebiliriz? Böyle bir nüansı izah edebilmek oldukça güçtür. Buna ehil olabilmek sancılı bir süreçtir.
Fakat gayret etmeliyiz, çünkü…
Temiz kıyafetler ve pahalı aksesuarlar kararmış bir ruhu gizleyemez. İçin için yanan ateşin gediklerinden dumanlar çıkar. Dumanı uzaklaştırmaya çalışırsınız fakat o gelmeye devam eder. İşlediği suçlar nasıl mahkûmu dört duvar arasına tıkıyorsa O'nu unutmanız ve ışığı inkâr edişiniz de ruhunuzu mahkûm eder. Bahaeddin Veled.
Unutmamalıyız! Daima aslında dıştaki güzelliğin içteki güzelliğin yansıması haline gelmesini arzu etmeliyiz. Oysa ifade etmek ile anlamak, anlatabilmek ve anlaşılır olmak arasında uçurumlar olduğu muhakkak. Kimi zaman sayfalarda kaybolur, yok olur sözcükler… Yine de ufkumuzu karartmadan düşünelim.
Bugüne kadar benliklerimizi gösteren, yaşantımızı herhaliyle yansıtan bedenler edindik. Peki, bunun neresinde hatalı ve bozuk görüntüler de edindik?
Üzerimize giyeceğimiz kıyafetleri özenle hazırlarız. Dostlar, bunun yerine sahte benliklerinizden sıyrılın. Yırtın onları. Bu konuda beraberce çalışırsak gösteriş merakımızı, gaddarlığımızı, sersemliğimizi ve bunlardan uzak yaşamanın yöntemlerini keşfedebiliriz. Bahaeddin Veled.
Dürüst olmak gerek, yaşamlarımızın aksedildiği çalışmalardan çıkan sonuçlar bazen hoşunuza ve hoşumuza gitmiyor olabilir. Fakat yaşamlarımız da bunlar yok mu? Birileri başka bir yaşamı “işte gemi budur” diyerek yüzdürüyor, diyebilir misiniz? Hiç sanmıyorum! Yeni bir nesli bizler hazırlıyoruz, hep birlikte hazırlanıyoruz. Daha çok çalışmalı, düşünmeli ve üretmeliyiz. Bu satıların yeri bir kadın dergisi olması nedeniyle yine en önemli sorum biz kadınlara olacaktır.
Sevgili okurlar; Kuran ilmi kadınlara da emrolunmuş, peki biz ilmin neresindeyiz? Perişan edici bir elemle hissediyorum ki, bizim ızdırabımız ilimden anlamayışımızla gerçekleşmeye doğru gidiyor.
Biliyorsunuz; emel ve menfaatlerini teminat altına alan hâkim zihniyet, bizleri Kuran ilminden geri bıraktığı gibi sanattan, felsefeden, matematikten, kimyadan, fizikten de uzak tutmayı pekâlâ başarmış. Asıl yakın olmamız gerekenler bunlar idi. Daha çok içi boş işlerle haşır neşir etmiştir. Geçen yazımda bahsettiğim gibi Jeep’e binenimiz çok ama Jeep üretecek mühendislik bilenimiz yok! Keşke önce mühendisliğini yapsaydık ki, bindiğimiz zaman bu kadar şaşıran olmazdı, demiştik.
Bu gidişatı değiştirecek, karanlıkları dağıtacak tek ışık ilimdir, biliyoruz. Allah’ın bahşettiği hakları ilim edinmekle kazanacağız, defalarca dediğimiz gibi; kimsenin teslim etmesini beklememeliyiz. Evet, bu dünyada bizim için çok tehlikeli tertipler var. Dışımızdan çok iç dünyamızla ilgilenmemizi engelleyen zehrin iliklerimize kadar işlenmesini durdurabiliriz. Satır arasında yine önemli bir husus olarak şunu netleştirmek isterim. Allah Teâlâ’nın emrettiği gibi ilim öğrenmiş olsa idik, yine asırlardır bir İslam toplumu olarak yaşamamıza rağmen hiçbir kadın âlim hakkıyla Kuranı Kerimi tefsir etmemiş olur muydu? Vebali, bu zemini hazırlamayan âlim ile ulemalar ve hatta toplum liderlerine olduğu kadar kadınlara olmayacak mıdır?
