Kelime-i Şehadet
ine söylüyorum. Ben bir sanatçıyım ve sanatımla ilgili şeyler yazmayı çok seviyorum. Örneğin son yazdığım GERÇEKSİZLİK adlı öyküyü büyük bir zevkle yazmıştım. DAMARDAN serisi olarak başlayan ve güncel problemler ve din ağırlıklı konuları içeren seri, gerçekte istemim dışında oluşmuş, pek de yazmak istemediğim bir seriydi. Lakin DAMARDAN serisinin konuları benim yakamı bırakmıyor ve yeniden enerjim bu konulara akıyor. Şimdi yazacağım yazının konusu, yaşadığım bazı olaylar sonucu yakama yapıştığı için, “şöyle oldu, böyle oldu, şu şunu dedi” biçiminde öyküleştirilerek yazılmış bir anı-denemedir. Oysa ben öykülemeyi sadece sanatsal ürünlerim için kullanmayı isterim..neyse…
KELİME-İ ŞEHADET
Ne zaman yaşam ve dinle ilgili karışıklıklar oluşsa kafamda, Öjen’in yanında alırdım soluğu. Bu Hıristiyan arkadaşla hararetli tartışmalarımız olurdu. Hıristiyan’dı, İncil’i iyi biliyordu ama Tevrat’ı neredeyse satır satır ezbere biliyordu. Papaz olmadığı halde, engin bilgisinden dolayı kendisine Katolik kilisesinde bir oda verilmişti. Kuran’ın vahiy olduğuna inanmıyordu ama Kuran’ı “Müslüman’ım” diyen bir çok kişiden çok daha iyi biliyordu. Kuran’ın vahiy olmadığıyla ilgili tezini heyecanla şu şekilde söylerdi.
-Ne yani, İsa bir daha mı çarmıha gerildi, Musa bir daha mı kızıl denizi yardı, kardeşleri Yusuf’u bir daha mı kuyuya attı.. vs. vs….
Bu “bir daha mı” diye tekrarlarıyla Kuran’daki bir çok şeyin zaten Tevrat ve İncil’de olduğunu belirtmek istiyordu.
Buna karşılık ben de diyordum ki,
-Ne yani Allah bunları yeniden hatırlatamaz mı? Hele bizim gibi hafıza ve akıl özürlü kulları varken..
Birlikte gülerdik.
Tartışmalarımızın büyük kısmını birbirimizin dinini eleştirmemiz kapsardı.
Ben Teslis’den dem vururdum. O da karşılık olarak “Sizin Muhammed’e salavat getirmeniz nasıl bir şey peki” derdi.
Ben İsa’nın çarmıha gerilmiş heykellerinin kiliselere konmasını eleştirirken, o, “ Sizin Muhammed’in ismini camilere asmanıza ne demeli?” derdi.
Ben İznik konseyinde çarşafa konulup sallanan İncil’lerden dem vurunca, o da, Muhammed’in miraç yolunda diğer peygamberlere namaz kıldırmasından bahsederdi.
Her tartışmamızda birbirimizin diniyle ilgili bildiğimiz yanlış şeylerin aslında kendi dinimizle ilgili hurafeler olduğunu biraz daha kavrasak da, insan zaaflarından biri olan kendini üstün görme özelliğinin etkisinde dinlerimizi yarıştırmaktan vazgeçemezdik.
“BENİM PEYGAMBERİM SENİN PEYGAMBERİNİ DÖVER.”
Tarih boyunca insanoğlunun yaptığı şey de buydu. Din’i, üstünlük aracı olarak KULLANMAK… Peki insan niye üstün olmak için bunca çabalar?
BAŞKA İNSANLARI KULLANMAK İÇİN.
Bu kadar basittir aslında. Kendi üstünlüğünü ilan edip, bunu güç aracı olarak kullanarak başka insanları etkisi altına almak ve onları maddi manevi sömürmek…
Tarih boyunca bunun savaşından başka bir şey verilmemiştir.
