Karida Köyünden Aida
Arkadaşım geçen yaz mevsiminde, tarlada annesinin işçileri ile birlikte yaşadığı bir olayı anlattı.
Çapayı toprağa vurduklarında yeni doğmuş tarla fareleri ile karşılaşırlar. Bir değil bir kaç tane minik fare toprağı çapalayanların eline düşer. Bu fareler doğaya zarar veren insanın eline düşmekten korkmazlar. Çünkü daha çok miniktir onlar. Arkadaşımın annesi, onları avucunun içine alıp yavaşça başka bir yuvaya koymak ister. Komşuları Zehra Hanım, arkadaşımın annesinin elini tutar ve der ki: “Onları bana ver.” Anne şaşkınlıkla sorar. ” Ne yapacaksın bunları?”
Komşu yanıt verir: “Onlar bana lazım. Kızımın gerekli bölgelerine süreceğim tüylenmeyi yok ediyor.” dinlerken bile hayretler içinde kaldım. Kadınların bir ömür verdikleri amansız savaşa köklü çözüm üretmek için, o fareciklerin yaşamlarına son verilmesi. Canlıların yok edilmesi.
Güzelliğin acı bir bedeli olduğunun farkında olan anne, o farelerin de bir annesi olduğunun farkında değil. Onlar büyüyecek doğada dengeyi kuracak. Birçok yabanıl hayvanın en önemli besinlerinden biri olan fareler, zararlarının yanında, doğal dengeyi koruyan hayvanlar olarak da kabul edilir. Üreme gibi pek çok görevleri var.
Sohbetimiz, Ağustos Böceğine kapıyı kapatan karıncanın yumurtalarına geldi. Kıldan tüyden yok olmak isteyenler için Karınca yumurtası yağı… Karıncalar, fareler ne düşünüyor bilemiyorum ama güzellik uğruna yumurtalarından, tenlerinden faydalanan kadınlara henüz yanıt vermedi bu canlılar.
Patentli satışları var karınca yumurta yağının, resmi satış siteleri bile var. Yeni doğan bebeklere sürüldüğünde tüysüz olduklarını duymuştum. “Karınca yumurtasını nereden bulacağız.” sorusunun yanıtlarını verenleri görürseniz şaşırmayın. Karıncaların yağını çıkaran teknoloji, olan karıncalara oluyor. Rahat bırakın bizim çalışkanlık timsali hayvancıkları.
Güzellik uğruna yapılan bu çabanın tarihçesini merak ettim. Haydi, hep birlikte dolaşalım. Zamanı geriye saralım. Ekvatoral iklimlerde yaşayanlar da baksın başlarının çaresine dedirten ilk ağda ne zaman bulundu?
Yazımın başlığında bulunan Aida’nın öyküsü.
“M.Ö 15 Haziran 696 Lidya Uygarlığı…
Batı Anadolu’da Gediz ve K. Menderes civarında ikamet eden Lidyalıların parayı bulmalarını takiben sahtecilik diye bir meslek dalı oluşmaya başlamış. Dönemin en boş gezen Lidyalısı. Karia köyünden Aida, altın sikkeleri taklit etmek için kolları sıvar. Biraz limon suyu, biraz şeker ve yeterli miktarda suyu harmanlar. Bir kapta köpüklenen kadar ısıtır. Daha sonra sikke kalıplarına dökmeye başlarken kaza ile bacağına döker. Karışım katılaşır. Aida bir ucundan tutup can havliyle çeker. Sonuç ortadadır. Karışımın döküldüğü bölgede tüyden eser yoktur.
Aida; sahte sikke yerine tarihteki ilk tür yok edici solüsyonu bulduğunu fark ederek seri üretime geçer. Buluşa kendi adını verir. İsim zaman içinde değişime uğrayarak, ağda olmuştur.” jiletin, bantların, tüy dökücü kremin, spreyin, köpüğün asla yerini dolduramadığı ağda işte böyle çıkmış ortaya.
Bu konuyu araştırırken ilk çağlara kadar gidiyorsun zaman makinesinde.
İlk Çağda Erkekler ve tıraş
Taş devri insanları, 30 bin yıl önce iki midye kabuğunu cımbız yapıp sakallarını alır, daha sonra, doğal cam veya çakmak taşları keskinleştirilip ustura yaparlarmış. Bazı mağara resimlerinde 30 bin yıl önce insanların midye kabuklarından yaptıkları cımbızlarla saç veya sakallarını aldığını görülmekteymiş, tarihin taş duvarlarında.
Günümüzde de modern yaşamdan uzak kalan ilkel kabilelerin çakmak taşından yapılan ustura kullandıkları belirlenmiş.
Çocukluğumdan beri ilk insana dair mağara yaşantısı ve mağaraların içinde elinde lobuttan kocaman sopasıyla saçları sakalları birbirine karışmış; ava giden, ateş yakan erkek figürlerini ilgi ile izlerdim.
Arkeologlara göre erkekler tarih öncesi devirlerde de tıraş oluyorlardı. Mağara duvarlarındaki bu devirlerden kalma resimler sakal tıraşı için midye kabuklarının, köpekbalığı dişlerinin, en çok da keskinleştirilmiş çakmaktaşlarının kullanıldığını göstermekteymiş.
Bazı kaynaklar göre, günümüzde keşfedilen ilkel kabilelerde çakmaktaşının bu amaçla kullanıldığı gerçekten de görüldüğü, Mısır’da açılan mezarlarda eski Mısırlıların M.Ö. 4. yüzyılda sakal kesmek için kullandıkları altın ve bakır aletler bulunduğu anlatılmaktadır.
Daha da ilginç olanı…
1991′de Avusturya Alp’lerinde buzullar arasında donmuş bir erkek cesedi bulunduğu ve bu şaşırtıcı olan cesedin 5.200 yıl önce yaşamış birine ait olması ve bugüne kadar hemen hemen hiç bozulmadan kalabilmesi. ‘Alp Çobani’ adi verilen bu cesette dikkat çeken bir başka husus da, yüzünde sakal ve bıyık olmaması. Tarih öncesi erkeğinin sakal tıraşı olma neden ise, kesilmezse 150 santimetreye kadar uzayabilecek olan sakalın hareket kabiliyetini hayli kısıtlayacağı görüşüymüş.
Araştırmalar, dünyada tıraş olan 2 milyar erkek ve her birinin yüzünde ortalama 15 bin kıl varmış ve bu kıllar günde yaklaşık 2 milimetre uzuyor, yani bir erkeğin ömrünün ortalama 100 günü tıraş olmakla geçermiş. Bu sektörde yok olmak mümkün değil. Hani derler ya “kim bükebilir tıraş bıçağı sektörünün bileğini?”
Geleceğin teknolojileri adı altında sunulan pek çok buluş, yaratıcılık sınırlarını zorlarken doğayı seven, hayatını seven gitsin lazer epilasyon yaptırsın. Dünya sadece insan türü için var edilmedi. Doğaya zarar vermeye hakkımız yok. Yaşamak kadar tüm canlıları yaşatmak da temel görevlerimizdir.
Sağlıklı günler…
Kaynak: http://ogrenmedengecme.blogspot.com.tr/2009/09/agdann-tarihcesi.html
http://www.frmtr.com/garip-olaylar/5662630-erkekler-eskiden-nasil-tras-oluyorlardi.html