Karl Marx Hz. Hasan Olursa
Son zamanlarda bir 12 Eylül tartışması aldı başını gidiyor. Birileri “Hazırladığım anayasa değişikliği ile 12 Eylül’den hesap soracağım” diyor bir başkası da “Bu anayasa değişikliği yeni bir 12 Eylül’dür”. İyi de acaba 12 Eylül’e nasıl gelmiştik, o günlerin yaşanmış hikayeleri nelerdi acaba?
Size o günlerin şizofrenik halet-i ruhaniyesini sunan bir anonim fıkra bir de yaşanmış gerçek bir hikaye anlatmak istiyorum. Fıkranın da gerçek olduğunu iddia edenler var, bilemiyorum sonuçta rivayet.
Komonistlik:
Polis, Diyarbakır'da bir öğrenci evini basmış, bir sürü kitap toplamış. Öğrenciler bir köşede sinmiş oturuyor, ama öyle pek de tehlikeli bir şey yok bulunanlar arasında. Çocukları asıl endişelendiren, arkalarındaki duvarda asılı Karl Marx'ın resmi.
Bir ara, polislerden biri sormuş:
- Ula bu kimin resmidir?
- Hah, demiş çocuk içinden, şimdi mıçtık...
- Dedemin resmi abi...
- Polis sinirle dişlerini sıkmış, öğrencinin ensesine bir şaplak atmış:
Ula utanmisan puştogli..., böle nur yüzlü, böle ak sakallı mübarek bir deden vardir, kakmişsen komonistlik yapisen...
Marx Mı Hazreti Hasan mı?
Hikayemiz ise fakülteden tanıdığım bir arkadaşımın köyünden. Şu an Türkiye’nin sancılı yıllarını anlattığı romanı baskıda olan Faruk Kurtbaş’ın romanından aynen alıntıdır.
Zaman, güzel ülkemizin koşar adım 12 Eylül’ün kucağına gittiği günler. Mekan Kars’ın bir köyü. Her yere sinen şiddet acımasız kollarını köylere kadar uzatmış durumda. Köyümüz solcuların kontrolünde. Hikaye köyün zenginlerinden Şemsettin Ağa’nın evinde geçer. Gençlik yıllarında ticaret yapan Şemsettin Ağa birikimi sayesinde köyün varlıklılarından birisi olmuştur. Ağa’nın öğretmen oğlu Selahattin Hoca ise burjuvalıkla ve köylüyü sömürmekle suçladığı babasına inat köye komünizmi getiren kişidir. Sonrasında ihtilal olur ve o güne kadar ortalarda görünmeyen devlet köylüsünü ziyarete gelir.
Gerisini Kurtbaş’ın kaleminden dinleyelim:
Jandarma binbaşısı köyün bütün erkeklerini meydanda toplayıp; kimde kaç adet silah olduğunu teker teker saymıştı. […] Devletin uçan kuştan haberi olduğunu öğrendiklerinde şaşkınlıktan yerlerine çakılıp kaldılar.
-“Öğleden sonra herkes saydığım miktarda silahı getirip okulun bahçesine bıraksın. Muhtar! Her şeyden sen sorumlusun. […] Bütün köylü istenilen miktarda silahı getirip okulda muhtara teslim etti ve o arada evlerde bulunan bütün kitaplar tarlalara gömüldü. Gömülmeyenler ise yakıldı. […] Şemsettin Ağa, Selahattin Hoca’nın kitaplarını yakarken eşi Hanife Kadın, kapağında Karl Marks resmi bulunan bir kitabı vermemek için direnmişti. Bas bas bağırmıştı:
-“Cemaat yetişin! Allah’ını seven yetişsin, Şemsettin Efendi kafayı oynattı”, diye.
Köylüler Hanife Kadın’ın bağırmasına yetişince, bir kitabı kuvvetlice göğsüne bastırdığını ve Şemsettin Ağa’nın bir yandan kitabı almaya çalışırken öte yandan da kendine has üslubuyla gevrek gevrek güldüğünü gördüler. Şemsettin Ağa başlarına toplanan köylüyü görünce kitabı çekmeyi bırakıp, yokuş çıkmış yorgun adamlar misali soluyarak anlatmaya başladı:
-“Bu gadına laf anlatacak bir müsürman yok mu cemaat? Tutturmuş Hazreti Hasan’ın resmidir diye, vermir ki kitabı yakam. Başımız belaya girecek? Hazreti Hasan’a gurban olsun o gominist gavur.”
-“Heç boşuna dil dökme, beni gandıramazsın”, dedi Hanife Kadın. “Sen ne bilirsin? Sende benim gibi cahilsin; Selahattin’imden daha mı ey bilecen?”
-“Seni gandırmış gadın. Vallah kandırmış, billâha da kandırmış. Aha şimdi cenderme gelir. Kitabı buldular mı anlarsın Hazreti Hasan mı yoksa gâvurun başı mı olduğunu? Haydi, rezil etme beni. Ver de tandıra atayım”.
Jandarma lafını duyan Hanife Kadın hiddetle çıkıştı:
-“Cenderme değil padişah gelse vermem”, dedi. “Hezret-i Hasan’ın foturafını yaktırmam. Aha tumanıma saklıyırım. Donumu mu elleyecek cendereme? İstediği kadar gelsin.”, deyip uzaklaştı. Başta Şemsettin Ağa olmak üzere bütün köylüyü gülme krizi tutmuştu: Süngüden saçılan korkunun yarattığı sütliman havayı bir kadının inadı bozmuştu.
Üzerindeki Marks fotoğrafının Hazreti Hasan olduğuna inanılması sayesinde bir tek kitap kurtulabilmişti köyde. Ehli beytin ismi asırlar sonra bir Türk köyünde bir kitabı yanmaktan kurtarmıştı…
Sonuç mu?
Dün Marx’ı Hazreti Hasan yapan insanımızın en derinine işlemiş olan cehaletle süslenmiş din duygusuydu. Zamanımız iktidarlarına da sınırsız güç vehimleri veren de toplumun bu değişmeyen algısıdır.
Marx, “din afyondur” derken galiba Hanife Anaları düşünmüştü…
Gelenekselleşmiş din her zaman afyon olmuştur.
Eylül 15th, 2010 at 18:52Bu gerçeği söylemek için Marx olmaya da gerek yok.
Yaşanmış güzel bir öyküydü, teşekkürler.
din bazıları için afyondur ancak yaşadıkları din midir?ama şuda var annanelerin yaşlı teyzelerin o masum inançları bana bugünün çokbilmiş ilahiyatçılarından daha samimi geliyor:))
Mayıs 12th, 2011 at 10:47