Katil Uyducu
Ne zamandır aklımda, bir katil uyducu öyküsü yazmak. Uyducu neden cinayet işlesin? 7 ay önce o uyducuyu eve çağırdığımda birtakım esintiler almıştım. Şişe dibi gözlükleri, eski memur havası, fakat genç bir kişi olması, sorduğum sorulara bir müddet bekleyip,
değişmez yüz ifadeli bakışları, ses tonunun hiç değişmemesi, kara-kuru genel görünümü.
O damda, ben de aşağıda televizyonun karşısında beklerken aslında yan odada kapının arkasında bekleyip bazı planlar yaptığını kurguluyordum. Fakat bir türlü, bir sonraki safhaya adım atamıyordum. Neden beni öldüreceği konusunda bir çözüm bulunabilirdi. Fakat bunu esrarengiz bir biçimde yapmalıydı. O esrarengiz yolu bir tülü bulamadımdı.
Bir ara, o ara işte, ben televizyonun karşısında iken dalmış olacaktım herhangi bir programa, o ise amuda kalmış bir biçimde odanın kapısının dışında bekliyor olacaktı. Veya, yine dalmışken televizyona, onu birden bulaşığı, ağzında sigara ile yıkadığını fark edecektim. Neden bulaşıkları yıkıyorsun? Senin yukarda olman gerekmiyor muydu? sorularıma ise; "meslek ahlakı bunu gerektirir, nerdeee eski uyducular!" diyecekti. Eskiden uyducu mu vardı?.. vardı ise de Houston'da, Nasa'da filan vardırdır-dı...Eski uyducular bulaşık mı yıkardı?!.. Hem sen daha gençsin...ne eskisi? gibi sorular sorduğumda ise sorularıma umarsız kalıp şıngırt-tıkırt-şırrrrrr-şoorrrrr sesleri arasında bulaşıkları yıkamaya devam edecekti. Tutsun diye mayası korku unsurunun, tuhaf çeşitlemeler eklenebilirdi bunu gibi.
Üç katlı apartmanın damında gezinip duruyordu.
Kimi katiller vardır ki yükseklerde gezinmeyi ve baktıkları şehirlerin ayaklarının altında olduğunu görmeyi isterler. Onlar, kurbanlarına hakim oldukları hissiyatıyla dolup taştıkları için yüksek damları severler. Ve o katiller ki, onların içinde, ölmüş bir şehir yatar. Sokaklarında hayaletler dolaşır. Ve o katiller, bir tek ve bir tek o hayaletlerin gözlerine bakarlar.
Yukarı çıkışından bir 15-20 dakika kadar sonra aşağı inmişti. Benden çekiç istiyordu. Tamam bekle usta deyip sonra çekici vermiştim. Çekici almak için elini uzatmışken çekice değil bana bakıyordu kemikli yüzü. Uydu çanağı ile çekiç arasında bir bağlantı kuramasam da, beni nasıl öldürebileceği üzerine sezinlemeler başlamıştı. Büyük bir ihtimalle kafama vurarak öldürecekti beni.
Yine bir on dakika kadar sonra aşağı indi. Uydu kumanda cihazını eline alıp tarama-kaydetme işlerini yaptı ağır ağır. Nerdeee eski uydular! dedi. Nerde?.. dedim. Göğün dibinde, dedi. Şair ruhlu bir katilim olduğu için sevinmeli miydim. Tam olarak sevinilecek bir durum olmasa da orijinalitesi hoşuma gitmişti. Adi bir katil tarafından öldürülmektense, planını ucun ucun sezdiren bir katilin beni öldürmesini tercih ederdim. Ben, "nerde?" deyince, göğün dibinde, sözü ağzından çıkmadan önce yüzünü bana dönmüştü. Şişe dibini de aşmış olduğunu biraz daha bana yakın olduğu için anladığım gözlük camlarına gözleri, tavaya yayılmış yumurta gibi taşar görünüyordu. Veya, sanki bir gergefe germişlerdi gözlerini. Nereye baktığını kestiremiyordum. Sonra, göğün dibinde, demişti.
Son ana kadar beklemiştim. 200 küsur kanal, uydu alıcısına yerleştirilmiş ve uyducu ayaklanmıştı. 25 TL dedi, ben, borcumuz ne kadar usta? deyince.
Aradan 7 ay geçti. Birkaç gün önce "zayıf sinyal, sinyal yok, anten dönüyor" ibarelerini gördüğümde ekranda, bunun bana bir mesaj olduğunu hissettim. Katil uyducum, tam 7 ay sonra devreye girecek bir zamanlayıcı (Timer) yerleştirmişti LNB'ye. Teknik olarak bu mümkündü.