Yine asıl meselemize dönelim. Ruh dünyamızla beden dünyamız arasındaki denge ve uyumu kaybettiğimiz zaman neşet eden sorunlardan bahsediyorduk. Kibirden, gösterişten… Öyle ya ; dünya metaı, mevki, makam ve şöhrete sahipken de kul kalabilmek olmalı gerçek tevazuu.
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:
Bunlar için didinmene bir şey denmez.
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez. Ömer Hayyam
Evet, mesele ömrü bunlara satmamaktır! Dünyalıktan elini eteğini çekerek dervişlik etmek, hal ilmidir ki herkesin harcı değildir.
Biz örtülü kadınların kimliği ister kabul edilsin, ister kabul edilmesin değişim geçiriyor. Doğru ve iyiye ulaşmak için birlikte çabalamaktan daha iyi bir çıkış olmayacaktır. Bugün yapılan her işimiz geleceğimiz için koyduğumuz bir tuğla olacak, neyi bina ettiğimizi bilmeliyiz. Bunca engellemeye rağmen, içimizdeki erimeye rağmen, diğer yandan ışıl ışıl parlayan ve hem kendi kültürünü, ilmini, irfanını ve dinini bilen, hem de dünyadan haberdar güçlü bir kadın kimliği de gelişmekte…. Fakat dediğimiz gibi; birlikte yoğrulmadıktan sonra diğerinin zaferi de onu uzun süre muzaffer kılmayacaktır. Çünkü! bir toplumda kadın kimliği çoğunluğun durumu ile analiz edilecek ve onlar için alınan kararlar çoğunluğa göre hükmedecektir.
Nitekim hep böyle oldu!
Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lutfetmeye gel! Ömer Hayyam
Demem o ki, dengeyi şaşırmamalıyız. Dış görünüşün ve görüntü üzerine kurulan bir yaşamın kulu kölesi olmak ve tüm hayatının merkezi haline getirerek yaşamak bizi; kibre, lükse düşkünlüğe ve gösteriş hastalığına müptela eder. Asıl gayemiz tefekkürle sanatsal bir estetiktir. Ve en önemlisi; yaşamdaki gayemiz üretmek ve faydalı olmaktır. Nerede durduğumuz, hem bu dünya da hem de öbür dünyada bizim ihlâsımızı belirleyecektir.
"Bizim düşmanımız cehalet, fakirlik ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz!..'' Bediüzzaman Said Nursî
Tevazuu diyorduk. Osmanlı tarihinin görkemli ve muhteşem eserlerinin en büyük mimarı Mimar Sinan'nın mühründe ne yazar bilir misiniz?.
« El-fakirul-Hakir Ser Mimaranı Hassa"
(Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mimarlarının başkanı )
Yapıtlarının yaklaşık 600 yıl geçmesine rağmen hala dimdik ayakta durduğu koca mimarın “Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mimarlarının başkanı” mührünü kullanması, onun mütevazi kişiliğini ortaya koymakta, bir nevi ispatlamaktadır. Tevazuunun icra etmesi gereken gerçek işlev nedir? Hakiki tevazuu bu değil midir?
Eserleri için dua ve temennisini de şöyle dile getirmiştir;
Dünya durdukça eserlerimi gören aklıselim sahiplerinin çabamın ciddiyetini göz önünde bulundurarak onlara insaf ile bakacaklarını ve beni hayırlı dualarla anacaklarını umarım, inşallah. El-fakirul-Hakir Ser Mimaranı Hassa
Öyle ise maharet; ince çizgileri doğru saptayabilmektedir. Ahlak ve siretlerimizi güzellik ufkuna taşıyacak önceliklerimizi doğru tayin edebilmektedir. Fanilik bilinci; bugün sahip olduğu bütün maddi varlıklarının geçici olduğunu unutmamaktır. Baki olanlar maddi olmayan zenginliklerdir.
Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez.
