Kendimi Bilme Gayreti (II)
Kendi deniziniz size yetmiyor mu? Kendi denizinizin enginliklerine açılmak varken, başkalarının kıyılarında zaman harcamaya ve harap olmaya değer mi? Kendi balından habersiz başkalarının
pekmezine göz dikmek akıl karı mı? Balının farkına varan onu tadarak sükuna kavuşur ve “Ey huzur içinde olan can! 89/27” nidasına mazhar olur. Ta ki; “Kendisi için istediği bir şeyi, mümin kardeşi için de istemedikçe, mümin sayılamaz” sırrının tadına varasın. Kimileri buna nefs-i mütmainne de diyebilir.
Bu engin ruh denizini, bu daracık nefsin ve bedeninde hapseden, bu çağlayanları taşıtmadan idare eden ve o fırtınaları dizginleyen gücü de tanımaya başlayacaksın o vakit. Tanıdıktan sonra da teslim olmayı tadacaksın. Onun için “Sanki” ve “Gibi” yok.
İşte o zaman yandığını hissetmeye başlayacak ve yakanın da söndürecek olanın da O olduğunu kavrayarak, yalvarışlardan ve yakarışlardan da haz almaya başlayacaksın. Şükretmenin ne olduğunu anlayacaksın, seni sana verdiği için şükredecek ve şükretmenin de bir değer olduğunun farkına varacaksın.
Artık gözlerin seni arar olur.
Ama tüm bunları zorlamadan, dikkatli yapmalı, genişletmek isterken yırtmamalı. Artık kendini kendinden habersiz bırakmamaya özen gösterir, kendini gözetlemeye başlarsın. Kimileri bunamurakabe de diyebilir.
Ve artık kendinle irtibatlısındır. Ne ulvi bir kavuşma!
Artık her şeyi başka görüyor, her şeye başka yaklaşıyor ve görüyorsun. Çalkantılı ve dev dalgalı denizin sakinleştiğini fark edecek ve artık olanlar ve verilenler karşısında “Doygunluğa ermiş ve razı olmaya” başlayacak, kinden, hasetten ve intikam duygusundan arınacaksın. Kimileri bunanefs-i radiye de diyebilir.
Ve artık bedenine dokunduğun gibi ruhuna da dokunduğunu hissedecek, bunu yapabildiğinin farkına varacaksın. İçiçe oldukları halde ruhunun bedeninden ne kadar uzak, sürgünde yaşadığının farkına da varacaksın. Uzaklığın ne olduğunu o zaman kavrayacaksın! İşte o zaman, yıllarca sürdürdüğün bu dargınlığın ne kadar anlamsız olduğunun farkına varacaksın.
Başkalarında değil de kendinde olabilmek! Başkalarıyla değil de, kendinle olmayı başarabilmek! Bunu düşünmek dahi çok tuhaf gelir insana. Düşüncesi bile böyle ise, ya bunu yaşamak!
Başarmak. Özlemek! Kendinizi hiç özlediniz mi?
İstemek, arzulamak! Artık başka bir şeyden haz almamak, başkalarıyla olmayı istememek, kalabalıklardan kaçmak! Kendinle yalnız kalmak için, eskiden arzu ettiklerini yanında kalmaları için şimdi de gitmeleri için bahane aradığının ve senden “ Hoşnut kalındığının 89/28” farkına da varacaksın. Kimileri buna nefs-i mardiye de diyebilir.
Yalnız yüreğinde olanlar senindir.
Nefret yerine O’na dayanmak, olması gerekeni yapmak.
Ölmeden ölmek! Kendin ölmeden, ötekiye karşı olan davranışlarda ölü gibi olmak! Bilir misiniz, kişinin dört ölümü vardır; beyaz, siyah, kızıl ve yeşil ölüm. Bu ölümleri yaşamak gerekir; ölmeden ölmek için. Bunlar kısaca açlık, eziyete tahammül, nefse muhalefet ve yamalı elbise giymekle mümkün olabilir. İşte bundan sonra Basir (görücü) olan sıfata iman başlamış olacaktır.
İnanmak!
İnanmak teslim olmanın yoludur, özgür olmanın yolu ise teslim olmaktır.
Unutma! Hastalık bir nevi arınma veya terakki vesilesidir.
Hatırla! Sana yapılanları, sana bahşedilenleri.
En umutsuz zamanlarında yanında olan kimdi, sana dokunan, ellerinden tutan kimin eliydi? O'na emanet ol, O'na teslim ol, O'nu oku, O'nu duy ve O'nu dinle...
Ben, “Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz 2/160’ diyenlerden olmaya gayret etmeye çabalıyorum. O’nu dinle ve “De ki: ‘Ey haddi aşarak kendine karşı israf etmiş olan nefsim! Allah'ın rahmetinden ümidini kesme 39/53.’
Ve endişe, korku, güven ve reca makamlarında seyr û suluk eyleyenlerin kervanına yetişme gayretindeyim. Kimileri buna nefs-i kâmile de diyebilir.