Kaygı ve Kaygının Dayanılmaz Ağırlığı…
Türkçe sözlük; üzüntü, tasa, düşünce, kuruntu… diye vermiş; kaygı’nın karşılığını.
Kaygının karşılığı olarak verilen sözcükler arasında kendi kaygılarımıza bir kapsama alanı ararken, başlıklar ilişiyor gözümüze, günün gazete manşetlerinden: Kaygı dolu…
*”Yeni MİT yasası toplumda kaygı yaratıyor!...” ….fişlenecek miyiz!?... *Erdoğan'ın sosyal medya sitelerini kapatmaya ilişkin ifadeleri kaygı verici…(bu başlığın atıldığında, “inlerine gireceğiz inlerine!” denmişti ama henüz mavi kuş katledilmemişti) …… düşünce, ifade, eleştiri, iletişim haklarımıza yeni kısıtlamalar mı gelecek yoksa!?...
*Siyasetin sert dili toplumda kaygıları artırıyor…. …. adabı zorlayan kindar söylemlerle, toplumda huzur, güven, kardeşlik nasıl kurulacak!?..
*Irak’ta durum kaygı verici… Suriye’deki gelişmeleri bütün dünya kaygı ile izliyor.
….yurtta barış, dünyada barış’a ne oldu!?.. Tuzumuz biterse kimden isteriz ki, çemberindeyken savaşların…!?
*
Demek ki kaygı, olumsuzluklar karşısında geliştirilen insani bir tepki eylemi,!.. Önlem alınması konusunda bir uyarı gibi. Duygusal ve insani olduğu kadar da, toplumsal da. Çağdaşlık, yönü ağırlıkta yani…
Kuşku ve şüphecilik bilimsel bir gereklilik… Bu yönüyle de, kaygı duyma, “aydın” olmanın gereği... Kaygılı aydın, toplumun dinamosu bence!... “Suya sabuna dokunmaz’mış; pise bak!..” türündekiler ise, tatlı su samuru!... Aydın sayılır türden değil.
Kaygı bilgeliktir…
Kaygı; sorumluluktur…
Kaygı yükümlülüktür… Teşhistir. Ve çözüm yolunda atılan ilk adımdır…
Sizin hiç, “ya keşke hiç bilmeseydim, ya bilince gücüm yetseydi!..” dediğiniz ve yürekten hayıflandığınız anlar oldu mu!..? İşte size tam bir bilgelik ve aydın olma kaygısının dışa vurumu!... Ya keşke hiç bilmeseydim, ya bilince gücüm yetseydi!...
Ama şu bilinsin, gücün yettiği gün gelende, bilmeye gerek olacaktır.
*
Kaygı, kuşku, şüphe, evham, endişe…. Korku!...Bir zincirin halkaları. Toplumsal ya da bireysel… “Ya öyleyse!” kökenli düşünceden üreme hepside. Kuşku ve şüphe ile başlayıp kaygıya, oradan da korkuya evrilen düşünsel olgular...
Ne var ki; kaygı’nın; diğerleri ile var olan ilişkileri masum boyutta, kalamıyormuş bazılarında… Ya kaygı adamı bozuyormuş; ya da adam kendi korkuları üzerinden toplumda korku yaratıp, yarattığı korkuyu da baskı aracı olarak kullanıyormuş… Siyasi literatürde de bunun adı faşizm’miş!.. Her iki durumda da…sonuç vahim!...Vehametin büyüğü ise, ikincisi. Yani, böyle birisinin siyasi erki elinde tutuyor olması imiş.
Sonuç mu!?... Öfkeyi, hitabette sanat görme noktasına ulaşma…Ve daha ötesi, öfke; toplumu nereye götürse orası…
Böyle bir ortamda, kaygı duymayacaksa “aydın” ne gün ne zaman duyacak!... Öfkenin toplumsal korkuya dönüştürülmesinden umulan siyasi rant, toplumu ucu görülmeyen karanlık dehlizlere… yıkıma sürüklemez mi!?..
***Kaygılarını açık ederek tepki koyan aydınlara-düşünürlere; toplumumuzda “farklı(!)” bakılıyor olması, o sözünü ettiğimiz “suya sabuna dokunmazmış pise bak” söyleminin haklılığı değil midir?***
***
” Oysa dünün kaygıları, bu günün kaygıları değil artık… Çağımız bilgi çağı olduğu kadar, kaygı çağıdır da… Atlanan her çağ kendi kaygılarını da beraberinde getirmekte… Dağ büyüyende dumanı da büyümekteyse, toplum büyüdükçe niçin kaygısı da büyümesin ki… Dağ başının duman almışı değil midir bir bakıma bu gün toplumumuzun var olan çağdaş kaygısı!?
