Karanlıkta Adı Bir
Çağ, kendi jargonlarını üretiyor. Pelesenk, göreceli klişe, dile kolay, seyrek akıl, tatlı su balıkları, denize parmak sokucuları… gibi deyim-kelimeler de jargonların destekçileri.“Deniz” kelimesi çağrışım yaptı. Turhal’da deniz olmamasına rağmen, bu, denizleri düşünmemem için sebep değil. Süleyman Demirel ne ilginç bir insandı; onun şimdi aklıma gelişi deniz kelimesi sayesinde. Deniz olmayan bir beldeye deniz getireceğini söylüyor da sonradan da gerçekten getiriyor. Bağlayıveriyor denizi olan bir ile nutuk çektiği yeri; dolayısıyla nutuk çektiği yere deniz gelmiş oluyor. “Dehşet” bir filozof olabileceğini düşünüyorum. Eğer ki değerlendirilseydi. Siyaset arenasına değil de dünya felsefe arenasına sürülseydi şimdi dünyayı bile biçimlendiren bir filozofumuz olurdu. Felsefe, ırk-meşrep-mezhep işi olmadığından başkalarının filozoflarını da kendi filozofumuz gibi görmek gönlümüze su serpiyor. Ha Süleyman ha Sükrates. Karanlıkta adı bir.
Sözü dağıtıyorum böyle hep. Bugün yazarları düşündüm. Hepimizin tanıdığı yazarları. Bir okyanustaymışım mesela. Bir gemide veya suyun içinde değil…hatta etten kemikten bir varlık da değilmişim. Bir bakışmışım sadece bu okyanusun biraz üstünde. Bukowski derin sularda inci çıkaran bir yazardır mesela. O kadar çok derinlere ve uzun süreler dalar ki her yanı türlü türlü derin yosunlarla mantarlarla süngerlerle organik bağlar oluşturup getirir. Amerika’nın en altında yaşar; insanlarının, kurallarının, arabalarının, ekonomilerinin, sapkınlıklarının…ve gecenin de altında yaşar. Okyanusun dibi çağrışımı da bu yüzden ona uyar. Onu anlamayan bir sürü kişi de vardır. Onun pornocu olduğunu söyleyenler, içkici olduğunu söyleyenler yanılırlar… o, Amerikanın nazarında hepimizin aslında ne olduğunu söyler durur. Hem zaten, yazar bir adamın yazdıkları mı önemlidir, kiminle yatıp kalktığı veya içki firmalarını ne kadar zengin ettiğimi. O, hepimizi söyler durur. Ona pornocu diyenler, çok beğendikleri ve her gün düzüldükleri sistem içinde bir nevi toplu porno yapmıyorlar mı diye sorarım hep. Örneğin Turhal’da daha geçenlerde bir sürü kişi düzüldü su sayacı diye diye. Su sayacı bir fantezidir. Nazarımda, yerel ulusal uluslar arası kavramlarının ve olayların çoğu birdir. Amerika da bir siyahiyi döven polisle, Türkiye’de bir karakolda gözaltına aldıkları kadına tecavüz eden polis aynı ahlaki düzlemdedir.
Akşamüstü gayet sıkılmış bir biçimde kanepenin öbür ucunda oturuyor idim. Elimde muhtar çakmağını evire çevire düşünüyordum. Az önce yağmurla karışık dolu yağmıştı. Gündüz saatleri güneşlikti. Bir dil kursunun teras kafesinde oturuyor hava tahminleri yapıyor idik. Sarma sigarama Captain Black tütünü de katmıştım. Sigaralardan bir tanesini de karşımda oturan ağabeye ikram ettim. Muhtar çakmağımı eline aldı ve yaktı sigarasını. Kapağını kapatmayı unuttu, öylece yanarken çakmak zippo benzinli zippo benzinli mikamsı masanın rengini bozacaktı nerdeyse. O an, insanların, kendi yaptıkları ve anılarına nakşettikleri “eşya” lara ne kadar da hıyanet içinde olabilecekleri geldi aklıma. Bir muhtar çakmağı, çakıldıktan sonra kapağı kapatılan bir çakmaktı. Yanar halde bırakmıştı. Eşyadır insanı insan eden; gerisi bizim insanlığımız. Prag’dan aldığım kibritler aklıma geldi. İki haftada bitirmiştim kibritleri. Üzerlerinde Prag, Kafka resimleri vardı. Manidarlığını anlamayan birkaç arkadaşa da hediye etmiştim o kutulardan. Kibritler efendice yanıyorlardı. Prag’ın asaletine binaen. Fakat memleket kibritleri öyle değil. Adamın yüzüne patlar bir halleri var; bir çakıyorum, sanki mübarekle kırk yıllık düşmanız. Asalet eşyadadır: eşyayı nasıl ürettiğimizde. Çakma tiryakiler anlamazlar dediklerimi. Sonra asalet fosforda veya gazda değil, zamanın içine kendini nasıl bıraktığı ile ilgili.
Çek bir Prag, Prag bu işleri, Prag yau Prag.
Muhtar çakmağım kaliteli bir çakmak. Avusturya marka. Zaten elin oğlu yapıyorsa iyi yapıyordu.
Yağmurla karışık dolu, doluyla karışık yağmur veya. Demin uslandı ve bitti. Beş on dakika kar beyazı oldu her yan. Mayısta da kışı görmüş olduk gibi oldu.