Kasımlar Ağlar Atatürk’e
İnsanlar, doğarlar, büyürler, bazen zamanlı bazen zamansız terk ederler dünyayı. Gelir, geçer ama geri döner her mevsim çünkü ölümsüzdür mevsimler… Hayatlar uzun veya kısa da olsa değişmez hiçbiri… Her yıl yeniden aynı sırayla karşımıza çıkarlar. Huyları da değişmez asla.
Kış; hep soğuktur. İliklerimize kadar işleyen soğuklar, yağmurlar, karlar, tipiler, boranlar ile gelir. Soğuklar, insanları ayırmaz aksine bir ocak başında toplanmalarını sağlar. Çıtır çıtır yanıp üzerinde kestane pişirilen sobaların yerini yavaş yavaş kaloriferler, elektrik sobaları, klimalar alsa da işte bu ısıdır ailenin sıcaklığını ve bağlarını güçlendiren…
Hemen arkasından gelen ilkbaharla doğa güzelleşir, ağaçlar ve ruhlar çiçek açar. Yemyeşil kırlarda açan bin bir renkli çiçekler, ötüşen kuşlar yaşamımızı da süsler, çevremizi de… Sebepsiz sevinçlerimiz olur. Her bahar tazelenen aşklar veya yeniden doğan aşklar… İlkbahar; neşedir, canlılıktır, umuttur, doğanın yeniden dirilişidir.
Yaz; özellikle öğrencilerin ve yıl boyu yoğun çalışanların iple çektiği tatildir, denizdir, dinlenmedir. Baharda çiçek açan ağaçların meyveye durma zamanıdır. Tatil, güneş ve denizi çağrıştırsa da sarı sıcaklarda pamuk toplayanların umudur. Yazın çalışıp para kazanarak kışı rahat geçirmektir amaç… Kimilerime ekmeği, kimilerine tatili çağrıştırsa da güzeldir yaz mevsimi.
Yaz biter, sonbahar gelir. Havalar serinler, yağmurlar başlar, göçmen kuşlar terk ederler serinleyen ülkeleri… Sanki doğa hastalanmıştır, yapraklar sararıp dökülmeye başlar, rüzgârlar savururken yaprakları doğanın hüznü insanlara da yansır. Kimse bilmez sonbaharın neden bu kadar hüzünlü bir mevsim olduğunu. Ben biliyorum, sebebini öğrendim 10 Kasım anlattı bana her şeyi…
Sonbahar perişan olurken ilkbahar delişmen genç kızlar gibi süslü püslü, şen şakrak ve hatta kıvrak bir şekilde her yıl hoplaya zıplaya gelir. Mini mini kuzularla çoğalarak, bin bir çeşit çiçeklerlerle, kelebeklerin kanat çırpışlarıyla neşe içinde ve kuş cıvıltıları eşliğinde muhteşem bir orkestranın şefi gibi mağrurdur. Kış, insanları ocak başında topladığı için gururludur. Sevincine şöminede çıtırdayan odunların iştirakiyle mutluluğu ikiye katlanmıştır. Yaz; insanların tatil için iple çektiği güneş, kum, deniz ve bazılarına da sılayı çağrıştırdığı için huzurludur.
Sonbaharın hüznüne kimse ortak olmaz, sanki istemezler geldiğini. Üstelik hep suçlanır Atatürk’ü elimizden aldın diye. Oysa sonbahar yas tutar; büyük kurtarıcının ölüm gününü yüreğinin derinliğinde saklar. Kasım ayı sellere dönüşen yağmurlarıyla ağlar durur. Akarsular başını taştan taşa vurmaktayken kuşlar küser sonbahara “Seninle kalamayız, seninle olamayız.” Derler. Kimse anlamaz derdini kasımların… Ağaçlar saçlarını başlarını yolarken rüzgâr kamçılar acılarını…
Ben Atatürk’ümü çok severim. Sonbaharı da hatta kasımları da çok severim. Atamızı unutmaya, unutturmaya çalışanlara inat en çok direnen mevsimdir güz. Yetmiş dört yıldır gözyaşları dinmedi. Atatürk ölmedi ki ölemez ki! Ne demişti ulu önderimiz: “Benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Sokrates’in sevdiğim bir sözü vardır: “İnsanların ruhları ölümsüzdür fakat dürüst insanların ruhları hem ölümsüz hem de ilahidir.” İşte bu nedenle sonbahara bırakalım ağlayıp sızlamayı. Bize düşen görevleri unutmayalım, unutturmayalım. Onun bin bir zorluk içinde kurduğu cumhuriyete sahip çıkalım. Kaybettikten sonra değerini anladıklarımızın kervanına yenilerini eklemeyelim.
“Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin. “ diyor Atatürk. Başka bir konuşmasında ise: “ Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. “ sözleriyle Atatürk’ümüz dinlenmeden onun izinden gitmemiz gerektiğini vurgulamaktadır.
“Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim.” Sözlerini de politikayla ilgilenen kişilerin kulak ardı etmemesi gerektiğini düşünüyorum.
“Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet, bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur; çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim. “ sözlerini de hepimiz rehber edinmeliyiz. Atatürk; büyüktür, önderdir, unutulması mümkün olmayan kurtarıcıdır. Milletinin gönlünde bu kadar taht kurmuş başka biri yoktur bence…
O halde mevsimleri ve günleri suçlamak yerine önce kendimizi eleştirelim. Bırakalım sonbahar ağlasın, bırakalım sonbahar yasını tutsun Atatürk’ümüzün… Bizler ağlamayalım; öncelikle düşünelim. Atatürk’ü her 10 Kasım’da saygıyla anmanın yanı sıra 74 yıl içinde onu ne kadar anladığımızı muhakeme edelim. Onun ilkelerine ve devrimlerine sahip çıkalım. Cumhuriyet nimettir, onu öpüp başımıza koyalım. Her yıl 10 Kasım’da birbirimize daha çok kenetlenelim. Çoğalarak ulu önderimizin izinden dinlenmeden yola devam edelim. Ne mutlu bizlere ki Mustafa Kemal gibi bir meşalemiz var. Onun açtığı yolda yürümenin gururuyla sesleniyorum: Ne mutlu Atatürk’ü anlayanlara! Ne mutlu Atatürk’ün açtığı aydınlık yolda ilerleyenlere! Atam, dünya durdukça izindeyiz.
HARİKA UFUK
ADANA
9 KASIM 2012 SABAH