content

13 Ara

Katilleri Hapishanede Besleyenlere Sesleniyorum

Allah-ü Teâlâ, terör mağdurlarına Rahmet-i ile muamele eylesin, ailelerinin başı sağ olsun.

İçte ve dıştaki tüm çakallar, sırtlanlar, akbabalar, leş kargaları bizi gözetliyor. Maazallah bir tökezlesek hepsi birden üstümüze abanacak. 1908 ve 1918'de yaptıklarının aynının peşindeler.

Türkiye'nin kendi ayaklarının üstünde titremeden durabilmesi, şeytanların en istemediği, en korktuğu şey. Bu yüzden korkutmak, yıldırmak, yolundan çevirmek için her yolu deneyecekler.

Bize idamı uygulattırmamaları ve kaldırmalarının yegâne nedeni, üstümüze salacakları çakallarına cesaret vermek…

İdam yoksa dilediğinizi öldürebilirsiniz. Dilediğiniz kadar öldürebilirsiniz. Hatta koskoca ülkeyi yıkarsınız. Alacağınız en büyük ceza, ağırlaştırılmış müebbet. Sonra af-maf bir şekilde dışarıdasınız.

Ölümden korksa canlı bomba olur mu? Elbette olmaz. Bu durumda idam tek başına çözüm değil. Ama terör sadece canlı bombaların yaptığı bir fiil değil ki. Planlayan, istihbarat sağlayan, hazırlayan, gözetleyen, getiren, götüren, patlatan… Kısaca kolektif bir çalışmanın ürünü.

Sivil ve askeri bürokrasi ile siyasetin içinde, güvenlik birimlerinin ve halkın arasında ve dahi yabancı elçiliklerde uzantıları, destekçileri var.

Çözüm, top yekûn mücadele! İyi ama nasıl?

İSTİHBARAT ZAAFI VAAARRR!

Kimse kusura bakmasın ciddi bir istihbarat zaafımız var. MİT, Emniyet, asker, adları önemli değil, istihbarat zafiyetinin olduğu ayan beyan ortada.

Denilebilir ki, “Biz yüzlerce saldırıyı engelledik!” Doğrudur, bilmediğimiz yüzlerce, binlerce saldırı engellenmiş olabilir. Ama bu zaafiyet gerçeğini değiştirmez.

Denilebilir ki, “Terör batıda da meydana geliyor, onlar da engel olamıyor!” Bu da doğrudur. Zaman zaman onlarda da oluyor. Ama onlar, bazen iç ve dış politika enstrümanı olarak, bilerek engellemiyor, ya da devletin kendisi bu saldırıları planlıyor veya yaptırıyor. Siz hâlâ 11 Eylül saldırısını El-Kaide yaptı masalına inanıyorsanız ve Paris, Bürüksel, Londra saldırılarının da bir terör sanıyorsanız; size bırakın “cahil” demeyi, “zırcahil” demek bile iltifat olur.

1920-1993 arasında batıdakine benzer hadiselerin bize de yapıldığını herkes bilir. Şükürler olsun ki, bugün devlet 93 öncesi zihniyete sahip değil. O eski devlet zihniyeti artık çöpte.

“ÜST AKIL” MI? YAPMAYIN ALLAH'IN AŞKINA

Son yıllarda bir “üst akıl,” “iç ve dış düşman” edebiyatı sürüp gidiyor. Emin olun böyle bir üst akıl yok. Olsa olsa “şeytanî akıl” var.

Açık konuşalım! İç düşman belli. PKK, FETÖ, DHKP-C, MLKP, DAEŞ'in yanı sıra GEZİ KAFALILAR, İngiliz/Kraliçe'nin, Siyonist/Finansal tetikçilerin, Amerika'nın, Neo Nazi/Alman'ın, Fransız'ın, Fars kininin/İran'ın adına iş gören kravatlı, kravatsız ebleh uşaklar vs. vs.

Dış düşman ise diri ve iri olmamızdan rahatsız olan tüm güçler…

Üst akıl denilen şey; şeytanın işbirlikçisi Rothschild ve Rockefeller denildiğinde anlam bulan satanist-Siyonist çete, yukarıda bir şekilde adı geçen ülkelerin satanist-mason yöneticileri ve dost kılıklı iblislerdir.

CIA, MOSSAD, BNS, MI6, VAJA, SVR, DGSE, NATO Gladyosu gibi yapılar adına operasyon yapan, terörü kurgulayıp besleyen merkezleri.

Diyebilirsiniz, bunları devletin tepesi de söylüyor. Onlardan, bizim yazdığımız gibi bir liste deklere etmelerini beklemiyoruz elbette. Ama “üst akıl” diyerek üstü kaplı konuşmaları ve yüceltici kavramları kullanmaları da doğru olamaz.

Daha açık olalım. Topluma, bize hangi nedenlerle saldırdıklarını söyleyelim. Terör örgütleri ile mücadelemizden, devleti güçlendirecek Başkanlık sistemine geçmemizden, Suriye ve Irak hamlelerimizden, dolar musibetine karşı yarım yamalak seferberliğimizden, savunma sanayiini güçlendirmemizden rahatsızlar demeliyiz.

YANLIŞ İŞE ODAKLANIYORUZ

Düşman başına bir Meclis içi ve dışı muhalefetimiz var.

