Kentsel Dönüşüm Projesi!
Son yıllarda-özellikle-Van depreminden sonra hükümet tarafından dillendirilen ve çoğunlukla İstanbul için düşünülen kentin yeniden düzenlenmesi projesi…
Öncelikle eski, sağlıksız ve depreme dayanıksız binaların yıkılarak
depreme dayanıklı çağdaş yapıların yapılmasıdır.
Özellikle sanayileşmenin hız kazandığı, Almanya’ya giden işçilerin şehirlerde yatırım amacıyla bina yaptıkları bin dokuz yüz yetmişlerden itibaren şehirlerimiz sağlıksız ve plansız şekilde kontrolsüz şekilde büyüdüler.
İstanbul başta olmak üzere istisnasız bütün şehirlerimiz bunlardan nasiplerini aldılar. Ama İstanbul bunların içinde en kontrolsüz bir şekilde büyüyenidir. Binaların sağlıksız ve dayanıksız olmasından öte; Gözle görülmeyen ama en az yapıların dayanıksız olması kadar önemli bir konu var… O da kasabasından, köyünden kopup gelen insanların tamamen farklı bir çevre ve şartlarda yaşama tutunmaya çalışmalarıdır. Yani geldikleri çevrenin gelenek ve adetlerinden koparak İstanbul’un karışık ve karmaşık ortamında yaşamak zorunda kalan insanların yaşadıkları ikilemlerdir.
Nitekim, gelenlerin büyük bir çoğunluğunun niyeti İstanbul’da birikim sağlayıp geldikleri memleketlerin de yatırım yapma arzularıdır. Bu da şu anlama geliyor;”Ben burada geçici olarak kalacağım ve birikimlerimle geldiğim memleketimde hayatımın geri kalanını sürdüreceğim”. Dolayısıyla geçici ikamet etme ve birikim sağlamak için tasarruf etme duygusu sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi vermelerine neden oluyor.
Ne var ki, kısa süreliğine çalışmaya gelenler yıllar geçtikçe yerleşik hale geliyorlar. Yıllarca direndikleri büyük şehir şartları, yetiştiği toprakların değerlerini,adetlerini kısaca hayata bakışlarını yok ediyor.Yaşamak zorunda oldukları şehirlere de uyum sağlayamayan insanlar iki arada bir derede kalmanın handikabını yaşıyorlar.
Zaman-zaman uzun yıllar büyük şehirlerde kaldığı halde düğününü memleketinde yapanlar ile cenazelerini memleketlerine getirenleri görürüz. Veya, (mesela) İstanbul da uzun yıllar kaldığı halde sorduğunuz da memleketim filanca yer denir.
Bu diğer küçük iller ve hatta ilçeler için de geçerlidir. İlçeler de sorduğunuz da falanca köydenim denir. Kimse ben bu ilçenin filanca mahallesindenim demez. Nitekim bundan evvel ki (adrese dayalı sayım olmadan önce) insanlar nüfusun yüksek çıkması için otobüslerle beldelerine götürülürdü.
İnsanlarımız -uzun yıllardır oturdukları halde-henüz oturdukları şehri benimseme duygusundan yoksunlar. Bundan dolayıdır ki, sağlıksız ve sadece ”barınmak” için yapılan, yaşam felsefesi taşımayan yapılar ve onların oluşturdukları çevreler, içinde barınanlar için huzurlu bir ortam oluşturmamaktadır.
Peki, ne yapılmalı;
Şehirlere gelip yerleşenlerin artık oralı oldukları ve yaşamlarını burada geçirecekleri duygusu aşılanmalı. Bunun için geldikleri yörenin emniyetini, sıcaklığını, dayanışma duygusunu verecek mahalleler, çevreler oluşturulmalı. İnsanlar büyük şehrin keşmekeşliği içerisinde yalnız, kimsesiz duygular içerisinde yaşıyorum hissi ile değil, bilakis o şehrin bir bireyi, parçası ve vazgeçilmezi duygusu içerisinde yaşamını sürdürmesi sağlanmalıdır.
Kentsel dönüşüm planları hazırlanıp şehirler yeniden kurulurken sadece depreme dayanıklı, çağdaş teknoloji ile donatılmış yapılar düşünülmemeli. İnsanların huzur içerisinde “işte burası benim mahallem, memleketim diyebileceği çevre oluşturulmalıdır. Bunun için de sadece mimarların değil, bu konu ile alakalı mesleklerin uzmanlarının da katılımları sağlanmalıdır.