Mahçupyan’ın bu çarpıcı notu, isabetli bir izahattı.
Neden mi?
Dün Habertürk kanalında, ‘Ak Parti’nin kapatılması’ gerektiğini savunan Türköne, birkaç yıl önceki yazısında şöyle diyordu: “AK Parti'yi yok etmek için her türlü yolu deniyorlar...”
Türköne, çok değil, 12 Haziran 2011’de yapılan seçimler için Ak Parti’den aday adaylığı müracaatı yapmıştı.
Adaylığından öylesine emindi ki, bu konuda 22 Mart 2011’de “Siyasetin çağrısı” başlıklı bir yazı kaleme alarak, siyasetin yani Ak Parti’nin, kendisine “soylu bir çağrı” yaptığını dillendirmişti.
“Sadece tarih yapılırken, tarihi yapanların yanında olmak, yükselen binanın mimarisine karınca kararınca katkıda bulunmak istiyorum” diyerek sürdürdüğü yazısında, köşesine “Zaman Gazetesi'nde beş yıldan beri sürdürdüğüm yazarlığa ara veriyorum” diyerek erkenden veda ediyordu.
İşler beklediği gibi gitmemiş, güvendiği dağlara karlar yağmıştı.
Dahası, kocası aday olsun diye eşi (Ak Parti milletvekili Özlem Piltanoğlu’da) adaylık müracaatı yapmamıştı. Böylece eldeki kuş da uçup gitmiş, hayaller suya düşmüştü.
Belli ki, Gülen’in Erdoğan’a gönderdiği listede, Türköne’nin adı da vardı. Ama Erdoğan, gelen listenin çoğunu ya listeye koymamış, ya da seçilemeyecek yerlere yerleştirmişti.
11 Nisan’da YSK’ya teslim edilen listelerde, Türköne’nin adı yoktu. Bu beklenmedik sonucun, patalojik sonuçlar doğuracağı zamanla anlaşılacaktı.
Gerçi bu hal, sadece onun için değil, oğlu veya eşi listelerde yer bulamayan, Zaman’ın jiletçi diğer yazarlarından Ali Bulaç ve İhsan Dağı içinde geçerliydi.
Bulaç’ın oğlu da, İstanbul 1. bölge 27. sıradan aday gösterilmişti. Yani seçilemeyeceği kesin olan bir yerden…
İhsan Dağı’nın milletvekili eşi Zeynep Dağı da, Ak Parti listesinde yeniden yer bulamayanlardandı.
Bunların hiçbiri, sıradan tercihlerin neticesi değildi kuşkusuz.
Bu sıralar, Genç Parti’yi satın aldığı, BBP’yi ise ele geçirdiği iddia edilen Gülen’in, 30 Mart’ın neticesine göre, bunlardan birinin başına, Mahçupyan’ın “kamyon muamelesi çekiyor” dediği Türköne’yi geçireceği iddia ediliyor.
İktidar partisinin kapatılmasını isteyen birinden, siyasetçi olur mu, olursa başarılı olur mu, zaman gösterecek.
Daha dün, Ak Parti’ye katılıp milletvekili olmaya karar veren veya verdirilen bu zat, o malum günlerde yazdığı yazısına “Her birimiz, kendi çapımızda siyasetçiyiz” diye başlıyordu.
1 ay sonra 19 Nisan’da yeniden döndüğü köşesine, boyunun ölçüsünü nasıl aldığını, “siyaset üzerine düşünüp yazmakla, siyaset yapmak birbirinden çok farklı işler” diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Kısacası ‘benden siyasetçi olmaz’ demeye getiriyordu.
Tayyip Bey, Mümtazer’i istemeyince, hem kendisi, hem hanımı milletvekili olamamış, üstüne üstlük eşinden de ayrılmıştı.
