Karlı, Rüzgârlı Şarkılar
Tam da artık domuzdan, domuz gribinden, pandemiden, yoğun bakımdan, aşıdan, Tamiflu’ dan kurtulduk derken, bu sefer de soğuklara yakalandık. İçimiz dışımız, alçak basınçla, karla, rüzgârla, poyrazla, karayelle, donla, buzlanmayla doluverdi.
Gelin bugün meteorolojininkilere değil de şiirlerimizdeki, şarkılarımızdaki kışlara, rüzgârlara, karlara bakalım. Görsün, şu bizi iliğimize kadar üşüten, kanımızı donduran soğuklar, şairlerimizin ne mısraları, bestekârlarımızın ne nağmeleri varmış.
Görsün de kıskansınlar.
ŞEVKİ BEY’İN HİCAZ ŞARKISI
Kış denince aklıma, bizim Mozart’ımız Şevki Bey gelir herkesten önce. Onun Nakkaştepe’den sesi duyulur hicazdan, rüzgâr uğultuları arasında:
Kış geldi, firak açmadadır sineme yâre
Vuslat yine mi kaldı güzel fasl-ı bahara
Bari bulayım söyle de sen derdime çâre
Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahara
Yakın arkadaşı olan Ahmet Rasim Bey de, çok soğuk ve karlı bir kış günü tenha bir sokaktan geçerken, "bir don bir gömlek" soyulmuş ve sokağa atılmış bir kişiyi gördüğünü, yanına yaklaşınca hanende Şevki Bey olduğunu anlayarak sırtlayıp evine götürdüğünü anlatır.
Bütün hayatında ancak ve ancak 31 kış gören bestekârın ölüm haberi de İstanbul gazetelerinde şöyle yer alır: ‘’Hanende-i Şehir Şevki Bey Cumartesi gecesi, Beylerbeyi'nde Gümrükçü Rahmi Bey'in hânesinde kalp sektesinden öldü. Mûsikîde üstad, fakat mest-ü müdâm idi’’.
YOLLAR KAPANDI KARDAN
Safiye Ayla’nın pırıl pırıl sesinden kulaklarımızda silinmez bir iz bırakan bir kış şarkısı da, kendisi de soğuk bir şubat günü Haydarpaşa Numune Hastanesinde ölen Saadettin Kaynak’ın nihavent bestesidir:
Bahar bitti güz bitti / Artık bülbül ötmüyor
Yâre tel çekem diye / Tel derdim iletmiyor
Yollar kapandı kardan / Turna gelmez diyârdan
Haber çıkmadı yârdan / Bu ayrılık bitmiyor
Derdim çok dermanım yok / Cânân çok cânânım yok
Onsuz adım sanım yok / Teselli kâr etmiyor
Bahar yeşil gözüydü / Bülbül tatlı sözüydü
Gonca pembe yüzüydü / Hayâlimden gitmiyor
Artık deniz gibi / Ölü bir beniz gibi
Uzayan bir iz gibi / Bitmiyor ah bitmiyor
ŞAİRLERİN RÜZGÂRLARI
Necip Fazıl’ınki ‘’Ada’da uçan eteklerden sorumlu’ çapkın bir rüzgârdır cümle erkeklerin yolunu gözlediği:
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Orhan Veli yaprakları, çiçekleri okşayan bir bahar rüzgârına öylesine kaptırmıştır ki kendini, başka kokular umurunda değildir:
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
…
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Ahmet Hamdi Tanpınar’ınki ise rüzgâr değil de, sevgilinin gül kokan, sümbül kokan nefesidir sanki:
Varsın bahçelerde rüzgâr gezinsin,
Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka âlemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.
BİR RÜZGÂRDIR GELİR GEÇER DEMEMELİ
Bazen ‘’rüzgârlara kapılmış kuru yaprak misali’’sürüklenip savrulup gideriz gurbette… Bazen ‘’rüzgar kırar dalımızı’’... Bazen de önem vermediğimiz, gelip geçer bir esinti sandığımız rüzgâr, bakın nasıl bir kasırgaya dönüverir aniden. İşte Saadettin Kaynak’ın segâh şarkısı:
Bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım
Meğer başımda esen kasırgaymış sevgilim
Gönül oyunudur bunun izi kalmaz demiştim
Meğer içimde yanan bir volkanmış sevgilim
Bir gün gelir unutursun demiştin sevgilim
Hicranını uyutursun demiştin sevgilim
Unutmadım, unutmadım
Aşka hasret sana hasret bekliyorum sevgilim
Rüzgâr, bazen de Emin Ongan’ın şarkısında olduğu gibi tatlı bir meltem oluverir baş döndüren, yürek yakan:
Bahar meltemidir, başımda esen
İçimde hâtıran gözlerimde sen
Sen tatlı şarkısın dudakta her an
Bir isimsiz peri cennette kalan
Sen yeşil bir deniz uzayıp giden
En tatlı emelsin gözümde tüten
Yeşil bir köşedir içimde yerin
Bir derya, bir umman yeşil gözlerin
Bazen de susuverir, sesi soluğu çıkmaz rüzgârın, Ziya Taşkent gibi:
Rüzgâr susmuş ses vermiyor nedendir
Sen gideli hayat benim çilemdir
Seven gönül yâr kıymeti bilendir
Gökyüzünde duman duman bulutsun
Söyle seni kalbim nasıl unutsun
Mustafa Nafiz Irmak’ın rüzgârının gözü yaşlıdır; hem kendi ağlar, hem de ağlatır.
Sahilde saba rüzgârı ağlarken, uyan sen
Kalbinde derin bir sızı duy, aşkımı an sen
Hicrinle nasıl söndüğümü gör de, inan sen
Kalbinde derin bir sızı duy, aşkımı an sen
Sevdiğine ‘’ipek kanatlı seher rüzgârı’’ ile haber gönderen şairler de vardır, Selâhattin Pınar gibi selâmlarını mahurdan esen rüzgârlara emanet edenler de.
Yüce dağdan esen rüzgâr, sevgiliye selam götür
Yollarımı kesen rüzgar, sevgiliye selam götür
Araya girse de dağlar bizi kara sevda bağlar
Belki gizli gizli ağlar, sevgiliye selam götür
Yasta işkencede midir, zevkte eğlencede midir
Deme gündüz gece midir, sevgiliye selam götür
O, bir kış günü başlayan, hazin sevdaları ise ancak onu yaşayan Şekip Ayhan gibiler anlatabilirdi:
Rüzgâr söylüyor şimdi o yerlerde bizim eski şarkımız
Vazgeç söyleme artık, hatırlatma mazideki aşkımızı
Bir kış günüydü başladı, bu hazin macerası gönlümüzü
Vazgeç söyleme artık, hatırlatma mazideki aşkımızı
KAR MUSİKİSİ
Sözü Yahya Kemal Beyatlı’ nın Varşova’da büyükelçilik
yaparken yazdığı KAR MUSİKİSİ şiiri ile bağlayalım:
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı,
Bir erganun ahengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta.
Birdenbire mes'udum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfezdeyim artık!