Kardeşim Düştü! Billinan Düştü!
Kapımızın önünden cadde geçiyordu. Eminim o vakit cadde dediğimiz yolun genişliği şimdiki sokaklar kadardır. Çocuk gözümde öyle genişti ki, öbür tarafına geçmek güç ve cesaret isterdi. Caddenin karşı tarafından boylu boyunca Ceyhan Nehri çağlayarak, gürleyerek akıyordu. Şimdiki gibi sakin değildi o vakit. Çocuk gözümde kocaman bir denizdi belki de. Derin ve eğimli olmalıki, genç bir delikanlı gibi astığı astık, kestiği kestik. gürül gürül tüm haşmet ve azametiyle akıyordu. Gece üzerinden geçerken köprünün altından akan suyun çağlayış sesi, soğuk havanın nefesimizden çıkarttığı buharla birlikte sulardan yükselen sis bulutlarının bizi sarmalayışı dün gibi hatırımda.
Söylendiğine göre üç ila üç buçuk yaşlarındaymışım o eve taşındığımızda. Yaşam, belleğime iz bırakmaya bu yaşımda başlamış olmalı ki; daha önceye ait pek bir şey hatırlamıyorum. Hafızamda yer alan ilk sahneler, Ceyhan Nehri kenarında oturduğumuz eve ait. Hayalimde kalan bazı görüntü ve sahneleri hayal meyâl hatırlamaya çalıştığımda, içimi burkan bir olay geliyor hemen gözümün önüne. Billinan’ın suya düşüşü! Billinan henüz iki yaşındaymış.
O doğduğunda ben yeni dilleniyormuşum ve ‘Perihan’ diyemediğim için, bebekçe dilimle ’Billinan’ demişim ona. Annemlerin hoşuna gitmiş olmalı ki; onlar da Perihan’a ’Billinan’ derlerdi benim dilimce. Billinan, o evin anılarını hatırlayamaz. Ama ben, biraz daha büyük olduğum için hatırlıyorum bazı sahneleri.
Cadde kenarında yan yana dizilmiş ahşap evlerin biriydi bizim ev. Çift kanatlı, kocaman bir kapıdan; küçük loş bir avluya giriyorduk. Avludan yukarıya çıkan merdivenden bizim eve çıkılırdı. Merdivenin önünden geçerek avlunun en iç kısmından ev sahibimizin evine gidilirdi. Ama onların evinin içine ait hafızamda kalan hiçbir şey yok. Avludan geçerek girdiğimizi hatırlıyorum sadece…
Ev sahibemiz bizi torunları gibi severdi. Biz de ona ’babaanne’ derdik. Çok şişman bir kadın olarak hatırlıyorum. Aynı avluyu kullandığımız için rahmetli babamı her gördüğünde kira istemek için çevirirmiş. Babam her eve girişinde ona homurdanırdı; vakti gelmeden ev kirası istiyor diye.
Kaç basamaklı olduğunu bilemem ama tahta merdivenlerimizden çıkınca küçük bir sofa, sofanın sağ tarafında mutfak ve sol tarafında bir oda vardı. Kapısı sofaya açılan mutfağımızın içini de hatırlayamıyorum. Oturma odasının şeklini hatırlasam bile eşyalarını hatırlamıyorum. Sadece plastik beyaz oyuncak atımı ve bebeğimi hatırlıyorum.
Billinan’ın uzun siyah saçları vardı. İki omzundan dökülen kalın örgülü melikleri ve aynı hizada kesilmiş kâkülünün altında parlayan kara gözleri herkesin ilgisini çekerdi. Esmer tenli olduğu için çoğunlukla ”Kara kız” diye severlerdi onu.
İkinci kardeşim de o evde doğmuştu. Onun doğduğu gün annemin ’ebe’ dediği babaannesi ve doğum yaptıracak olan ev ebesinin annemin başında oturuşları da kalmış hafızamın siyah beyaz karelerinde… Yer yatağında, koynunda bir bebekle halsiz yatan annemin başucuna oturup ağlaştıklarımızı, ikindi vakti ceviz büyüklüğünde dolu yağarken, insanların başlarını tutarak kaçışmalarını ve balkonumsu bir çıkıntıdan, dolu toplarken annemin bizi içeriye çağırmasını hatırlıyorum.
Babam şoför olduğu için iki günde bir evimize özlem dolu bir yürekle öyle bir girerdi ki; onun boynuna atılışımdan aldığım lezzetin bir benzeri yok hâlâ… Onun neşeyle merdivenden çıkarken ki gülüşü, çok şey anlatırdı çocuk ruhuma. Bize kavuşmanın verdiği heyecanı, âşıkla mâşuğun birbirini anladığı gibi biliyordu baba delisi yüreğim… Annemin çeyizi olan ceviz oymalı sandalyeler evimizin en lüks eşyasıydı belki de. Babam küçük bir masa başında sandalye de otururdu evde kaldığı kısacık sürede. Onun bacaklarının arasında bizi oynatışı, istediği gibi konuşana veya şarkı söyleyene tebessümle cebinden çıkardığı şekerler, dünyalara bedeldi… (Bu şekerler yaşımız büyüdükçe paraya dönüşecekti ileriki yıllarımızda)
Kapımızın önünden cadde ve nehir geçtiği için, babam her gün giderken anneme tembihlermiş:”aman çocukları dışarı gönderme, aşağı kapıyı açık bırakma! ” diye.
Babam nehre düşmemizden ve kaybolmamızdan korkuyor olmalıydı. Büyük olduğum için sık sık bana da tembih ederdi. Fakat annem, babamı çok evhamlı bulduğu için, o yokken bizi kapı önüne çıkartır kendisi de pencereden bakardı. Korkak bir çocuk olduğum için kapı önünde kardeşimin elini bırakmaksızın dolaşırmışım. Bir iki metre öteye gitmemize izin yoktu. Bazen de bizi torunları gibi seven ev sahibimiz Nesibe Hanım gözetimine emanet edermiş annem. Çünkü kendinin kundakta bebeği vardı.
