Kendi Cehenneminde Geberip, Dirilmek !
Bu nasıl bir rivayetse, onların dokuz canı var, bizim ise bir tane… Belki de bu yüzden gıpta ile baktık kedilere hep. Ama şimdi işi tersine döndürmeye yetecek bir şeyimiz var…
Hayal gücümüz!
Tanrı; bu sefer, insanın yüzüne bakmış ve ona kullanması için, tıpkı kedilerde ki gibi dokuz adet ömür vermişti.
Artık kullarının, tek atımlık canlarının olmasına izin vermeyecekti ve böylece insanlar, sahip oldukları şey uğruna , Azrail’den köşe bucak kaçmayacaklardı…
Buna çok sevinmişti insan…
Nasıl sevinmezdi ki?
Dilediği gibi harcayabileceği dokuz tane ömrü olacaktı.
İstediği gibi yaşayabilecek ve bu Dünya’nın tadını nasıl isterse öyle çıkaracaktı.
Ama bir şartı vardı tabiî ki bu lütufun…
Yaşanan bir hayat, diğerine benzemeyecekti.
‘’Olsun, ne yapalım’’ diyerek, hemen, Dünya’ya gitmek üzere yola koyulmuş İnsan…
Gözlerini, kara kıtanın orta yerinde kara kuru insanların, yaşadığı bir kabilenin tam ortasında açıvermiş.
Etraf mahremiyet bölgesi… Vahşi hayvanlar, cirit atıyor.
Koca bir kabile ve hepsini idare eden despot bir şef !
Başının etrafında papağanların kanatlarından yolunma, tüylerle çevrili bir taç takan, koca göbekli bir şefin idaresi altında, tüm kabile karın tokluğuna ona çalışıyor.
Bu duruma fazla göz yummak niyetinde değil insan!
Hemen o şefe karşı örgütlenerek, harekete geçmiş.
Kanlı bir isyan başlatmış…
Ama başarısız olmuş…
Sayıca kendisinden üstün şefin adamları, onu kıskıvrak yakalayıp, oracıkta infaz etmiş…
İkinci defa şansını denemek için yeniden Dünya’ya gönderiliyor insan…
Bu kez daha dikkatliymiş!
Gözünü açtığında, bir kundakta bulmuş kendisini.
Etrafı süslü takılarla çevrili bir kundakta, boylu boyunca yatırılmış vaziyette, etrafı kolaçan ediyormuş İnsan…
Kısa bir süre sonra yeniden o kabilede Dünya’ya geldiğinin farkına varmış…
Ama ortada bir fark varmış…
Şef’in oğlu olarak Dünya’ya gelmiş bu sefer…
Yanı başında ise ağlayan kardeşleri var. Meğerse, çok eşli hükümdar babasının; diğer karıları da o gün doğum yapmış…
Ondan başka iki tane daha erkek kardeşinin olduğunu fark etmiş!
Gelecekte taht kavgası vereceği iki rakip daha!
Ve tahmin edildiği üzere, bir taht uğruna; yapılan ince hesaplar doğrultusunda hayatını kaybetmiş İnsan…
Daha şimdiden iki tane canını, saçma sapan sebepler üzerine harcadığını fark eden İnsan, bu kez başka bir yerde Dünya’ya merhaba demek istemiş…
Üçüncü şansında, gözlerini bir gemide açmış…
Artık o kabileden çok uzaklardaymış ve nedense kendini güvende hissetmeye başlamış…
Yarı kapalı gözlerle, onu saran annesine bakmış ve annesinin ayağındaki pranga’yı fark etmiş…
Gemiye tıkıştırılıp, meçhul bir geleceğe doğru sürüklenen onlarca köleden birisinin çocuğuymuş meğersem…
Yine de üzülmemiş… En azından başına daha önceden gelenleri düşünmüş, ve bir de burada şansını denemek adına hiç sesini çıkartmamış…
Engin patates tarlalarında, kırk derece azgın sıcaklığın altında, zincirlere vurulmuş kara bedeni ile, geçimini sağlamaya başlamış, beyaz efendisinin…
Ve yine karın tokluğuna…
Artık canına tak etmiş insanın ve bir yolunu bularak kaçmaya çalışmış…
Sırtına isabet edecek, beyaz efendisinin çiftelisinden çıkan mermiyi hesap etmeden koşmaya başlamış…
Ama üçüncü canında da, mutlu sonu yakalamaktan çok uzakmış…
Dördüncü canını yaşamak üzere, Dünya’ya gönderilmeden önce, bu sefer, köle olarak doğmayı reddetmiş insan…
Tanrı’da onu duymuş ve isteğini yerine getirmiş…
Bu kez, köle değil, bir toprak ağası olarak Dünya’ya gözlerini açmış İnsan…
Emrinde çalışan onlarca maraba, verimli topraklarından topladığı tonlarca mahsulü ve bölgedeki nüfuzu ile göz dolduran, karizmatik bir toprak ağası…
Ama bu kez de başına dağdaki eşkiya musallat olmuş… Sürekli kendisinden haraç istiyormuş.