Her neyse… bir gün gene biz böyle hararetli hararetli tartışırken, orta yaşlı koyu kumral zayıf bir adam geldi. Bir Hıristiyan.. oturup beklemeye başladı. Kimi bekliyordu şimdi hatırlamıyorum. Tartışmanın neresinde konuya dahil oldu onu da hatırlamıyorum. Ama dinler konusunda söylediği bir iki cümle beynimdeki bir iki kilidi açtı sanırım. Aynen şöyle demişti.
-Bir piramit düşün, bunun her bir yüzü bir dinse eğer varılan yer aynıdır. Piremitin tepesinde Allah vardır. Yollar ayrıdır ama varılan yer aynıdır. Sen doğrul da, hangi yolda olursan ol.
Sonra adam kalktı ve giderken bana “Allah seninle olsun” diye dua etti. Bizim “Allah yar ve yardımcın olsun” duasına benzer bir dua. Yollarımız ayrı bile olsa ne çok ortak yanlarımız var diye düşünmüştüm.
Bu karşılaşmadan sonra, Kuran’daki teknik ayrıntılar veya dinlerin birbirinden farklılığı gibi konulardan ziyade “Allah benim nasıl bir kul olmamı istiyor?” sorusuna yoğunlaştım.
Öldürme!
Yalan söyleme!
Namaz kıl!
Yalan söyleme!
Adil ol!
Anana babana saygılı ol!
İçki içme!
Şunu yap, bunu yapma.. vs.. vs…
Bu emirleri yerine getireydim de, kocaman bir “Nasıl” sorusu gelip yolumun üzerine dikiliyordu.
Yol tamam da bir de YÖNTEM* e gerek vardı. Bir şeyleri yaparsın veya yapmazsın ama bu edim için 1. İrade 2. İdrak 3. Tecrübe gerekliydi. Adil ol? İyi de nasıl? Adil olayım derken enayi de olabiliyordun. Herhangi bir olayda kimin neyin aleyhine veya lehine olacağını bilebilmek için idrak e ihtiyacım vardı. Veya Kur’an’da içki yasaktı ama sigara da aklı kapatan bir şeydi ve onu içerken suçluluk duyuyordum ama bir türlü bırakamıyordum. Sigarayı bırakabilmek için iradeye ihtiyacım vardı. Veya bir arkadaş toplantısında çevrilen kahve fincanlarına cesaretle “Fal dinimizde yasaktır” diyerek karşı duramıyordum. Yalan söylemeden yaşamak da bu devirde bayağı bir beceri istiyordu. Nasıl? Veya öfkene hakim ol deniyordu.. NASIL? Nasıl?
İşte bu noktada arayışlara giriyorsunuz. Ve ister istemez İslam mistizmine yani tasavvufa dalıyorsunuz çünkü nefs tezkiyesiyle ve Kuran’ın batın yüzüyle en çok ilgilenen İslam’ın bu dalıydı.
Tasavvuf bir havuz… Bi daldın mı görüyorsun ki, kirli su da akıyor içine temiz sular da. Tasavvuf sarp bir kaya.. çıkıyorsun, çıkıyorsun bir bakıyorsun kayanın dibine yuvarlanmışsın. Karma karışık bir sürü bilginin içinde eğriyle doğruyu nasıl ayıracaksın? Bu aşamada bunu bilen kişiler arıyorsun. Lakin bir bakıyorsun ki, aradığın kişilerin senden fazla bir farkı yok. Belirli tarikatlar var ve buralar tamamen bir tür erkek kulübü biçiminde çalışıyor. Herhangi birine gittiğinde senden önce kapanman isteniyor. “Yaşam şartlarıma uygun değil” desen, “hayır” diyorlar hemen, “bu senin nefsine ağır geliyor da ondan.” Daha işin başında ÖNYARGIYA tosluyor ve dışlanıyorsun. Ve zaten “iyi ki dışlanıyorum” diye düşünmene neden olan delilleri bir bir başka kadınların üzerinde görüyorsun. Bakıyorsun ki, kadınları pek adamdan sayıp, onlarla konuşmuyorlar bile. Kanımca tarikatlar günümüzde işlevini yitirmiş, bir çok bilginin ya kaybolduğu ya da yanlış uygulandığı, erkeklerin bir tür ego tatmin yerleri olup, kadınları da bu ego tatminini destekleyen hizmetçiler olarak kullandıkları bozulmuş yerler.. Ayrıca her bir tarikat bir başka tarikata pislik atmadan neredeyse varlığını sergileyemiyor.
