Mevkidaşı Saddam gibi Kenan Evren’de öldü. Ölümlü dünya işte, bugün varsın yarın yok. Bu üç günlük dünya için bunca zulüm ve şeytanlığa gerek var mı? Zulümle âbâd olunmadığını bildikleri halde hiçbiri yazık ki geri durmuyor.
Malum tam da “darbe dönemleri kapandı” derken,
Türkiye’de “17-25 Aralık” adlı bir darbe girişimi daha yaşandı. Şayet başarılı olunsaydı, darbecilerin dışında kalan sağcı, solcu, dindar, laik, liberal, Kürt, Türk hepimizin başına neler gelecekti neler…
Biz, Saddam’ı ABD devirdi sanıyoruz değil mi? Aslında tam öyle değil.
Hakan Fidan’a yapılmak istenen operasyon başarılı olsaydı, dışarıda planlanıp, paralel örgüt ile diğer muhalif grupların ülke sathına yaymaya çalıştıkları ortak eylemi olan “
gezi hadiseleri” sonuç verseydi ve 17-25 Aralık planı tıkır t
ıkır işleseydi,
Saddam’a yaptıklarının aynını Erdoğan’a da yapacaklardı.
Türkiye, Irak gibi kan gölüne dönecek, sonunda da ikiye bölünecekti. Birinin başına Pensiltenyalı zat, diğerine ise PKK’lı biri geçecekti. Biz becerikli olduğumuz için değil, Allah izin vermediği için başaramadılar.
Şeytanî eylemler sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Irak ve Pakistan içinde planlanmıştı. Pakistan’ın "paralel yapı"sının lideri de, bizdeki gibi uzun yıllar Kanada'da yaşayan vaiz Muhammed Tahir Ül-Kadiri idi.
Etkin bir hatip olan Kadiri’nin yabancı örgütlerle teması da 1974’dür. Yani dönem, Alman asıllı Yahudi/Siyonist Henry Alfred Kissinger’in, Amerika’nın 56. Dışişleri Bakanlığını yaptığı dönem.
Taraftarlarından “şeyhülislam” diye hitap edilmesini isteyen Kadiri, Pakistan Halk Hareketi’ni (PAT) kurdu, ama seçimlerde başarı elde edemedi. Etkileyici bir hatip ve sosyolog olan bu muhteris adam, ülke içinde sinsice örgütlenmeye koyuldu.
Gülen gibi dinler arası diyalogcu olan Kadiri de ülkesini terk edip, Kanada’ya yerleşir. Sonra da Kanada vatandaşı olur. O da çalışmalarını bizdeki “vaaz” gibi, Atlantik ötesinden idare eder.
Menşei bilinmeyen büyük bir serveti yönetmeye başlar. Orduda, mahkemelerde, polis teşkilatında gizli bir şekilde örgütlenir.
Türkiye’deki gezi hadisesinin yaşandığı dönemde yani 14 Ağustos 2013’de, taraftarlarını sokağa salmış ve Pakistan’ı talan etmişti. Pakistan yönetimine bir darbeyle arka kapıdan giriş yapmak istediyse de, başarılı olamadı.
Gülen’le olan benzerliği medyada yazılıp çizilince, Zaman gazetesi de, Pakistanlı gazeteci Naveed Ahmad’e, Tahir Ül-Kadiri’nin aleyhinde bir yazı kaleme aldırarak, Kadiri ile Gülen arasında bir bağ ve benzerliğin bulunmadığını ispata yeltenir.
Pakistan’da tehlike atlatılmış ise de henüz geçmiş değil. Onun adamlarını Pakistan’dan temizlemek bizimkinden kolay olsa da, henüz yeterince temizlik yapıl(a)madı. Malum, Pakistan devleti, Hindistan’daki Müslüman çoğunluğu yok etmek için, bir İngiliz projesiydi. O gün bugündür başı dertten kurtulmayan Pakistan’ın,Kadirî gibi baş etmesi gereken pek çok sorunu var.
Bizdeki Gülen örgütü gibi, Pakistan ve Irak’ı bir ahtapot gibi saran paralel örgütlerde, 1970’lerde MOSSAD ve CIA’in kontrolüne girerler.
Nasıl ki, bizdeki paralel örgütün üyeleri, Başbakan Erdoğan ve devletin diğer yöneticilerini dinledi ise, Kesnizanilerde Saddam’ın sarayına kadar sızarak tüm mahremlerini ele geçirdiler.
Bizdeki Gülen çetesinin, asker, polis, siyaset, bürokrasi, yargı ve üniversitelere sızdığı gibi, Irak’ın paralel çetesi de aynı yöntemi izlemiş. Amaç, eylem ve hedef benzerliklerini okuduğunuzda, aynı merkezden idare edildiklerini görüyorsunuz.
“Kes-ni-zani Tarikatı” adını, Ahmet Dinç’in kitabını okuyana dek hiç duymamıştım. Muhtemelen pek çoğunuzda ilk kez duyuyordur. “Kesnizani” Kürtçe bir kelime olup, anlamı bilinmiyor. Kadiriliğin bir kolu olan bu tarikatın şeyhi Albulkerim ölünce, yerine oğlu Muhammed Kesnizani geçer.
Yeni -sözde- şeyh posta oturur oturmaz, tarikatta değişim başlar. Oldukça gizli ve gizemli bir yapılanma yürüten tarikatın üyeleri arasına hava kuvvetleri komutanı Hamit Şaban, genelkurmay başkanı Ayat Fetih el-Ravi ile istihbarat başkanı Vekif El-Samarayi gibi pek çok yüksek rütbeli general ve bürokrat katılarak tıpkı bizdeki sahte hoca gibi bu sahte şeyhin ayağını öperler.
Eli, Saddam’ın sarayına ve ailesine kadar uzanır. Saddam’ın iki kardeşi Vatban ve Barzan ile karısı Sacide, oğlu Uday bile müritler arasına katılır. Daha da önemlisi, devletin ikinci adamı İbrahim İzzet El-Duri (DEAŞ’ı yönetenlerden biri olup, geçtiğimiz 17 Nisan’da öldürüldü) bile şeyhin müridi olur.
Tıpkı bizdeki paralel örgüt gibi polisten askere, istihbarattan bürokrasiye, devletin tüm birimlerini avucunun içine alan Kesnizani emretmeye, onlarda sorgulamadan icraya başlarlar.
Amerikalı kovboy Bush, “Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu / Operation Iraq’ı Freedom” adlı işgale başladığında, savaşın uzun sürmeyeceğini ilan etmişti. Haklı da çıktı. Askeri bir dev olan koskoca Irak, 20 günde teslim oldu.
Peki, Amerika bunu nasıl başarmıştı? Ülkenin pek çok yerinde, Baas rejimi askerleri tek bir kurşun bile atmadan silahlarını teslim edip evlerine neden döndüler? Düşmana silah sıkmamayı onlara emreden kimdi?
Müteakip yazımızda, tam da Bağdat'ı savunmaya hazırlanan Saddam’ın, bir gecede alaşağı edilişinin acı verici hikâyesini anlatacağız. Saddam’ı içeriden deviren gizli tarikatın izini sürecek ve Türkiye ile bağına temas edeceğiz inşaallah!
Kaynak ve devamı için tıklayın