Kurgusu konusunda şunu söyleyeyim: yavan bulmuştum. 7 ay kim beklerdi?! "Zayıf sinyal, sinyal yok, Anten dönüyor..." E, peki, sonra?.. "Dırınım! Dırınım! Ben geliyorum!" E, sonra?.. "Dırı...Tamam, gelmiyorum!" Gelmezsen gelme! Ben de başka uyducu bulurum!
Bu sabah, yeni uyducu bulmak üzere atladım arabaya. Vardım, daha önce bir uydu cihazımı tamir eden uyducuya. Sonradan aklıma gelmişti bu uyducu. İçeri girdim dükkanından. Antenim bozuk! dedim. Aleykümmeh selam, dedi. Hallederiz, dedi. Hemen arayayım bizim opsiyonel personeli, bir yarım saati bulur, dedi, gelmesi. İyi, dedim. Nasıl yani, opsiyonel? dedim. Dükkan personeli değil, dedi. Acil durumlarda çağırdığımız bağımsız bir uyducu bu dedi. Eğer ki bu uyducu, 7 ay önceki uyducu idiyse, amma da germişti beni-ydi. 7 aylık planın içine , Turhal'daki bütün uyducu dükkanlarına opsiyonel uyduculuk işlevi bağlamışsa...böyle plan olur muydu?! Yakalarsam ben öldürecektim artık onu! Ağzına Reciver'i ( Uydu Alıcısı) sokup kanalları gözlerinde tarayacaktım! El mi yaman bey mi yamandı!
Dokuz otuza kadar sağda solda dolandım, sonra geri döndüm dükkana. Gelmedi, dedi. Tam o sırada, dükkanın teknik servis odasından tombalak bir genç çıktı, adama doğru yaklaştı. Genç dediysem, 30'lu yaşlarda vardı. Hasan Celal Güzel ile Melih Gökçek arası bir tipe sahipti. Celal Güzel'i değil de, Melih Gökçek'i çağrıştıran tarafı dikkatimi çekti. Gene mi gelmedi!! diyerek suratını burdu. Adam da suratını burdu. Neyse dedi, adam. Sen bari git, hocanın işini hallediver, dedi. Melihimsi genç, genç dediysem o an yaşı 25'e kadar düşmüştü gözümde, ıkına sıkıla arkadaki teknik servis odasına yöneldi. Bir takım çantası, bir LNB kutusu, bir makara anten kablosu, foslaya fıslaya çıkış kapısına yöneldi. Ben de arkasından yürüdüm.
Araba şurada, az ilerde, dedim. Yürüdük. Arabaya binene kadar hiç konuşmadı.
Tam hareket etmişken, dükkanın önüne yeşil bir tempra yaklaştı. Hocam, dedi, uyducu; bak daha yeni geliyor eşşoğleşşek, dedi. Dükkanın önünden değil de, şu sağdan gidelim. Beni görmesin ibnetor, dedi. Sonra, papaz olacağız yine bunla, dedi. İyi, dedim. Kırdım direksiyonu sağa doğru. Uyducumun anlatışına göre, bu seyyar uyducu, savsaklayıcı bir tipti. Sürekli canlarını sıkıyordu.
Evime varmamız beş dakikayı bulmadı. Eve gelene kadar bütün hayatını anlattı uyducu. Trafik keşmekeşi içerisinde, bir yengesi ile bir de dayısı ile ilgili kısımları kaçırdım. Kaçırmadığım şeyler arasında ise bağlantı kurmakta zorlanıyordum. Sağa sola dikkatli bakmalıydım. Bu yüzden kaçırdım, yeni uyducum un hayatına dair birkaç şeyi. Sanırsamdı, onun böyle ağız dolusu dertli dertli ve iştahlı konuşmasının sebebi sadece tempralı ibnetor değildi. Anlatışlarının arasında hastaneli mastaneli bir şeyler de anlattığını hatırlıyordum yolda giderken ve başka şeyler de anlatırken. Anlatışlarında bir ortak payda bulmaya çalışıyordum ara sokaklardan dönüp dururken. Evet, bu tombul gencin başından olaylar geçmişti ve dertleşecek kimseyi de bulamamıştı. Ta ki ben karşısına çıkana dek... Hareketli bir tekkeydim ben, dert yakınılan.
Eve vardığımızda artık her şeyi biliyordum onun hakkında. Gizemli bir tarafı kalmamıştı. İyi bir gençti, genç dediysem, gözümde 35'e çıkmıştı yaşı, bundan katil filan çıkmazdı. Öyle bir hissiyat vermedi bana.
Uyducum, damdaki işini halletmiş merdivenlerden aşağı iniyordu. Usta, gel otur bir soluklan, öyle gideriz, dedim. Sağol hocam, gideyim ben tiz, dedi.
|
|
|