Çoğu zaman, güneşe karşı oturan Nesibe Babaanne’nin etrafında oynardık. Hiç hayalimden gitmez, Nesibe Hanım çok şişman ve konuşkan bir kadındı. Kilosundan dolayı yürüme zorluğu çekerdi. Sürekli bacak ağrılarından şikâyet ederdi anneme. Sık sık bir kavanozun içinden çıkarttığı sülükleri, bacaklarına, kollarına, omzuna yapıştırmış haliyle kahkaha ve kızgınlıkların birbirine karıştığı tiz sesiyle konuşurdu ha bire…
Giyime ve estetiğe düşkün olan annem, onca işinin arasında bize yeni elbiseler diker ve temiz giydirirdi. Perihan’la aynı renk ve aynı modelden olurdu genellikle elbiselerimiz. En çok hatırımda kalan ise; uçuk pembe renkli, içinde sarı simleri olan ipekli bir kumaştan, etekleri fırfırlı elbiselerimizi diktiğinde, beyaz çorapla yeni alınan beyaz ayakkabımızla ve saçımıza taktığı beyaz kurdele ile çok şık olmuştuk. Hatıraya önem veren babam, yorgunum falan demeden gidip eve fotoğrafçı getirmişti. O güzel hatıranın izdüşümü, yıllar yılı fotoğraf albümümüzü süslüyor hâlâ.
Nesibe Babaanne’nin evde olmadığı bir gündü galiba, yine o pembe elbiselerimizi giydirip kapı önüne oynamamız için izin vermişti annem. Benim söz dinleyen uslu bir abla oluşuma güvenerek: “üzerini kirletme, kardeşine iyi bak düşmesin! Bir yere ayrılmayın! “ diye tembihleyip yukarıya çıkmış. Ne oynadık, ne kadar süre kaldık bilmiyorum. Bir ara kardeşimin ayağının takılıp yere düşüşünü, elleri ve üzeri kirlendiği için ağladığını ve elinden tutarak nehrin kenarına götürüşümü net olarak hatırlıyorum. Cesaretimin atağa geçtiği bir andı galiba…Mahalle çocuklarının ayaklarını sokarak oynadıkları nehrin sığ bir yerinde, eğilerek kardeşimin elini yıkamaya çalışırken onun suyun akışına kapılışı, gözümün önünde hâlâ. Ve caddeye koşarak gelen geçenlere:
”Kardeşim düştü! Billinan düştü! ” diye ağlayışımı, bağırşımı gören takım elbiseli bir adamın, ceketini çıkararak balık gibi nehre atlayışını, evimizin önüne annemi teselli için biriken kalabalığı ve adamın kucağında sularını akıtarak kardeşimi getirişini, Billinan’ın yaşadığı için anneme gözaydın edenleri, benim başımı okşayarak “akıllı kızım kardeşini kurtardı” diyenleri puslu bir sinema şeridi gibi sahne sahne hatırlıyorum.
Kalabalık çekildikten sonra, babamın tembihini tutmadığı için kendini suçlu hisseden annem, “Kardeşinin suya düştüğünü babana söyleme emi kızım! ” diye bana sık sık tembihliyordu. Annemin anlattığına göre uzun bir zaman söylememişim. Ömrünün çoğu yollarda geçen babama, olaydan uzun bir süre sonra, komşulardan birisi: “Suya düşen çocuk nasıl oldu? ”diye sorduğunda, babamın “Ne çocuğu? Ne suya düşmesi? ” diye şaşırdığını görünce, olaydan habersiz olduğunu anlayarak lafını çevirmiş... Eve gelince babam anneme sorduğunda da,”o adam komşunun çocuğuyla karıştırmış bizimkiler değil” diyen annemin inkârına da inanmamış olacak ki; annem mutfakta iken babamın şeker vererek beni konuşturmaya çalıştığını hayal meyal hatırlıyorum. Sandalyede bacaklarının üzerine “ oturtarak “kim suya düştü, kardeşin mi, sen mi? ” gibi sorularına önce “bilmiyorum” diyerek direnmiş sonra dökülmüş hepsini anlatmışım. ”Baban olmam doğruyu söylemezsen! ” tehdidine dayanamamışımdır mutlaka!
***
CEYHAN DENİNCE
Hayal gibi şeyler kalmış geriye,
Bakınca, buğulanmış maziye...
Neler düştü yadıma; allı morlu, bazen pembe
Annem telâş içinde, kardeşlerim beşikte...
Üç beş yaşlarımın anısı, gözlerimde belirdi
“Ah çocukluğum! ”dedim, hatıralar serildi.
Ceyhan kenarında, bir evimiz var idi.
Aklıma düşen çılgın nehir,
Coşup köpürüp çağlarken
Üzeri buğum buğum tüterdi...
Üst kattaydı evimiz, kerpiçten miydi neydi?
Avlusu karanlıktı, hatırımda kalmamış pek fazla yeri.
Bazen kapı önünde kardeşimle oynarken,
Aklıma babam düşer, çok göresim gelirdi.
Karşıda çılgın nehir, korkulacak bir yerdi.
Kapımızın önünden, kocaman yol geçerdi
Babam:yolda gezersen, kaçıracaklar derdi.
Ceyhan kenarında, bir evimiz var idi.
Yâdıma düşen çılgın nehir;
Coşup, köpürüp, çağlarken
Üzeri buğum buğum tüterdi.
Asuman Soydan Atasayar