Kelebeğin Rüyası ve Rüyasını Yitiren Toplum
Kelebeğin Rüyası filmini izledik. Öneriyorum siz sevgili dostlara, okur ve yazarlara, hepimize..
Çok yönlü, derinlikli, şiirsel, sosyal, iktisat tarihimizin bir parçasına dayanan enfes bir film.
Filmi, şair-yazar Yılmaz Erdoğan yazıp yönetmiş.
Edebiyatın, şiirin, şairlerin eğlenceli tarafını filme aktarmaya çalışmış Yılmaz Erdoğan.
Bu kadar duygu ve aşk dolu bir film izlemiş miydim daha önce?
Film hakkındaki yorumlar da yapıtın evrensel özelliğini vurgulamakta.
“Öncelikle filmde işlenen 1940´ların Türkiye´sinin sinematogrif açıdan beyaz perdeye yansıması, kullanılan lokasyonların derinliği, kullanılan detay çekim teknikleri ve oyuncuların sergiledikleri yüksek oyun kalitesi ve hikaye anlatılışı , Kelebeğin Rüyası´nı şimdiden Hollywood´da adından daha çok söz ettirecek gibi gözüküyor.”(CNN Türk Kültür Sanat, 05,03,2013)
Hayatı, şiiri, aşkı ve ölümü paylaşmış, iki gencin, Muzaffer Tayyip Uslu’yla Rüştü Onur’un kelebek ömrü kadar kısacık hayatlarını anlatmakta.
Zaman 2. Dünya Savaşı yılları. 1940’lı yılların başları.
Mekân; işçi kenti, yoksul ve yoksun ülkenin kömür merkezi Zonguldak.
Film dehşetengiz bir sahneyle başlıyor.
Bunun arka planındaki gerçeği yazar Mustafa Sönmez şöyle dile getirmiş;
“Milli şef” İnönü, ülkeyi savaşa sokmamak için çabalarken, erkek nüfusun önemli bir kısmı silâhaltına, hem de 4 yıllığına, alınıyor, ama bir yandan da ekonomik çarkın dönmesi gerekiyordu. Demiryolu yatırımlarının, askeri fabrikaların, şileplerin, vapurların, elektrik santrallerinin, fabrikaların kömür ihtiyacının aksamaması gerekiyordu. Kömürün merkezi Zonguldak, sonra Soma’ydı. Nüfusun dörtte üçünden fazlası köylerde yaşıyordu. Madenlerde, yol, liman inşaatlarında çalışacak işgücünü tedarik sorunu vardı. Önce sıkıyönetim ilan edildi 1940’ta ve 1947’ye kadar sürdürüldü. Ekonomik ve sosyal yaşamla ilgili sıkıyönetim için ise 26 Ocak 1940’ta Milli Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu yasa, hükümete fiyatları saptama, ürünlere el koyma, devletleştirmelere gitme gibi geniş yetkiler tanıyor ve “çalışma mükellefiyeti”ne de yer veriyordu. Mahkûmlar da çalışmaya mecbur bırakılıyordu. Bazı yörelerde kadın ve çocuk emeği de bu kapsamda kullanıldı.”(Sendika. Org, 25 Şubat 2013)
Filmdeki şairlerden Rüştü Onur’un(1920-1942) şu dizeleri de yer alsaydı bir yerde çok daha iyi olurdu.
“Sen aziz şehrim/Uykusuz yaşadığımı bilmelisin/Bütün işçilerin/Saçak altında uyuduğu bir saatte/Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan/Sen aziz şehrim/Ellerim, gözlerim kadar benimsin…”
Muzaffer Tayyip Uslu(1922-1946)’dan da bir şiir ekleyelim yazıya:
Öldükten Sonra
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan
Filmin bir-iki yerinde “Cumhuriyet en değerli varlığımızdır” isimli bir yazı vardı.
Ben bu filmi izledikten sonra daha çok düşündüm:
Ne oldu bizim toplumsal rüyamıza?
Rüyamız ne idi, niçin yarıda kaldı?
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki toplumsal kalkınma hamlesi, heyecanı nasıl sönümlendi?
Yüksek binalar yaptık, otomobiller ithal ettik, her yer alışveriş mağazaları doldu, milyonlarca genç nüfus sokaklardan taştı, kıyılar-sahiller yazlıklarla betonlarla kaplandı, milli gelirde 17.nci sırada olduk, büyük Türkiye nutukları attık..
Büyüdük, çoğaldık, tükettik,attık,sattık, satın aldık, yayıldık, genleştik her yana her yöne doğru…
Peki, gerçekten kalkındık mı, çağdaş uygarlık düzeyini yakaladık mı, yaşam seviyesinde niye 180 ülke içinde 90.ncı sıradayız?
Eğitimde, teknolojide, kadın istihdamında niye “orta sıralarda” çakılıp kaldık?
Ülkemiz “çarpık gelişme” nin ilginç örnekleriyle dolu.
Elbette kapitalizm eşitsiz ve çarpık gelişme yaratır.
Yaratır ama bu kadar da uzun süren “çarpıklık” ve bu kadar “derin farklılaşma” çok da az ülkede gözükür.
Zihniyette kelebek dokunuşlu tavırlara, politikada yeni toplumsal rüyalara en çok ihtiyacımız olan bir çağı yaşamıyor muyuz?
Zonguldak’ın tarihsel ve sosyal gerçeğinden, kelebeklerin dram ve tutkularından, onların sevda, azim ve toplumsallık dolu rüyalarından öğreneceğimiz daha ne çok şeyler olduğunu anımsayarak bitirelim yazıyı..
Filmde de geçen ve Muzaffer T. Uslu’nun dizeleriyle de noktalayalım:
“Önemli olan yaşadıklarımız
Ölmek değil..”
Bir ömre çok hayat sığdıranlara saygı ve özlemle…