BENİM TARİKATIM SENİN TARİKATINI DÖVER.
Bu kez başka mistik öğretilere dalıyorsun. Bakıyorsun ki daha açık seçik bilgiler ve teknikler var ve onlarla ilgilenmekten kendi çevreni unutuyorsun. Sonuçta bu mistik konulara girdin mi ne Kuran’daki veya dindeki teknik ayrıntılar, ne ilmihal yani kal ilmi, ne tarihteki uygulamalar, ne Kuran’daki miras hukuku falan… ilgilenmiyorsun... Başka dinler ne, tarikatlar falan ne, çoğunluk dinin neresinde neyle uğraşıyor? Hiç biriyle uğraşmıyorsun. Sadece kendi nefsinle uğraşmaya başlıyorsun. Kuran’daki ahlak felsefesinin dışındaki yerler seni ilgilendirmiyor. Kendimi nasıl eğitirim? Nefsimi nasıl temizlerim?
Nefs terbiyesi… bu bayağı zor bir şey. DOĞRULMAK, zor bir şeydi.
Öjenle çekişmelerimizin biri de, derdi ki,
“Hıristiyan olmak çok zordur seneler seneler seneleeeeer sürer oysa siz bir kelime-i şahadet getiriyorsunuz hooop Müslüman oluyorsunuz.”
Geleneksel İslam’la bağlarım geçmişte olmadığı için ve Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya çalıştığım için,
-Öjen inan Müslüman olmak da çok zor. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak deveye hendek atlatmak gibi bir şey.” ve sadece kelime-i şahadet getirmeyle Müslüman olunacağına inanmanın yanlış bir şey olduğunu söylerdim ki günün birinde kelime-i şahadet hakkında yazı yazmak zorunda kalacağımı hiç düşünmezdim.
Ama benim Beynim 24 saat kibrimden nasıl arınıcam, öfkeme nasıl hakim olucam, mütevazi olayım derken incinmeme becerisini nasıl göstereceğim vb. vb. gibi meselelerle neredeyse 24 saat meşgulken böyle basit bir şey üzerinde insanların polemiğe falan girdiğini fark etmek beni şaşırttı.
Kelime-i şahadet Öjen’i kaybedişimden bu yana neredeyse hiç düşünmediğim, Öjen’i tanımadan önce geçmişte de durup düşünmediğim bir konuydu.
Lakin face’de bir tartışmaya istemeyerek girip aforoz edilerek çıktıktan sonra üzerinde düşünmeye başladım, ki tartışma kısaca şöyle oldu.
-------------------
Tartışmada la ilahe illallah muhammedin rasulullah demenin kelime-i tesniye olduğunu(ki bu kavramı da ilk kez duymuştum) ve la ilahe illallah’ın arkasına muhammedin rasullullah getirmenin şirk olduğunu, yani Muhammed'i Allah'a ortak koşmak olduğunu, bu iki cümlenin yan yana getirilemeyeceğini söylüyorlardı ki, kendi nefsimin hileleriyle kafayı bozmuş bir insan olduğumdan böyle küçük ayrıntılar üzerinde cedelleşmenin ne kadar saçma olduğunu bilmeme rağmen konuya dahil oldum.
