Kendinizi Suçlu Hissediyor Musunuz?
Gülhane Park'ında ‘İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi'nin önünde minik bir aromatik bitkiler bölümü var.
Cumartesi günü orada banklarda oturmuş, hem ikindi güneşinden nasipdâr olmaya çalışıyor, hem de roman okuyorum. Karşımda bebek arabasında bir bebek uyuyor. Araba cezbedici bir balon bağlı. Oradan geçmekte olan 5 yaşlarında hallerinden fakir oldukları anlaşılan iki çocuğun dikkatini çekmiş olmalı ki, balonun yanına gelip, banka çıkarak balonla oynamaya başladılar.
Sonra da ‘bize verir misin' dercesine, ‘bu balon mu, kimin' gibisinden sorular sormaya başladılar. Belli ki çok sevmişler ve sahip olmak istiyorlar. Ancak muhataplarının çocukları anlamaya niyeti yok. ‘Balon bebeğin, uyanınca göremezse ağlar' diyerek uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Çocuklar oradan ayrılınca ailede kalktı, yediklerinin atıklarını bankta bırakarak uzaklaştı. Giderken de parkın güllerini yolup, çocuğun arabasını süslediler.
ENDİŞE VERİCİ AHVAL
Az sonra ben de kalkıp, Gülhane'den tramvaya bindim. Her zaman olduğu gibi başını telefona eğmiş gençler oturuyor, yaşlılar ise ayakta. Sultanahmet durağında, 75-80 yaşlarında karı-koca binip, iki genç oturduğu koltuğun başında durdular. Onlar görmezlikten geliyor. Sırtları dönük olandalarda umursamıyor.
Bir durak sonra genç kızlar inince, yaşlı karı-koca onların yerine oturdu. Kendilerine “gençlerin sizlere yer vermemesinden dolayı bir suçluluk hissediyor musunuz” diye sordum. Son derece “modern” giyimli ve serin olduğu için de üzerine şal alan yaşlı kadın hiç umursamadan dışarı bakmaya başladı. Kocası ise “edep, hürmet, terbiye kalmadı” dedi.
“Ben de bundan söz ediyorum” dedim ve ekledim: “Bu gençlerin ne kusuru var ki, bunlar siz ebeveynlerin eseri değil mi?”
Yaşlı adam sessizliğe büründü.
Haksız mıyım sizce? Zenginleştikçe ecdat, kültür, gelenek, din, edep, hayâ, sevgi, hürmet, giyim kuşam, helâl-haram gibi konularında gençlere ne aktardık ki, onlardan bunları bekliyoruz? Ya da bunu beklemeye hakkımız var mı?
Evet, nesil endişe verici ahval içinde. Ancak bunun için tek başına gençler suçlanıp, zan altında bırakılabilir mi?
Ben gençlere bakınca hem onları terbiye edemeyen anne-babalarını, hem de gelecek nesli görüyorum. Her ikisine birden bakınca da bütünüyle bedbin oluyorum. Ardından müthiş bir heyecan kaplıyor içimi. Çünkü bundan daha kötüsü olamayacağına göre; ifsad çağı bitiyor ihya çağıyor geliyor düşüncesi kaplıyor içimi, bu yüzden de hüznüm mutluluğa dönüşüyor.
“Bilgi çağı” deriz ya günümüze. Bundan daha aptalca bir tanımlama olamaz. İlk insan Hz Âdem (a.s.) her türlü bilgi ile mücehhez kılınmış bir insanken, günümüzde bilgili sayılan insanlar ne biliyor ki? Bildiği bir hiç ama o hiç olduğunu bilmeyecek kadar diplomalı bir bilgisiz.
Günümüzde aileler çocuklarına din ve kültür adına ne aktarabildi ki, neyi bekliyor? Bilgiyi internete okuduğu şeyler sanan, her okuduğu haberi doğru addeden, iyiyle kötüyü, Hakk ile batılı, tayyib ile habisi, helâl ile haramı ayıramayan insan çocuğuna ne verebilir ki?
Geçen haftalarda elektrik kesildiği için Muş'ta 40 bin tavuk ölmüş. Elektrik kesilince tavuklar ölüyorsa, bunlar tavuk mudur, yoksa torna tezgâhında üretilen nevzuhur bir madde mi? Üç-beş yaşında bir çocuk olsaydınız, domatesin tohum denilen minicik bir şeyin toprağa atılıp, sonra onun fide olduğunu, büyüyüp birkaç ay sonra meyveye dönüştüğünü bilebilir miydiniz?
İtiraf edin tıpkı çocuğunuz da olduğu üzere bilemezdiniz. Çünkü onu topraktan uzaklaştırdınız, utandırdınız. Toprakta yetişmeyen, torna tezgâhından çıkmış, dışına da streç geçirilmiş sözde domatesleri her mevsim sofrasına koydunuz. Peki, bu çocuk bunun bir nasıl yetiştiğini nereden bilebilir ki?
Biz bu çocuklara ne verdik ki, ne isteyelim? O halde onları suçlamak yerine herkes kendine baksın ve unutmasın ki “başımıza gelenler yapıp ettiklerimiz yüzündendir.”
ANLADIK ONLAR UNUTTURDU PEKİ BİZ NİYE UNUTTUK?
İslam Ordusu Çanakkale'den sonra en büyük zafer olan Kût'ül-Amâre ()'de İngiliz'i hezimete uğratmıştı. Biz asır önce bir zayıflayan, parçalanan taraf iken, İngiliz büyüyen güçlü taraf idi. Biz, onları en zayıf günümüzde esir aldık. Şimdi biz güçlenen, o zayıflayan tarafta. Bundan sonra ne olacağını İngiliz de biliyor, biz de...
İşte İstiklâl'de, Osmanlı'nın başşehri ve o başşehrin dinî ve siyasî merkezi Ulu Cami'de, Kızılay'da, Gaziantep'te, Kilis'te, Sultanahmet'te, Bağdat, Kâbil'de, Halep'te patlatılan bombalar İngiliz'in çaresizliğinin ürünü. Eski yöntemlerle başaramadıklarını, kendi elleriyle kurdukları, finanse ettikleri terör örgütleri ile yapmaya çalışıyorlar ama nafile.
Aklına geldikçe İngiliz'in dizlerinin bağını çözen Kût'ül-Amâre'yi, İngiliz'in adamları bu ülkede engelledi de, aradan geçen 60 yılda neden bizim tarihçiler bunları anlatmadı, hatırlatmadı? Neden 100'üncü yılında devletin hatırlaması beklendi?
Son günlerde bu zaferin adının nasıl yazılacağını araştırdığımızda her kafadan bir sesin çıktığını, en az beş farklı yazılış şeklini gördüm. ‘İnşaAllah Diyanet İslam Ansiklopedisi bu bahsi unutmamıştır' tedirginliği ile incelemeye başladım. 26. cildi açtım ‘Kût'ül-Amâre'nin (doğru yazılışı bu imiş) yetersiz olsa da, ihmal edilmemiş olması memnun etti.
Kimseyi suçlamıyorum, ne yazık ki bu zaferi bu fakir de hiç hatırlamadı. Bu ayıp bana yeter. Şehid ve Gazi bütün ecdattan özür diliyor ve Fatihalar gönderiyoruz!
El-Fatiha!