Kemal Burkay Ve Yeni Bir Kürt Oluşumu -I-
Bir hareketin başlangıcı, süreci ile bu hareketin gövdesi, kolları doğru bilinmeden o hareketin geleceği için rol kesmek/rol vermek sadece zaman kaybına yol açacaktır.
Türkiye’nin zaman kaybına tahammülünün kalmadığını, ana kuzusu çocuklarımızın yürek yakan cenazelerine bir tane daha eklemeden şiddeti sonlandırması gerektiğini defalarca söyledik, yazdık. Geldiğimiz nokta barışa en yakın olduğumuz nokta; bunu birileri sabote etmeye çalışsa da… Zaten barış süreçlerinin savaş lobileri tarafından –hiç olmazsa geciktirilmesi çabası yeni olmadığı gibi çok tanıdıktır da. Rahmetli ÖZAL, ERBAKAN sorunu şiddetsiz çözmeye kalktıklarında savaş lobisi -hem en olmaz yerde/zamanda şiddeti arttırmışlardı ve hem de barış isteyen taraflar bertaraf edilmişlerdi. Bunun detayına girmek istemiyorum ancak, iki devlet ve hükümet adamının başına gelenlerin sadece sorunu bir an önce şiddetsiz çözmeye çalıştıklarından kaynaklı olduğunu bilmemiz yeterlidir.
Bugün de yaşanan budur; ÖCALAN “sorunun çözümüne en yakın olduğumuz bir süreçten geçiyoruz, artık silaha gerek kalmamıştır” der demez Silvan baskını planlandı ve birkaç gün sonra 13 askerin hala neden ve nasıl (ve böyle kolayca) vurulduğu merak konusu bir şekilde hayatını kaybetti. Bütün bunları barış süreçlerinin maalesef böyle sancılı olduğunu söylemek için anlatıyorum. Ancak asıl bugün bu barış sürecinden -sancılı da olsa geçerken farklı alternatiflerin devreye konulmasını anlatmak istiyorum.
Evet, doğru tahmin ettiniz; Kemal BURKAY’ı yazacağım. Kemal BURKAY “kimdir, necidir, necedir”den ziyade ona biçilen rolün içinin dolu mu boş mu olduğunu, ona yüklenen misyonun temsil kabiliyetinin olup olmayacağını anlatmak istiyorum.
Yazımın giriş kısmında “hareketlerin başlangıcı, gövdesi ve kolları”ndan söz etmiştim. Biliyoruz ki Kürt ulusal/milli hareketi özellikle 1970’li yılların sonlarında 30 civarında fraksiyonla boy gösteriyordu. Gençlik ve liseli yıllarım olduğu için çok iyi hatırlıyorum, sadece Diyarbakır’da onlarca Kürt grup birbiriyle kavgalı mücadele veriyor! Ve kanaatimce hiçbir yerde olmadığı kadar paramparça olan bu Kürt solu bir arpa boyu yol alamıyordu.
12 Eylül darbesi sonrası başta Diyarbakır cezaevinde olmak üzere diğer illerde yakalanan, gözaltında olan, tutuklu, hükümlü herkese APO’cu muamelesi yapıldı. Hatta adeta APO’culuk dayatıldı. Benim gibi gözaltı ve işkence süreci yaşamış pek çok kişi ile sohbetlerimde aynı muamelenin farklı yerlerde “adeta planlanmış şekilde” uygulandığını duydum. Zira 1980 darbesinden sonra gözaltına alındığımda bana sorulan ilk soru talebelerle, APO’cularla ilişkim oldu. İşkencenin en arttığı demde ise “siz APO’cuları Allah bile kurtaramaz” naralarıyla darbelerini/işkencelerini sürdürüyorlardı. Oysa ben ömrümün hiçbir döneminde APO’cu olmamıştım. Bu itham defalarca tekrarlandı.
Demem o ki; Devlet düşmanını belirlemiş ve bütünüyle Kürtler potansiyel suçlu olarak değerlendirilmişlerdi. Bunu söylerken insafsızlık yapmıyorum. Cumhurbaşkanlığına kadar yükseltilen S. DEMİREL’in “kriminal halk” yargısı durduk yerde dillendirilmemişti. Söyleyene ve söyletene baktığımızda devletin Kürtlere hangi gözle baktığı ayan beyan ortaya çıkıyordu. Aynı DEMİREL ve dönemlerinin en üst düzey yöneticilerinin “26 isyanı bastıran devletimiz 27. sini de bastıracaktır” anlayışlarını dile getirirlerken top yekûn Kürtleri kastetmekteydiler. Bu anlayışla devlet aklı ayrı ayrı fraksiyonlarla uğraşmayı değil, bir tanesiyle uğraşmayı daha ehven görmüş olabilir.
Zamanında parçalı olan Kürt siyasi oluşumların erimesine çalışan devlet geldiğimiz noktada alternatif bir Kürt siyasi hareketinin/oluşumunun doğmasını arzulamaktadır. Bunu yanlış bulmuyorum. Alternatiflerinin siyasi talepleri daha zenginleştireceği bir gerçektir. Lakin bunun hakim olan güç (devlet) eliyle olması alternatif olan oluşumu baştan sorunlu kılmaktadır.
İşte tam bu minvalde Kemal BURKAY’ın yurduna dönüşü (ki son yılların en sevindirici gelişmelerden bir tanesidir) akla “devlet yeni bir Kürt siyaseti doğuruyor” fikrini/şüphesini getiriyor. Biliyoruz ki 80’li yılların başında Kemal BURKAY’ın grubu da dâhil 30 cıvarındaki Kürt solu hızlı bir şekilde APO’cu yani PKK potasında eriyip yok olmaya yüz tuttu. Zaten bu süreçte PKK de kendi dışındaki ulusal örgütlenmelere asla izin vermedi.
Nitekim bu halkın bağrından çıkan, inancını taşıyan ve sorunun geleneksel varisi olan rahmetli Abdulmelik FIRAT bile Kürt Sorunu bağlamında ciddi başarı ortaya koyamadı. Şahsen Rahmetli FIRAT’ın“duruş” olarak ortaya koyduğu pratiği son derece takdire şayan buluyorum. Ancak PKK’nin “kendisi dışında güç kabul etmemesi” hiçbir hizbin başarılı olmasına imkân vermemiştir. İşte böyle bir süreçte Kemal BURKAY’ın ülkeyi terk etmek zorunda kalmasının akabinde (istisnalar hariç) bütün Kürt gruplar ya kendiliğinden ya da dayatmalarla PKK ile birleşerek bir güç birliği oluşturmuşlardır. Devam edecek…
birebir çözüm önerileri olmalı...değil mi...
Ağustos 12th, 2011 at 18:04