Ve bunun şirk olamayacağını sadece iki doğru cümlenin yan yana yazılması demek olduğunu, buna şirk demenin şirk kelimesinin anlamını genişleteceğini, kavramlardaki anlam kaymasının anlam genişlemesiyle başladığını, eğer “Allah’dan başka ilah yoktur Muhammed onun ortağıdır” denirse o zaman ortak koşma sayılabileceğini söyledim ama anlaşılmadı. Tezimi ispatlamak için, “o zaman bu iki cümleyi bir metin içinde yan yana yazsam, yanına da Kur’an Allah’ın kitabıdır, Cebrail melektir, ben de Allah’ın kuluyum desem Muhammed’i , Kun’an’ ı , Cebrail’i ve kendimi, Allaha şirk koşmuş mu olurum?” dedim, olmadı. “Peki bunları yan yana değil alt alta yazsam gene şirk mi olur?” dedim olmadı.“Sizin ki bir tepki.. Muhammed’in yıllarca putlaştırılmasına karşı..Bunu anlıyorum ama şahadet cümlesi üzerinden bunu göstermeye çalışmanız yanlış” dedim olmadı. Çünkü yanlış yerden sorunu ele alıyordum, önce şirk nedir onu tartışmamız gerekirdi. Ama sorunu çözebilir miydik bilmiyorum? Çünkü şirke misal de verdim.
Mesela ünlü bir hocanın “biz diriliğimizi Muhammed’den alıyoruz” demesinin tam bir şirk olduğunu söyleyerek… Burada sadece Allah’ın yapabileceği bir şeyi bir kulun da yaptığı iddiası vardı ve şirk tam da buydu. Bu kelime-i tensiye mi her neyse.. buna kirk desinlerdi, yirk veya pirt..ama şirk demek doğru değildi.. İki doğru cümlenin yan yana gelmesinden rahatsız olmayla, buna şirk demenin başka şeyler olduğunu ne kadar uğraşsam da anlatamadım ve şathiye yapmak zorunda kaldım ki bir şeyi anlatmak için tersini abartarak söyleme sanatı, bir şeyin anlaşılmasında çok etkili olmasına rağmen bir işe yaramadı.
Yaptığım şathiye şuydu.
“Bundan sonra size tepki olarak, Allahtan başka ilah yoktur Muhammed de ona ortaktır diyeceğim belki ne demek istediğimi anlarsınız.” Bu sözle de anlaşılmayınca daha da abarttım ve ikinci şathiyemi yaptım.
“ Allahım affet, bu insanların ne demek istediğimi anlamaları için bundan sonra, "Allahtan başka ilah yoktur, Muhammed de onun sol .aşağıdır" diyeceğim.. ama sen bunu niçin söylediğimi anlarsın rabbim beni affet...”
Ne yazık ki ne yapmak istediğim anlaşılmadı ve şu yorum geldi
"Mukadder, Yukarıdaki mesajınla şeytandan ilham aldığını ispatladın. Senin bu saygısız ifadenden dolayı kınıyorum ve senin burada bir süre yazmaman gerektiğine inanıyorum”
Silindim, ben, söylediğimin nasıl anlaşılıp yorumlanacağını anlayıp da yorumumu kaldırma fırsatı bulamadan… Yani yanlış anlaşıldığımı bile ifade edemeden başladılar yorum asmaya. Ne müşrikliğim kaldı, ne şeytan dostu olmadığım, ne Allah’a ve peygambere ağza alınmayacak hakaretlerde bulunduğum, ne de başka bir şey.. aman tanrım! Engizisyon mahkemesinin aforozunun nasıl bir şey olduğunu sanki birebir deneyimliyordum. Eli kolu bağlı birine sürekli gelen vuruyordu giden vuruyordu. En çok da dost bildiklerim gül yarası açıyordu. Bir de alaycı bir biçimde “Natyeş” olduğumu söyleyerek benimle dalga geçtiler, koca koca adamlar.. Sözlüklere baktım anlamını bulamadım. Eğer kötü bir sözse, bu sözü ahrette ateş topu halinde yutmaları ihtimal, çünkü çok üzüldüm ve günlerce uyku uyumadım ağlamaktan gözlerim kan çanağına döndü. Hatta bir ara “ben gerçekten şeytandan ilham mı alıyorum?” diye kendimle ilgili vesveseye bile kapıldım. Bir ara “yaptığım şathiyeden ötürü ya çarpılırsam!” diye de korktum Kısacası korkunç bir kaç gün geçirdim. En büyük acıyı, bilgili bazı kişilerin bunun şirk olmadığını bildikleri halde, çoğunluğa ters düşmemek için sustuklarını öğrendiğim zaman yaşadım.