Hayırlarda bulunmak, malı yitmekten korur. Hz. Mevlana
İşte tam da bu ahsen-ül ahlakın göstergesi olan Osmanlı Vakıf Medeniyeti; bu algıyla gelişen bir toplumun sosyal yaşama en büyük hizmetidir. Konuyu bir uzmandan kısaca da olsa aktarmakta fayda var.
“ Bugünkü sosyal devlet anlayışına göre, kamu hizmeti olarak nitelenen birçok sosyal ve kültürel hizmet, Osmanlı Devleti'nde özel kişilerin kurmuş oldukları vakıflar yoluyla yerine getirilmiştir. Bu yüzden, dünyanın hiçbir yerinde kamu hizmetlerinin finansmanı ve sunulması konusunda, Osmanlı'da olduğu kadar malî özerkliğin sağlandığı bir başka medeniyet bulunmamaktadır. Osmanlı döneminde, devletin siyasî ve malî kudretinin inkişafına paralel olarak gelişip artan vakıfların, ilk kurucusu Orhan Gazi'dir. Orhan Gazi, İznik'te ilk Osmanlı medresesini kurarken, onun idaresi için, yeterince gelir getirecek gayrimenkul vakfetmiştir (Berki,1962:127-128). Bu vakıfları, çeşitli konularda kurulan diğer vakıflar izlemiştir. Fakir, dul, öksüz ve borçlulara para yardımı yapmak; halka meyve ve sebze dağıtmak, çalışamayacak derecede yaşlanan kayıkçı ve hamalların bakımını sağlamak, çocukların emzirilmesini sağlamak, evlenecek genç kızlara çeyiz hazırlamak, kase ve bardak gibi kap kacak kıran hizmetçileri, efendilerinin azarlamalarından korumak; kuşlara yem vermek, çocuklara oyuncak almak, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak, yetimleri büyütmek, talebelere burs, kalacak yer temin etmek, işsizlere iş bulmak, çırak yetiştirmek, müflis ve borçlulara yardımcı olmak, bekârları evlendirmek, hayvanları himaye etmek; cadde ve sokakların temiz tutulmasını sağlamak, sokaklara atılan tükürük ve benzeri maddelerin üzerine kül döktürmek gayesiyle görevliler tayin etmek (Kazıcı,2006:172-174); su kanalları, su kemerleri, çeşmeler, buzlu su veya şerbet dağıtılan sebiller, kuyular, medrese, hanlar, hamamlar, camiler, yollar, kaldırımlar, köprüler yapmak ve bunların finansmanını sağlamak maksadıyla çok sayıda vakıf kurulmuştur. Ayrıca hastaneler, vakıflar aracılığıyla hizmet vermiş, doktorlar ücretlerini vakıflardan almışlardır (Manap,1991:33). Vakıf hastanelerinde her din ve ırktan insan tedavi ediliyor, gerekirse ücretsiz ilâç veriliyor, doktor temin ediliyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün bir-iki öğün yemek veriliyordu.” (1)
Ez cümle hatırlatmak isterim ki, geçen sayıdaki yazı ile bu yazımda yeni doğan abdestli kapitalist ve abdestli sosyalist yaftalarından türeyen anlayışlarımızı kavramaya çalıştık. Genellikle bu zamanda oluşan tüm yeni hareketler ve projelerde akleden ve düşünen insanlar oluşturmak arzu ediliyor. Fakat toplumsal değişiminin belli bir sürece ve şartlara bağlı olduğu ilkesi unutulduktan sonra değişim yasaları doğru hesaplanamamış oluyor. Nitekim söylem ve hareketlerde, eleştiri yahut destek mahiyetindeki tavırlarda hatalar ve eksikler oluyor. Umarım içinde olduğumuz mübarek üç aylar ve Ramazanı Şerif vesilesi ile Cenabı Hak; tüm İslam âlemine fitne ve fesatlardan uzak, birlik ve dirlik ile huzurlu bir dünya için ihsan ve lütuflarından nasip eylesin.
Rabb'im bizi, hakikî mânâda kendini sorgulayabilen, vicdanının sesini dinleyebilen talihli kullarından eylesin!
Erdem, Ya Rabbelalemin! 1 Temmuz 2012
Dipnot :
(1) Osmanlı Vakıf Medeniyeti ( Dr. Numan Törkoğlu )