Katil ve Maktul El Ele Verdi…
Katil ve Maktul El Ele Verdi; Olaya İntihar Süsü Verildi…
… yaşı şuydu mesleği buydu, aslında işsizdi, Güneydoğu’da bilmem hangi ilin ilçesinde yaşıyordu… intihar etti… Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden bir demet sunmaya gerek yok. Bir şekilde duyarız, okuruz, görürüz ki birileri ara sıra, sık sık falan filan intihar ederler.
Bir gece yarısı balkonda bir süre dolanıp “eh artık yatabilirim, 2 3 saat direniş yeter yatmamak için” dedikten sonra yatağa doğru ilerlerken aklıma geldi birden bire başlıktaki cümle: Katil ve maktul el ele verdi; olaya intihar süsü verildi…
Evet özellikle filmlerden replikleri cümleleri sık sık kullanırım, bol bol hikaye, kıssa, fıkra konuşmalarımın yazılarımın arasına sıkıştırdığım gibi. Arada sırada “orijinal” cümlelerim de var, bu da onlardan biri işte.
Şurası kesin ki nev-i şahsına münhasır bir insanım. Geçtiğim yollardan geçen, düşündüğüm şekilde düşünen, kurduğum bağlantıları kuran bir ikinci şahsın olduğuna olabileceğine inanmıyorum. Şimdi o durumlardan biri ile karşı karşıyayız.
Katil, maktul, intihar… ölüm başlığı altında toplanabilecek bu kelimeler bakın bana ne anlatıyor? Yukarıdaki cümleyi ben nasıl anlıyorum?
İnsanoğlu sürekli konuşur, “düşünüyorum” denilen şey de aslında içten içe konuşmadır. Hiç kimse düşünmez bence, belki yazarken düşünür, hadi konuşurken düşündüğünü iddia edin ( iddianızın yanlış olduğunu bilsem de itiraz etmeyeceğim bu da size bir kıyağım olsun) kesin olan bir şey var ki “düşünüyorum” diyen insan kendi kendine konuşuyordur. Konuşanlar kim? Bu konu da ben de çok emin değilim. Tasavvuftan yola çıkıp “nefs-i emare, nefs-i levvame” mi desem, yoksa az buçuk duyduğum okuduğum psikoloji bilgisi ile “ego, süper ego, alt üst sağ sol benlik” falan filan mı desem, değişen bir şey olmayacak. İçimde/ içimizde birileri konuşuyor.
Bir ara yaklaşık on yıl önce, uyumamak için direndiğim bir gece “beynen nevmi vel yakaza” tabir edilen uyku ile uyanıklık arasında yer alan bölgeye girmişliğim vardı. Biraz uyku biraz uyanıklık hali… bir köşede dinliyorum; birisi Remzi diye birisini çekiştirip duruyordu. “Remzi şunu yapmak istiyor ama aslında hiç de mantıklı değil yapmak istedikleri v.s” bir süre dinledikten sonra uyanık yanımla hafiften dalga geçmiştim “dedikoducu” tabir edeceğim konuşan sesle… “Remzi de kim?” deyince; “ Amannn Remzi’nin biri işte!” deyip geçmişti. Kendisini anlattıklarını ciddiye almadığımı görünce…
Son zamanlarda anladım aslında ne kadar hassas ve özel bir alana yıllar önce “destursuz” girdiğimi… birilerinin “aman uykuda uyanık kalalım neler olup bittiğini bir güzel anlayalım” diye teknik üstüne teknik denediğini, hipnozdan hipnoza koştuğunu… Ben; haddini bilmez ise güzelim “beynen nevmi vel yakaza” durumlarından da oyun ve eğlence çıkarmıştım kendimce.
Birkaç gün önce birisi ile tanıştım, bizim (sizi nerden bileceğim lafın gelişi diyorum bizim diye ) içimizde duyduğumuz sesleri o dışarıdan duyuyormuş. Birileri sürekli onu eleştirip duruyormuş. “Tek istediğim sessizlik ve huzur” demişti.
Sanırım bir iki hafta önce yatmamak için direndiğim sıralarda aklıma düşen: “Katil ve maktul el ele verdi; olaya intihar süsü verildi…” cümlesine açıklama düşünürken benim bulduğum da buydu.
Aslında insan düşünen bir “şey” değildi; insan, sürekli içinden dışından konuşan bir “şey”di. Öteki diyebileceğimiz bir başka insanın olmadığı durumlarda insan “kendi kendine” konuşuyordu. Kendi kendine konuşması… bir bakıma adına ego mego desek de durum değişmiyordu en az 2 tarafın olmasını gerektiriyordu. Mutluluk huzur diye bir şey varsa; bu ancak ve ancak… içindeki ve dışındaki seslerin susması ile mümkündü, ve bunun yolu da “bir”likten geçiyordu. Bir olamayan insan; üçe beşe bölünen insandı ve sürekli birbirleri ile konuşuyor, konuşuyor konuşuyorlardı… galiba yaptıkları başka bir şey de yoktu konuşma dışında. İnsan ancak içindeki sesler sustuğunda yani tüm parçalar bir araya geldiğinde “birlik ve beraberlik” sağlandığında adına sizin düşünce benim konuşma dediğim şeyden kurtulabilirdi. Ve ancak ve ancak ve ancak… o zaman “hamak”ında yan gelip yatabilirdi…
Not: "Hani fıkra, masal bilmece, deyim atasözü" diyenlere… “ ona öyle demezler peynir ekmek yemezler” den başlayıp “köylünün biri elinde bir çuval odun kasabanın pazarında dolaşırken, şehirli bir züppe yanına gelip demiş ki…”ye doğru giden ince bir patika öneririm.
Not’a Not: "Hadi ilk tırnak içini anladık da ikinci tırnak içi nedir ki" diyen çıkarsa; en yakın bana ulaşabilir; lakin, her halükarda taklitlerimden sakınmanız menfaatiniz icabıdır…
Düşünmek bir iç konuşmadır DOĞRU
Kimle konuşulur RUHUMUZ diyeceğim ben
Ruhumuzla bu sohbetimize parazit olan CİNNİ laf atmaları da var tabi.
Onlar kafa bulandırırlar, hedef şaşırtırlar, uyku kaçırtırlar, kararsızlığa sürüklerler, unuttururlar vs
İçimiz bir orman misali her hayvandan var.
Haziran 12th, 2010 at 09:18Aklınızı padişah, ilmi vezir yapabilirseniz tüm orman susar
Kendi kendine konuşan biri olarak yazın ilgimi çekti... Ama yazının üzerinden konuşmak gerekirse eğer bu saatlerimizi alır.
Haziran 14th, 2010 at 11:14Ben neden kendi kendime konuşuyorum? Diye soracak olursam; etrafımdakiler bana kuşku ile baksalar da rahatlatıyor beni... Sonuçta konuştuğum kişi kendim -kesinlikle- Şizofrence bir durum yok yani işin içinde... Kafamın içinden geçenler ağzımdan çıktığı zaman rahatlıyorum. Mide bulantısı gibi bir şey çıkartınca rahatlatıyor beni 🙂