Kardeşler Arasında Savaş Olur mu?
Arap Baharı’nın 17 Mart 2011’de Suriye/Dera’da başlaması ile bozulan Türkiye Suriye ilişkileri, 22 Haziran 2012 günü Türkiye’nin bir uçağının
Suriye tarafından düşürülmesi ile birlikte iki ülke savaşın eşiğine geldi. İki ülkenin askeri birlikleri sınırda karşılıklı mevzilendiler, her biri diğerini saldırmasını, ilk hamleyi yapmasını beklemektedir.
Silahsız bir keşif uçağının, uyarılmadan hem de uluslar arası sularda düşürülmesi düşmanlıktan başka bir şey değildir. Suriye Enformasyon Bakanı Ömer El-Zubi yaptığı açıklamada, Türkiye uçaklarının İsrail uçaklarına benzediği için hedef olduğunu iddia etti. Ancak bu güne kadar İsrail savaş uçağı düşürmek bir yana, İsrail uçaklarına karşı bir tek kurşun atamamış Suriye’nin bu iddiaları hem gülünçtür hem de insan aklını hafife almadır.
Başbakan Erdoğan’ın uçak düşürüldükten sonra “bir daha tekrar edilirse şu olur bu olur” misali açıklamalarının ne anlamı olacaktır? Hatırlanmalıdır ki, Türk askerlerinin başına 2003’te Irak/Süleymaniye’de çuval geçirildiğinde Türkiye buna bir cevap veremedi. Aynı yıl ABD işgali başlar başlamaz, Irak/Erbil’de Barzani yanlısı gruplar, Türkiye’nin bayrağını yakıp gösteriler yapmıştı. T. Erdoğan bunun da karşılığının verileceğini açıklamıştı. Takip eden yıllarda T. Erdoğan; “Kerkük’ün nüfus yapısının değiştirilmesine izin vermeyeceğiz “ dedikçe, Kerkük’ün nüfus yapısı değiştirilmeye devam etti. Kıbrıs açıklarında Rumların tek taraflı petrol/doğal gaz aramalarına izin vermeyiz dedikçe Rumlar İsrail ile birlikte aramalarına devam etti. Gazze’ye gönderilen Mavi Marmara adlı gemide Türkiye’nin 9 vatandaşı savunmasız ve çaresiz bir şekilde İsrail tarafından katledildi. Türkiye “bunu İsrail’in yanına bırakmayacaktı.” Ama görünen odur ki bu olay çoktan İsrail’in yanına bırakılmıştır. Türkiye bu dokuz vatandaşının hesabını soramadığı gibi yeni bir gemi de Gazze’ye gönderememiştir. Son olarak durup dururken Türkiye’nin bir uçağı Suriye tarafından düşürüldü. İki pilot hayatını kaybetti. Sözlü misillemelerden öteye Türkiye henüz Suriye’ye bir karşılık verebilmiş değildir.
Türkiye’nin son on yılda büyük değişiklikler geçirdiği yaygın bir görüştür. Hatta artık eski ve yeni Türkiye diye ayırım yapanlarda bulunmaktadır. Türkiye’nin kendi bölgesinde giderek yükselen bir yıldız olduğu, bölgesel bir güç olduğu gibi görüşlere sıkça rastlanmaktadır. Oysa Türkiye’nin son on yılda yaşadığı olaylardan verilen örnekler; ABD’nin çuval geçirme olayı dışında diğer dört olay küçük bölge ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı yapılmıştır ama bölgesel güç olduğu tekrarlanan Türkiye henüz bunlara bir cevap verebilmiş değildir.
Türkiye’nin Suriye saldırıları karşısında ki tutuk, gürleyen ama bir türlü yağmayan haline rağmen, “Türkiye batının taşaronu olmak” gibi çirkin suçlamalara maruz kalmaktadır. Kendi ülkesinin uçağını düşüren, kendi ülkesinin savunmasız ve silahsız pilotlarının katledilmesinde bile Suriye’yi değil Türkiye’yi suçlayan meczup aryanist vb vatandaşlar görülmektedir. Suriye hükümetinin bütün açıklamalarını kutsal metin gibi doğru bilenler, Türkiye’nin haklı ve makul açıklamalarını bile yok saymaktadırlar.
Bu çevreler yalnızca Türkiye’yi suçlamakla kalmıyor aynı zamanda tehdit de ediyorlar. Türkiye’nin “Suriye+Irak+İran+Rusya+Çin ve Hizbüllah” karşısında pes edeceği gibi hiçbir aklın kabul edemeyeceği analizler yapabilmektedirler. Suriye’de on binlerce insanın katledilmiş olmasını, milyonların toplama kamplarında, kuşatılan şehirlerde açlık, hastalık, askeri saldırılar karşısında çaresiz ve savunmasız bir halkın feryadına gözlerini, kulaklarını ve kirlenmiş vicdanlarını kapatanlar, böyle analizlerle Türkiye’yi tehdit etmeyi sürdürmektedirler.
Son olarak Ali Bulaç Zaman Gazetesi’nde (30 haziran 2012) “Bir Bölgesel Sorun Olarak Suriye” başlıklı yazısında Türkiye’yi tehdit etmesinin yanında Suriyeli mücadeleci şahsiyetlere de iftira etmekten çekinmemiştir. Suriye Ulusal Konseyi eski başkanı Burhan Galyon’un “iktidar olmamız halinde Suriye’den İran’ı kovacağız İsrail’le barış yapacağız” dediğini iddia etmiştir. B. Galyon defalarca bu konuşmayı yalanlamış ve ben böyle bir şey demedim demesine rağmen Bulaç bu yalanı, bu iftirayı tekrarlamaktadır. İran’ın ancak bu açıklamalardan sonra Esad iktidarını kayıtsız şartsız desteklediği gibi ipe sapa gelmez yalanları Bulaç tekrarlamıştır.