Henüz dava neticelenmeden kaleme aldığı yazısında, bugün çılgınca eleştirdiği Erdoğan’ı şu sözlerle övüyordu: “AK Parti liderinin 'çılgın projesi'ne herkes hazırlıksız yakalandı. Proje iyi; ama tepkiler, eleştiriler tam bir fiyasko. Kılıçdaroğlu, 'memleketin çılgın adamlara değil, düşünen adamlara ihtiyacı var' diyor. Bu anlık tepki, son 10-15 yıl içinde karşılıklı yer değiştiren kültleri ele veriyor.”
Aynı yazar, “Başkanlık sistemi tartışması (I)” başlıklı yazısında ise şu methiyeleri sıralıyordu: “Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sisteminin ilk devlet başkanı olması, hatta 2012 veya 2014'te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması çok düşük bir ihtimal. Soruyu, 'olmalı mı?' diye sorsak, ben tereddütsüz 'olmalı' cevabını veririm. Türkiye'nin dokuz yıldır kesintisiz devam eden istikrarının ve istikrarla kazandığımız her şeyin mimarı AK Parti lideri. Onun devlet başkanlığı, istikrarın devam etmesinin de teminatı olarak görülmeli.”
Dün aday olduğu partinin lideri için bu methüsenayı düzen bu eski radikal milliyetçi zat, son yazısında kapatma talebine gerekçe olarak şu zırvayı dile getiriyor: “Hafta sonu ana memleketim Ankara Çubuk’ta idim. Çarşı’da ayaküzeri konuştuğum MHP belediye başkan adayı Hayati Hoca’nın çevresindekilerden biri, bu “millî irade hırsızlığı”nın somut karşılığını anlattı. 8 bin haneye “seçim yardımı” gideceğini duymuşlar. Bir başkası rakamın 12 bin olduğunu öne sürdü. Her seçimde gündeme gelen bu iddiayı bu sefer yolsuzluk soruşturmaları ile birlikte düşünmemiz lâzım. Soruşturmalara dair ortaya sökülüp saçılan bilgi kırıntıları, Başbakan’ın dev bir havuz sistemi oluşturduğunu gösteriyor. Devlet rantı üzerinden oluşturulan bu fon kritik yerlerde seçim kazandıracak kadar büyük. Kamu kaynakları ile işleyen siyasî patronaj, öncelikli olarak oy satın almayı hedef edinir.”
Dönmedik köşe bırakmayan Türköne’nin, 4 Haziran 2010’daki yazısının başlığı da “PKK, neden AK Parti ile savaşıyor?” idi. Bizim bu yazının başlığının “Mümtazer, neden AK Parti ile savaşıyor?” olması daha isabetli olurdu. Fakat Mahçupyan yolumuzu kesti.
İşte bu yazıda kendi kazdığı kuyuya düşüyor evrimleşmeye doymayan Prof Türköne: “AK Parti hükümeti, tek başına dört cephede silahsız bir savaş yürütüyor. Haklı olmanın, doğru zamanda doğru hamleleri yapmanın ve bölgede barış ve huzur arayanların temsilci sıfatı taşımanın dışında hiçbir avantajı yok. ABD'deki "Neo-con"lar, İsrail'in haydutları, bütün güçlerini mahkeme salonlarında tüketen Ergenekoncular, AK Parti'yi yok etmek için her türlü yolu deniyor. Saydıklarımın hepsi, aslında PKK'nın yürüttüğü kirli savaştan kazanç sağlayacak olanlar. AK Parti'nin karizması çizilirse, İsrail'in eşkıyalığı zafer sağlamış olacak. Savaşlar ve kargaşalarla beslenen ABD'li neo-con'ların etki alanı genişleyecek. Ergenekon önce derin bir nefes alacak ve eski günlere dönüş için yeni planlar yapacak.”
Bugün Ak Parti’nin kapatılmasını ısrarla talep eden jiletçi, daha bir önceki seçimde aday olmak istediği parti için bunları yazmıştı.
Bu ilkesizliğin çok daha fazla örneği var. Ama zerre miskal samimiyeti olmayan bir adamın arşivinde dolaşmak vakit kaybından başka bir şey değil.