Biraz sakinleşince olay üzerine düşündüm. Ve kendimi haksız değil ama hatalı buldum.
1.Hiç üzerime vazife olmayan bir konuda durup dururken tartışmaya girmiştim, bu nefs terbiyesinden sınıfta kalmam demekti.
2.Söylemek istediğimi söylemeyi beceremeyip gereksiz yere şathiyeyi abartmış, kabalaşmıştım, bu da sınıfta kaldığım anlamına geliyordu.
3.Her zaman başıma gelen yanlış anlaşılmaya maruz kalmıştım gene ki, bu da soğukkanlı olamamam ve her zamanki aceleci ve duygusal tavrım yüzündendi. Gene sınıfta kalış..
Ve sonra şunu dedim yüce Allah’a
“Allah’ım her şeyde bir hikmet vardır, bu olayı yaşamam, belki de kelime-i şahadet üzerinde düşünmemi sağlamak için bir uyarıdır.”
Ve düşünmeye başladım. Yazacağım yazı olgunlaştıkça konu hakkında yazmak istemedim ve bir türlü kalemi eleme alamadım taa ki, Face’de “Ateist sorgulamalar” adlı profilde bu konuyla ilgili bir paylaşımı görene kadar. Paylaşım aynen şöyleydi:
-------
Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve resûlü
Kelime-i Şehadetin anlamı
“Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur . Yine şahitlik ederim ki hazret-i Muhammed(s.a.s) Allah’ın kulu ve peygamberidir”
Şahitlik: Bilen, tanıya, şahadette bulunan, beş duyusuyla bir şey hakkında bilgi edinen, tanık.
MÜSLÜMANLAR DİNİNİN TEMELİNİ YALAN ÜZERİNE KURARLAR
-----
Bu kadar.. ve bu yazıda yanlış diyebileceğim tek bir satır yoktu. Konu üzerinde düşünmek de beni aynı yere getirmişti. Şu şekilde:
Düşünce sistemimde önce cümleyi ikiye ayırmıştım ki zaten iki cümleden oluşuyordu.
1. Allahtan başka ilah yoktur
2. Muhammed onun elçisidir.
Önce Allahtan başka ilah yoktur üzerinde düşündüm.
Ben Allah’ın varlığı ve yokluğu konusuna agnostik olarak yaklaşan biriydim. Yani, Allah’ın varlığının veya yokluğunun ispatlanmış bir şey olmadığını, yani bilinemeyeceğini savunan biriydim. Eğer varsa kendi varlığını ancak kendisi bilebilirdi.
Dolayısıyla Allah’tan başka ilah yoktur sözünün ancak kendisi söyleyebilirdi.
Nitekim Kur’an’da da kendisi söylüyordu zaten. Benim Allahtan başka ilah yoktur diyebilmem için, 1. Allah’ı bilip görmek gerek ki, benim bir kul olarak böyle bir algı biçimim yok. Yani bende mevcut olan algı biçimiyle bunu bilemezdim, bilmiyordum 2. Allah’ı bilip gördükten ve varlığından emin olduktan sonra, ondan başka hiçbir ilahın olmadığını(yani bütün alemleri gezmem, bu algı biçiminin çok üzerinde bir algı biçimine sahip olmam, gezdiğim gördüğüm yerlerde önce Allah’ı görmem ve bu gördüğüm Allah dışında bir şey görmemem) görmek gerekiyordu ki, böyle bir şey bugünkü algı biçimimle mümkün değildi. Ben kesin bir bilgiyle bilmediğim için kendimden emin bir biçimde Allahtan başka ilah yoktur bile diyemediğim halde, nasıl olur bir de buna ŞAHİT(tanık) olduğumu söyleyebilirdim? Yani nasıl,
“Şahitlik(tanıklık) ederim ki Allahtan başka ilah yoktur” diyebilirdim? Bundan emin olamam ama Allahtan başka ilah olmadığına İNANABİLİRDİM sadece. Ve inancımı yüzde yüz gerçekmiş gibi başka insanlara dayatmaya da hakkım yoktu.