Oysa Baas Partisi’nin Irak ve Suriye kanatları arasındaki kan davasına dönüşen mücadeleden dolayı Şahlık döneminde İran, Irak ile yaşadığı sınır sorunları nedeniyle Hafız Esad yönetimindeki Suriye ile müttefikti. Suriye aracılığı ile Lübnan’daki Şii Arapların Emel ismi altında örgütlenmesi için Şah yönetimi altındaki İran her türlü desteği/yardımı yapmıştır.
İslam devriminden sonra İran-Suriye ilişkileri artarak devam etmiştir. Lübnan’da giderek Emel’in yerini Hizbüllah adı verilen örgüt almıştır. İran’ın Suriye/Lübnan siyasetinde esaslı hiçbir değişiklik olmamıştır. B. Galyon’un olmayan açıklaması nedeniyle İran’ın Esad iktidarından yana olduğu iddiası ne büyük bir yalandır. Çünkü aynı İran, 1982’de Suriye/Hama’daki ayaklanmada da Hama’nın Müslüman halkına karşılık Hafız Esad yönetimine her türlü desteği vermiştir. 1982’de ortada Burhan Galyon adı bile yoktur. Bu yüzden İran’ın Baasçı/Esadçı tutumunu, B. Galyon’un hayali açıklamasına dayandırmak aynı zamanda büyük bir zulümdür.
Ali Bulaç bununla da kalmayarak Suriye’deki katliamların sorumluluğunu da Suriye muhalefetine ve ona destek olan ülkelerin üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Suriye muhalefetinin (Türkiye, Arabistan, Katar vb.) ülkelerden aldığı destekle şiddete, kan dökmeye yöneldiğini iddia etmektedir. Oysa herkes bilmektedir ki Suriye’de Arap baharından sonra yaklaşık altı ay muhalefet silah kullanmamıştır. Ali Bulaç’ın “eğer muhalefet silah kullanmasaydı, Suriye’de işler Tunus-Mısır gibi barışçı bir şekilde sonuçlanabilirdi” iddiası da tümüyle kurgudur. Hatırlanmalıdır ki Mısır’da göstericiler öldürülmeğe başlandığında; Tantavi “Mısırlı Mısırlıyı öldürmez” demişti. Oysa Suriye’de Tantavi’nin bu anlayışını benimseyen hiçbir yönetici yoktur. Muhalefetin silahsız gösterileri ısrarla kan dökülerek katliamlar yapılarak engellenmeye çalışılmaktadır. Bütün bunların sonunda muhalefet, özellikle cenaze törenlerinde cemaati korumak için silah kullanmaya başladı ve bu durum giderek bütün Suriye’de yaygınlaştı.
Ali Bulaç vb kimselerin tekrarlarına dikkat edilirse, İran’ın Basçı katilleri koruma çabasını sorgulamak yerine onun için mazeret aramaya çalışmaktadırlar. Suriye’de Basçıların her türlü insani, vicdani duygulardan soyutlanmış olarak katliamları için de olmadık bahaneler aramaktadırlar. İran-Suriye-Hizbüllah üçgenindeki kirli/kanlı işbirliğini sorgulamak yerine Suriye muhalefet liderlerini, bu arada Suriye İhavn-ı Müslimin’in lideri Riyad El-Şakfa’yı suçlamaya, neredeyse Basçıların bütün barbarlıklarını onlara yıkma çabası içindedir.
Türkiye’nin doğrudan kendisine yönelen saldırılar için hemen benzeri şekilde karşılık vermesi kaçınılmazdır. Suriye ile birlikte hareket edenlerin (İran-Irak-Lübnan/Hizbüllah-Çin ve Rusya) gelip de Türkiye ile savaşa tutuşacakları akla uygun bir seçenek değildir. Bu sadece Arayanist cephenin propagandasıdır.
Ancak Suriye’de devam eden Arap Baharının geldiği sonuç itibarı ile Türkiye, Suriye muhalefeti için İdlib vb bir yerde acilen tampon bölge kurulmasını temin edebilir. Buna bağlı olarak bir insani koridor açılmasını sağlayabilir. Böylece güvenli sağlam bir bölgeye sahip olacak Suriye muhalefetinin Esad yanlısı resmi güçlerine ve sivil uzantısı Hortlaklara (Şebbiha) karşı kendisini savunma imkanı olacaktır.
Eğer Suriye’yi İsrail etmiş bu gün Basçıların yaptıkları katliamdan/yıkımdan daha fazla ne yapabilirlerdi? İsrail’in yapabileceği hemen her şeyi fazlası ile Basçılar Suriye’de yapmaktadır. Suriye; Haçlı-Moğol-Fransız işgalinden sonra dördüncü ve son işgalini yaşamaktadır. Türkiye gibi ülkelerin insani koridor ve tampon bölge kurulması için tutuk davranması yalnızca Basçıların işini kolaylaştırmakta buna karşılık katliamların/yıkımların artarak devamına yol açmaktadır. İran’ın Baasçılarlala Rusya ile kirli kanlı işbirliğine karşılık, NATO gelecek şöyle olacak böyle olacak suçlamalarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Herkes kendine yakışan müttefikini, kardeşini bulmuştur. Türkiye’nin içinde Baasçıların/Rusya’nın/Çin’in/İran’ın olduğu cepheyi kendisine kardeş bilmesi için bir neden bulması zordur. Ama İdlib-Deyr-i Zor-Halep-Şam-Hama-Humus ve Dera’da can derdinde olan insanlar kardeş olduklarından kardeşliklerini bu dönemde görmeyeceklerse ne zaman göreceklerdir?