Kaybolmuş Hayatlar
Kayboluş hayatlarda insan yaşamının çizgisini kaderini yazarken, bunu birde mistik anlamda siyasallaştırmak istedim. Ne yazık ki Türkiye şimdi böyle bir sona doğru sürükleniyor,yaşanacak tehlikenin sadece bu sonu hazırlayanlar bile farkında değiller.Bu ülke bu sonu hak etmiyor dilerim aldanan ben olurum.
Kaybolmuş hayatlarda insanın yıllarca yaşadığı içinden silemediği anıları vardır.Acılar, yokluk,öksüzlük, kimsesizlik çaresizlik, ve gelecekte yaşayacağı zor yılların bir türlü sevince dönemeyeceği umutsuzluğu vardır.İnsan hayatının üç kaderde birleştiğini düşündüm hep,ama en çokta bir türlü üçüncü kaderi yenemeyişi gözlerimin önünde kalan.
Umutsuzluğu yenmeye çalışırken birde önünde duran çaresizlikler,namert hain karanlık duyguların yansımaları,dahası bunu inanç getirisinde çıkarlara dönüştüren anlayışların durması.Kısacası insanın yaşadığı sürece üçüncü kaderle birlikte kaybolmuş hayatların adını şarkı gibi söylemeye başlaması, işte hiç bir zaman yenemeyeceği hayatın gerçeğini burada yaşamaya mahkum olacaktır. Kitabımın adıydı kaybolmuş hayatlar, ancak bu hikayede Türk halkının yaşanmışlıkları nasıl gördüğü, ve dahası da kendi kaderini bu hayatın içinde nerede bıraktığının öyküsünü de yazmak istedim.
Çoğulcu demokrasiden uzaklaştırılmış, ılımlı bir siyasetin içinde inanç demokrasisi adını verdikleri bir sistemin yerleştiği düzende nasıl çağdaş anlayışa dönüşeceğini artık beklemek mümkün değil. Suçu olmayan bir insana bile makul şüpheli gözüyle bakmak, polis korkusunun her geçen gün arttığı, gazetecilerin, yazan düşünen insanların tutuklandığı, kendisini yönetenleri sorgulama şansına sahip olmayan bir toplumda bile, artık kaybolmuş hayatların adı yazılmıyor mu?.
Bazen insan kendi geleceğini kaderini kendisi yaratıyor,farkında olmadan yaptığı hatalara yanlışlara aldırmadan,ve bunlardan ders çıkarmadığı sürece yanlışları hataları yapmaya devam ediyor,birde bakıyor geriye döndüğünde ne kadar yanlış kararlar verdiğini,yada kendisi için gelecekte ne kadar önemli bir yaşamın sıcaklığını nasılda ellerinin arasından kayıp gitmesine yaptığı hatalarla vesile olduğunun geç farkına varıyor.İşte bununda adı kaybolmuş hayatlar değil mi?.
Hayatımızın her anında kaybolmuşluğu yaşadığımızın farkında değiliz,bazen buna kendimiz sebep olur,bazende başkalarının kendi çıkarları adına toplumda yarattıkları karanlıkların yansımasıdır hayatımız.
İnsanın bu karanlık yansımanın ortasında tıkanıp kalması ne kötüdür,ne kadar çıkmaya çalışsak ta bu çarkın ortasından kendimizi kurtaramayız. İnsan kaderinin birilerinin çizdiği resmin karanlık köşesinde kalmasına engel olamıyor bazen,kaleme aldığım bu yazıda Türkiye'nin geleceğinin kaybolmuş hayatlarda çizilmesini görmek beni hayli üzüyor,ama kim ne derse desin, bu kaybolmuşluğun önüne geçemeyeceğimizi artık biliyorum.
Türk toplumu her geçen gün bu kaybolmuşluğun içine sürüklenirken,korku toplumu haline getirilmenin yanında, buna karşı koymanın cesaretini de görmek mümkün değil.Sokakta biraz canınız sıkılsa, yada başka sorunlar içinde kalsanız, bunu gören bir polis sizi yansıttığınız görüntü nedeniyle alıp sorgulama hakkına sahip olacak, böyle bir durumun demokraside adı var mı?.
Toplum sorgulama hakkını kullanarak meydanlarda konuşamayacak sesini bile çıkaramayacak, Türkiye'ye bu yakışan bir durum mu sormak isterim. Kısacası kitabımda olduğu gibi, ben artık bu ülkede bundan sonraki yaşanacakların adına
KAYBOLMUŞ HAYATLAR adını verdim.
Atatürk'ün akıl ve bilim mirasına keşke sahip çıkabilseydik, yaşananları sessizce seyretmek acı veriyor bana. Ben kaybolmuş hayatların içinde artık demokrasinin, çağdaş değerlerin, Atatürk, insan hak ve özgürlüklerinin sesini var oluşunu
bundan sonra göremeyeceğim.
Kaybolmuş hayatların içinde artık otoriter bir siyasal anlayışın yerleştiğini görmek ne acı. Böyle bir sistem anlayışının içinde kalmak ve buradan doğru yola çıkabilmek zor, kendi geleceği adına bu yıkımın farkında bile olmayanlar, tarihi değerleri bile hiçe sayarak, kaybolmuşluğun adına nasıl bir hayatın adını verecekler bunu da bilmiyorlar aslında. Geleceğin Türkiye'sinde ne yazık ki artık çağdaş düşünce anlayışının yeri olmayacak. Atatürk ve laik düşüncenin yerini nasıl bir isim alacak bunu düşünmek bile ürkütüyor beni.
Osmanlı ruhu diyelim buna,ama işte asıl tehlikede burada başlıyor bana göre.Kaybolmuş hayatların adına burada başka bir adı vermek kolay olacak birileri adına,yaratılmak yapılmak istenen de bu aslında.Ama Türkiye buna hazır mı derseniz,elbette hazır değil.Ama yaşananlara baktığımızda nereye gittiğimizin ise hala farkında değiliz.İşin asıl vahim tarafı da bu,koca bir tarih neredeyse yok olmak üzere,korku toplumu olmanın verdiği ürperti,düşünceyi toplumla paylaşma noktasında insanın elini kolunu bağlıyor.
Prof.Dr.Levent Seçer