Dördüncü canı da, eşkiyalar tarafından pusuya uğrayarak öldürülmesi sonucunda heba olmuş….
‘’Bir de kadın olmayı deneyeyim bari’’, demiş İnsan! Ve beşinci canında, kadın olarak Dünya’ya gelmiş…
Kendini bir odada bulmuş. Yatak odası!
Karşısında ise, üzerindeki fistanı baldırına kadar çekilmiş, kocası olan bir Arap duruyormuş…
Kendisini korumaya çalışmış ama azgın kocasının elinden kurtulamıyormuş bir türlü…
Direnmeye başlamış ama nafile…
Sonunda kocasını ısırıvermiş ve hemen ardından başına aldığı bir darbe sonucunda kanlar içerisinde yere yığılmış…
Geçirilen beyin kanaması , beşinci hakkının da yitirilmesine neden olmuş.
Altıncı hakkında , doğum yaparken ölmüş…
Yedinci hakkında, bir asker olarak gözlerini açmış ama bu sefer de yanı başında patlayan bir bomba ölümüne sebep olmuş…
Sekizinci hakkında ise idam saatini bekleyen bir mahkum olarak açmış gözlerini…
Sonu malum!
Ve… Artık tek bir hakkı kalmış İnsanın…
Bunu ne pahasına olursa olsun, iyi kullanmalıymış…
Tanrı’ya yeniden yalvarmış insan!
Artık sorunsuz bir hayat sürmek istiyormuş ve Tanrı; kulunun bu isteğini, son sefer olmak üzere geri çevirmemiş…
İki çocuklu, güzel bir eşi ve saraylara denk bir evi ile harika işler başaran bir şirketin CEO’su olarak, Dünya’ya gözlerini açmış insan…
‘’Daha ne isteyebilirim ki? Sonunda başardım işte!’’diye düşünmüş; İnsan…
Ta ki, tüm serveti, ve ailesi, bir ekonomik kriz sonucunda avuçlarının içinden, kayıp gidene kadar…
Terlemiş… Hem de çok…
Beş parasız ve aciz kalmış İnsan…
Tek bir çaresi kalmış artık. Kaderine boyun eğerek, sonsuz yaşama doğru teslim olmak…
Eline bir silah almış ve uzun uzadıya, kendini öldürmek ile öldürmemek arasında gidip gelmeye başlamış…
Silahını yavaşça şakağına doğru götürdü, kapattı gözlerini ve sonunu kabullenmeye çalıştı…
Parmakları tetikte iken, ayağına bir şeyin dokunduğunu hissetti…
Tüylü bir şey!
Yıllardır beslediği, kedisi , mırıldanarak ona bakıyordu…
O da, silahını başından uzaklaştırarak, kedisine bakmaya başladı…
İkisinin de bakışları kenetlenmişti adeta birbirine…
Sonra kahkahalarla gülmeye başladı İnsan, gözlerinden yaşlar akarak!
Sadece gülüyordu…
Ve sonra aynen şöyle düşünmüş!
‘’Senin dokuz canın da , yaşayacağın tek bir hayatın var! Benim ise onlarca!
Senin dokuz canın da, yaşayacağın tek bir sevincin ya da hüznün var! Benim ise yüzlerce!
Senin dokuz canında, seni bekleyen tek bir kaderin var! Benim ise binlerce!
Al bu özelliğin senin olsun… Ben bu kadar çok belirsizliklerimle, zaten bu işin üstesinden gelemem…
Elveda!’’