Yani demem şu: Allah’ın benim nefsimde ve çevremdeki delilleriyle var olduğuna inanabilirim, bu konuda ikna olabilirim ama onun var olduğunu kanıtlayamam. Allah benin kendisinden başka bir ilah olmadığına Kur’an’daki ayetlerle ikna ediyor, inandırıyor (Enbiya 22), benim yapabileceğim tek şey, biri din konusunu açtığında kelime-i şahadet getirmek yerine, Kur’an’a yönlendirmek olabilir sadece. Bunun ötesi haddini bilmezlik olur. Ki nitekim hilafeti kılıç zoruyla almış olan Emeviler, insanları da kılıç zoruyla Müslüman yaparken, bu cümleyi söyletmişlerdir. Müslüman olmak ise böyle cümleleri söyleterek veya zor kullanarak olmaz, kişinin kendi iradesiyle seçeceği zorlu bir süreç işidir.
Kelimeyi şahadet getirerek Müslüman olunamayacağı gibi getirmemekle de dinsiz olunmaz. Aksine, bir adam durmadan La ilahe İllallah; Allahu ekber; Muhammed rasulullah; Allah Allah; Allahumme salli ala Muhammed; vb, vb sözlerini sağa sola duyuracak şekilde söyleyip duruyorsa, büyük ihtimal ya imanı zayıf, ya günahı çok, ya da münafıktır. Ve bu gösterişçi tavrıyla ancak salakları kandırır, böylelerinden uzak durmak gerekir.
Sevgi ve iman arttıkça, dil, susar.
Kelime-i şahadetin, Ali İmran 64 e dayandırıldığı söyleniyor:
“Deki “Ey ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin. Allahtan başkasına kulluk etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim Yüz çevirirlerse şöyle de: ŞAHİT OLUN(tanık olun) biz Müslümanlarız. Allah’a teslim olanlarız”
İyi de, burada tanıklık ettiğimiz kendi Müslümanlığımız (ki ancak ondan emin olabiliriz.) Allahtan başka ilah olmadığı değil. Nitekim Ali İmran 18 de “Allah kendinden başka ilah olmadığına TANIK oluyor.” Diyerek Allah kendi tekliğine kendisi tanık oluyor dikkatinizi çekerim. Bundan normal bir şey de olamaz. Biz Allah mıyız ki Allah’tan başka ilah olmadığına tanık olalım? Nahl 51 Kasas 70 bakara 163 de Allah kendinden başka ilah olmadığını kendisi söylüyor. Bize tanık olun demiyor. Allah bizim gücümüzü aşan şeyleri bize teklif etmez.
Sonuçta kelime-i şahadet Emevi’lerin insan yığınlarını kılıç zoruyla Müslüman yaparken uydurup dayattığı bir yaptırımdan başka bir şey değildir ve birçok insanı dindar yapacağına dinden çıkarmıştır kanımca, çünkü “dinde zorlama yoktur”. Bu yaptırımın gücünü arttırmak için de Muhammeden rasulullah’ı ilk cümlenin peşine eklemişlerdir. Amaç Allah’la korkut; yetmezse Muhammed’i de ekle. Bu kadar basit. M.Ş. 23. 10.12
Not: 1)Yöntem* önemli. Sigarayı, mistizmden öğrendiğim bir teknikle bıraktım ve 12 yıldır içmiyorum.
2)Aşağıdaki link şirkin ne olduğu konusunda net bilgiler veriyor.
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/16945/sirk-nedir-ve-sirk-cesit...