Kelkit Vadisi’nde Çam Ağaçları Çatırdıyor
Yeşilırmak’ın en önemli kolu. Kuzey Anadolu kıyı dağlarının güneyinde, derin bir vadi oluğu içinde, doğu-batı yönünde akan ırmak Spikör (Gümüşhane Dağları) Dağı’ndan doğar; Koyulhisar, Reşadiye, Niksar kasabalarından geçer ve Erbaa’nın kuzeybatısında Yeşilırmak’a karışır. Uzunluğu 373 km.dir.Ben bu çayın Reşadiye ile Niksar arasında kalan vadisinde yetiştim. Ve bu çayla cebelleşerek büyüdüm. Bu nedenle onun nemi onun coşkun akışı, onun sesi ve ürkütücü akışını yazları azalıp bizimle dost oluşunu yaşayarak büyüdüm. Kelkit baharda coşkusundan öfkesinden korktuğum baba, yaz geldiğinde sevgisinden serinliğinden faydalandığım. Şırıltısını dilediğim ana, içine girip yüzmeye çalıştığımda şakalaştığım akranım arkadaşım. Evet, ben çocukluğumda Kelkit'in kenarında, yemyeşil olan Kelkit'in vadisindenim. İnkâr etmek ne mümkün; Kelkit'in kenarındaki her nesne ağaç, kuş, taş-kaya, yosuna olduğu gibi, Kelkit'in bana verdiği çok şey var.
Şimdilerde Kelkit'i beton kanallara hapsedip, Kelkit'in hayat verdiklerinin canına kıyıyorlar. Ben Kelkit'i hücreye kapatılmış bir dost yoldaş gibi düşünüyor üzülüyorum. Kelkit'i beton kanalara kapatanlara onu beton kanalda akıtarak etrafından yalıtanlara. Babamı anamı, kardeşimi, dostumu hücreye kapatmışlar. Onun ölmesini istiyorlarmış gibi kızıyorum ve üzülüyorum. Bu vadiye Munzur’a, Alyona’ya Abdal Musa ve çevresine kısaca ülkemin her karış toprağındaki canlılığa kasteden bu güzellikleri bozan paragöz kalpazanlara öfkeleniyorum. Sadece kendi adıma değil, kurdun, kuzunun, kuşun, kaplumbağa ve tavşanın, çınar ağacının, otun ve böceğin adına. Çünkü ben bir insanım. Madem ki insanım; o halde insan gibi algılamalı ve yaşadığım ortama saygı duymalıyım. İnsan olma vasfıma uygun sorumluluğumun gereğini yapmalıyım.
Kendime görevimi insan olmamın sorumluluğunu hatırlatırken, dostlarıma da, yani bu vadi de yaşamaya devam eden başta muhtarlara, hala oranın havasını soluyup güzelliğini yaşayanlara, aynı zamanda yıkımı görüp üzülenlere ya da ne yapayım adam sen de diyenlere, yine bu köyleri güzelleştirmek ve insanlarının arasında kopmaya yüz tutmuş bağları onarmaya çabalayan ya da bu iş için köy derneklerinin yönetimine seçilmiş olanlara, bu yöreleri güzelleştirmek, sadece çayların üzerine bedelini halktan toplayarak köprü yaptırmak yetmiyor. Var olanları da korumak gerekiyor. Yoksa birileri çıkar: 'Hey siz hala orada mısınız? Oradaysanız niye seyirci kalarak üç maymunu oynamaya devam ediyorsunuz?' diye sorar. Tabi, bu soru yanı başında şöyle bir kuşkuyu da taşır: Yoksa kirli olanlar sizi de mi kirletti?
Hani firavunların Mısır da ki mezarlarını yapanlar, firavunun mezarına taş koyanlar kendilerince tarihe not düşmüşlerdir. Demişlerdir ki: 'Biz insanız. Açlığımız ve yoksulluğumuz, insan olma becerimizi alt edemedi. Ama bu anıtlar da bizim köleliğimizin ve firavunu, firavunluğunun anıtı olarak size bıraktık.' Bu gün bu anıtlara bakanlar firavunun ihtişamını görürken köleliğe teslim olmuş on binlerce emekçinin acı içindeki yüzünü de görürler. Siz kendi nefes alma hakkını savunmaktan aciz duruma gelirseniz, firavun mezarı gibi oyulan ve oyuldukça, bu çukura Kelkit'in suyu ile birlikte gömülecek olan geleceğimizi de seyrediyorsunuz. Unutmayın; bu aynı zamanda sizin de geleceğiniz. Bu gün oraya gömülecek olan, biraz da biz seyircileriz. Çünkü yedi metre genişliğinde, 0n metre derinliğinde ve en az altmış kilometre uzunluğundaki çukur, iki tarafına yapılan altışar metre genişliğindeki yol, çok firavun cesedi alır. Seçildikleri ya da atandıkları kurumlarda görev başında olanlar. Eğer görevinizin gereklerini yapmaz iseniz, o zaman firavunun mezarını yaptırmak için, köleleri kırbaçlayanların işini yapmış olacaksınız. Tarih herkes için kendi notunu yazacak, yazar da. Ama tarihin eli yoktur, bizim elimizle yazar.