Kes Traşı!
Zaman Makinesine bindik; ve gittik Milattan önce yüz yılına… Günlerden… Günü bilmiyoruz ama güneş tepemizde… “öğle vakti gelmiş” deyip; durmalı öğle namazına…
Ortaokul çağları… muhtemelen zamanda yolculuk yapan kısa boylu yaşlanmayan bir oğlan vardı Halivud’lu. Onun üçlemesinden aklıma takılmıştır. Sordum din dersi öğretmenine: “ Zaman makinesi ile geçmişe gitsem; o zamanki dine mi tabi olmam gerekir, yoksa “Elhamdülillah müslümanım” demem mi gerekir? “Müslümanım” diyerek namaza dursam, teknik olarak gelmemiş bir dine tabi olmuş olucam; “Müslüman değilim” desem, eh onu da diyemem!!”
Hocamız bir durdu, düşündü sonra da: “Bazı öğrenciler vardır, öğretmenlerini zor durumda bırakmak için böyle sorular sorarlar! Yaptığın çok ayıp!” dedi gitti… Gitti masasına oturdu… içimde fırtınalar koptu o anda. Öğretmeni zor durumda bırakmak gibi bir niyetim yoktu. Aklıma takılıvermişti bir ânda. Mantıklı bir cevabı olmalıydı, mutlaka mantıklı bir cevabı olmalıydı… Amma; öğretmeni zor durumda bırakmak gibi bir niyetim ise kesin kesin yoktu…
Tam olarak hatırlayamasam da sanırım o günden sonra o öğretmenimizle aramızda soğuk rüzgârlar esti durdu… Soğuk rüzgâr dediğim, bir daha konu açılmadı; belki de bir daha lüzumlu haller dışında yüzgöz olmadık bir daha.
Yıllar yıllar sonra; “öğretmenin yerinde ben olsaydım, böyle bir soruya ne cevap vermem uygun olurdu?” diye düşündüm durdum. Sonunda buldum cevabı… Hem eğitim müfredatına hem “nasıl derler?” örf ve âdetlerimize ve dahî milli ananelere v.s v.s uygun şekilde… Soruyu tekrar alıyoruz: “Örtmenim! Örtmenim! Zaman makinesine binip gitsem milattan öncesine… namaz kılmam gerekir mi gerekmez mi?” “ Şimdi namaz kılıyor musun evladım!” “Hııı!!! Cuma’dan Cuma’ya Örtmenim! Bi de bayramlar!” Kulak kepçesi ya da ense (öğretmenin tarzına göre) bir güzel okşanarak… “ Otur yerine eşşek herif!! Burada namazını düzenli kılmıyorsan; geçmişe de gitsen, geleceğe de gitsen… eşeklik baki kalır!!!”
Evet… denklemin en basit çözüm kümesi “bence” budur. Zaman makinesi olurdu olmazdı… zamanda yolculuk olurdu olmazdı tarzı düşünceler “ıtnab”… evet; yıllar önce bir dergide okumuştum “eski kelimeler yeni dile (artık yeni bir dil konuşuyoruz neticede) tercüme edilebilir mi?” konulu hoş bir yazı… “ıtnab” ‘sözü uzatmak’ demekmiş, yazıda bir diyalog vardı… eski dili savunan “gel de ıtnab kelimesini ifade et!” diyor; yeni dili savunan ise “ondan kolay ne var? “Kes traşı!!” dersin olur biter” cevabını yapıştırıveriyor. Benimkisi biraz o hesap… “Yerine göre” saça şekil şemâl verilir amma yerine göre ise; alırsın eline traş makinesini olmadı makası… kesersin saçları bir güzel. Not: askerlik demlerinde ilk çarşı izninde en geç ikincisinde alıvermiştik bir otomatik traş makinesi… kısa dönem erler olarak bir güzel birbirimizi… yok tam olarak birbirimizi değil; iki arkadaş… ( ikincisi benim) ilk arkadaş 12- 15 kadarımızı traş ederdi 5-8 tanesi de bana kalırdı… “Zaza” marka manuel bir traş makinesi vardı rahmetli dedemin… güzelim çocukluğumuzun kabak kafa… neyse; konuyu dağıtmayayım: )
Lise zamanında rahmetli dedemi traş ederdim, eh; makasla rahmetli babaannem ile annemin saçlarını… ( ee; bu işin kuaförlük kısmı bu konuya girmeyeyim… değilse, “eski kulağı kesikler”e doğru gitmek gerekir ki; işime gelmedi şimdilik bu muhabbet…)
Hay hay!! Keseyim traşı…
Lise üniversite dönemi amatör, askerde ise profesyonel Traşçı(!) olarak…
Geçmiş zamana gidiversem, “örtmen” olup kendi kendime derdim ki…
Eeee ne diyeceğimi dedim zaten…
Peki; bu yazı neden yazıldı yahu!!!
: )
Sahi? Bu yazı neden yazıldı? Bugüne yönelik bir şeyler de demek lâzım.
Namazda gözün, ezanda kulağın var mı? Bir bak bakalım… Yoksa eğer…
Sana diyeceğim; eski dilde tek kelime, yeni dilde ise iki kelime.