Çağdaş kaygılarla hemdert olamayan toplumlarda, kişiler toptan çağdaş olamaz ki!...
*
Kaygı duymayı bilmeyen kişinin toplumcu yönü olamayacağı açıktır!... Kaygının; toplumda süregelen olumsuzluklara karşı, bir uyarı algısı olarak geliştirilmesi ve gerektiğinde de çekinmeden sergilenmesi, açık edilmesi çağdaşlığın yüklediği hem insani hem de yurttaşlık görevi değil midir?.
“Kaygılıyız!” diyerek aşağıdaki mesajı yayınlayan edebiyatçı, oyuncu ve şarkıcıların yaptıklarını, alkışla karşılamayı onurlu bir görev addediyorum.
***“Sanat, hayatımızı diri tutan, bizi acılarımızdan arındıran, soluk almamızı sağlayan nefes borumuzdur. Bu ülkenin toplumsal değerlerine, acılarına her zaman yakın durmuş, sorunlarını gözlemlemiş, bu uğurda acılar çekmiş sanatçılar olarak diyoruz ki; Ortada yine bir öfke ve nefret kokusu var. Sanatçı ve sanatçıyı değersizleştirme, hedef gösterme, itibarsızlaştırma, suçlama, baskı altına alma girişimleri olanca hızıyla sürüp gidiyor. “Ayaklar baş oldu” sözünü sakınmadan söylenen dil, topluma nefret tohumları ekiyor. “Siz ve biz” söylemi toplumsal kutuplaşmayı keskinleştiriyor.” **** *** Toplum bireylerin bileşkesidir. Kaygının aşırısı da, sadece bireyi değil, toplumu hasta eder. Tedavisi ise; kaygıya neden olay, birey kurum her ne ise, tez elden etkinsizleştirilmesidir. “Kaygı” hastalık boyutuna ulaşmışsa ve kaygı toplumu sarmışsa; çarede gecikmeye gelmez!... En büyük tehlike, kaygının, toplumsal çılgınlık noktasına ulaşmasıdır… Kaygı, kuşku, korku, kuruntu, endişe, evham ve bilumum insan beyninin düşünceyle yarattığı nesnel ve düşünsel unsurlar, çılgınlığın potansiyelleridir… Bu potansiyelin yaratacağı gerilim, ancak siyasetin toplumsal ve kurumsal şeffaflaşması ile sönümlenir!..
Mahkemeyi kadıya mülk yapmamak… hırsıza hakim seçme hakkı tanımamak… kabaktan teraziye; b.ktan dirhem uydurmamak… kaygının, kuşkunun, korkunun panzehiridir!...
Toplumsal tedavi, kişisel tedavilerden daha uzun zaman alır… O noktaya gelirse zordur toplumun işi.. Tam da bu nedenle; gerçekten işleyen demokrasilere, hukuka, ama gerçekten işleyen bir hukuka, toplumsal hoşgörüye, tahammüle, sevgiye, saygıya, her seviyede toplumun ihtiyacı vardır!...En gerekli ihtiyaç da bunlara inanmış liderleredir!...
Siyasi boyutta, kin, nefret, ayrımcılık tohumları eken, her söylemiyle binlerce gönüllerin sırça köşklerini kıran, birbirlerinin yüzüne bakamayacak kadar, sadistçe, ağır sözler ederek rakibini mat etmeye çalışan kirli siyasetin, toplumsal kaygıları ortadan kaldıracağına olan inanç günden-güne zayıflar… Bu ise toplumsal kaosun habercisidir.
Toplumsal çılgınlığın potansiyelini artıran bu söylem sahipleri ile başımız dertte…
Biz; bireysel kaygılarımızla baş ederiz… de ; toplumu yönetmek adına yola çıkıp da, toplumsal kaygıların asli failleri olan, atsan atılmaz, satsan satılmaz olanları ne yapalım!..
Asıl kaygı bu!... Turpun büyüğü yani!...
Saygı dolu kaygılarımla!.... Ya da; Kaygı dolu saygılarımla!... 25.03.2014