15 Temmuz sonrası gelişmeler bir gerçeği daha ortaya koydu. Bize kim saldırmışsa, ona odaklanıyoruz. Yani savunma modundayız hep.

FETÖ saldırıyor, devlet ve millet olarak diğerlerini bırakıp hep birden ona odaklanıyoruz... PKK saldırıyor bu kez de ona… DAEŞ saldırıyor, bu defa da PKK'yı bırakıp DAEŞ'e yöneliyoruz.

Hepsini aynı anda ortak hedef yapıp, aynı kararlılıkta odaklan(a)mıyoruz. Erdoğan geçtiğimiz günlerde savunmadan saldırıya geçeceklerini “terör örgütlerinin tepelerine bineceğiz” cümleleriyle açıklamıştı.

Erdoğan veya başkası, devleti kim yönetiyorsa onun felsefesi aşağıya aynı düzlem ve kararlılıkta yansıtılamıyorsa ve düşman da bunun farkında ise elbette bu felaketler peş peşe gelir.

En iyi örnek, Milli Eğitim Bakanlığı'nın son kararı.

MEB, öğretmenlik yaptırılan 12 bin PKK'lıyı tespit edip, açığa alıyor. Aradan bir ay bile geçmeden çok matah bir eğitimi varmış gibi, terör örgütü mensuplarının yarısından fazlasını yeniden göreve iade ediyor. Binlerce çocuk terör örgütü mensubu öğretmenlere emanet ediliyor. Sonra da tepelerine binmekten söz ediyoruz.

Aynı durum Sağlıkta, İçişlerinde, Maliyede, Savunmada da devam ediyor. Sormazlar mı “bu nasıl mücadele” diye?

Perinçek, ikinci Atatürk” diyen Prof, ülkenin en kritik görevlerinden birine getiriliyor. Üstelik tıp çevrelerini “ıslah” ile görevlendirdiği cakasını satanlar yapıyor bunu.

Biliyor musunuz, devlette/bürokraside ne kadar PKK'lı, DHKP-C'li, MLKP'li var? Tamam, FETÖ'cüleri Bylock vs'den tespit ediyoruz. İyi de diğerlerini nasıl tespit edeceğiz? Eminim, memleket ve Din-i Mübine hizmetten başka bir gayesi olmayan bu fakirin yediği ekmeği, içtiği suyu bilen devlet, terör örgütlerini bilmiyordur? En azından ben bildiğinden emin değilim.

Mesela İçişleri Bakanlığı'nda yapılan son atamada Bakan Süleyman Soylu'yu yanıltanlara ne oldu? Kimdi bunlar, nasıl bir müeyyide ile karşılaştılar veya karşılaşacak biliyor muyuz?

Bilmiyoruz ve muhtemelen hiçbir müeyyidesi olmayacak, olsa bile gizli kalacağı için sonucu, benzer fiillerin hain failleri için ibret vesikası olmayacak.

POLİSİN HALLERİ ÜZÜYOR

Çok sık görüyoruz ki, pek çok polis memuru dışarıda güvenlik önlemi alırken bile elinde akılsız telefondan kurtulamıyor.

Günlerdir yolların kenarındaki demir bariyerlere büyük büyük çöp torbaları konuyor. Kimse görmüyor demek ki, ertesi gün oradan geçtiğimizde o alınmadığı gibi, yenileri eklenmiş. Bunları sizi test için atmadıklarından emin misiniz?

Üstelik bunlar araçların mecburen yavaşladığı kavşaklarda. Allah muhafaza bunların içine patlayıcı konsa, polis veya başka hedefler geçerken patlatılsa, tek suçlu teröristler ile yardım ve yataklık edenler mi olur?

Mesela trafik sıkıştığı yerlerde, o yollarda bir anda su, yiyecek, çiçek, hediyelik eşya satanlar peydahlanıyor. Yavaşladığınız anda silahını doğrultsa kim ne yapabilir? Buna güvenlik birimleri neden müsaade ediyor?

Sabah bir Polis Merkezi'nin önünden geçtim. Merkezin bitişiğinde lokanta var. Girişinde yemek servisi yapan çok sayıda moto-kurye aracı. Aynı kılıkla biri gelip, patlayıcılı motoru oraya koyamaz mı? İnsan sormaz mı, bu nasıl güvenlik önlemi diye?

Kimse can benim canım diyemez polis. Hiçbir can, kişinin kendinin değil, hepimizin.

Özetle diyorum ki, muhakkak hepimizi Allah koruyor, ama bizim tepeden tırnağa devletimiz zaaf içinde. Ya sık deyince ayrım yapmadan kemiklerimizi kırıyorlar, ya da saldım çayıra durumu. Bir orta yol bulmalı.

Mesela Devlet Bahçeli inadı bırakmalı. Anayasa değişikliğine derhal bir de idam maddesi eklenmeli. Ya da hemen bağımsız olarak teklif edilmeli.

İdam gelmeli. Gelmedi ve önümüzdeki Başkanlık referandumda, bağımsız olarak halka sorulmalı.

Güçlü, etkin, kalıcı ve terörle mücadele edebilen bir Türkiye arzu edenler idamı geri getirmek zorunda. Biz, millet ve milletin evlatlarının katillerini vergilerimizle hapishanelerde beslemekten bıktık.

Kısas hem Allah'ın emri, hem de bekamız için zaruret! Yapmayan vebalden kurtulamaz. AB'nin de canı cehenneme!

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank