Karagözler
Tembelliğin keyfini çıkarırken elimde televizyonun kumandasıyla seyr-ü sefer yapıyordum. Severim böyle zamanlarımı. Yaşamın kıyısında durmuş hayatı seyrettiğimi düşünürüm. Buna rağmen hayatın tam ortasında olduğumu da bilirim.
Şu kanalda dizi var istemem, bu kanalda yarışma programı var istemem, şunda şu, bunda bu derken epeyce dolandım renkli kutunun kanallarında. Onca geziden sonra Türkmeneli TV kanalında duruverdim. On, belki de on iki yaşlarında kara gözlü bir erkek çocuğun ekâbir tavrı, boyundan büyük kocaman sözleri beni orada tutuverdi. Yarısı yıkılmış toprak evi işaret ederek, yöre şivesiyle; “Burası bizim evimizden geriye kalan.” diyordu. “Anam bu yıkılan yerde toprak altında öldü. Babam ve üç kardeşim kurtulduk. Ama babamın da bacağını kestiler, şimdi tek bacağı var. Ben en büyük çocuğum.” dediğinde sanki dağlar kadar yaşı vardı da onun böbürlenmesini yaşıyordu. “Ben Türkmen’ im bu topraklar bizim ağabey. Şimdilerde kötü şeyler oluyor ama babam diyor ki hepsi düzelecek.”. “Peki, nasıl geçiniyorsunuz?” diye soru soran sunucuya. Hayatın bir anda kocaman ettiği, çocukluğu es geçerek büyüttüğü, engin yürekli, kara gözlü çocuk; “Ben varım ya ağabey, sabah güneş doğarken uyanıyorum ocakta çay demliyor şu ilerdeki pazara götürüyorum. Orada satıyorum. Götürdüğüm hemen bitiyor. Koşarak eve geliyor yenisini demliyorum. Çayımı çok beğeniyorlar. Çok güzel çay yaparım ağabey. Kazandığım parayla o gün karnımızı doyuruyoruz az bir şey de biriktiriyorum n’olur n’olmaz he mi ağabey.” Sunucu; “Büyüyünce ne olmak istersin?” diye sorsaydı eğer, ne derdi kara gözlü kocaman çocuk? Öğretmen ya da doktor mu acaba! Oysa o çay satarak kazandığı küçük paranın bile yarınlara ümit olmasını düşlüyordu.
Buğulu gözlerle kıyısında durduğum yaşam, yine acı bir manzara sergiliyordu bana. O an tembelliğimden, nankörlüğümden kısacası insanlığımdan utandım. Be çocuk, ne çok şey söyledin o kısacık anda. Allak bullak ettin beni o kara gözlerinle. O umut dolu yüreğin, onurlu duruşun ne çok şey söylüyor. Sen insansın, insana zulmedenler utansın.
Kim bilir belki de yarınlar senin olacak. Sokakta gezen insanları seyrederken bu fikre kapılıyorum. Böyle bir onurla var olmak şu yalancı dünyada ne güzel bir haslettir. Senin yaşında olup ta kaç çocuk sonraki günün hesabını yapar ki. Eşitlikten dem vuranlara bakıyorum da söylenecek söz bulamıyorum, ana baba parasıyla alınan arabayla gezen şehir züppelerine ne demeli, ya da kendi başarısızlığını başkalarına çamur atarak örtmeye çalışanların acınacak halleri, ellerindeki son model cep telefonlarının bedeli bir memur maaşından fazla olanlar, bütün bunların elzem zaruriyeti varmış gibi konuşan ana babalar… Ve daha neler neler… Peki, sen kara gözlü çocuk, peki sen neresindesin bu dünyanın… Küçük yaşlarda elleri nasırlı, yüzleri isli binlercesinden biri değil misin? Sahi sen ağlamayı biliyor musun?
“Allah Türkmen elini korusun ağabey. Bütün bunlar bir gün bitecek ağabey.” Sözleriyle yaşamın kıyısından sıyrılıp tipinin acımasızlığında savrulur gibi savrulurdum duygu dünyamda.
Köle olup ta kendini sultan sananlar şu Karagözlü Türkmen çocuğa bir baksalar, görseler ki sultan kim. Babaların, anaların huzur evlerine atıldığı bu zamanda, ailesini sarmalayan bir çocuğun kocaman yüreğinin makamı hangi kattadır sizce?
Babasından kalan mirası alın teriymiş gibi gören, harcadıkça da azımsayanlar bir kez olsun dönün bakın bu kara gözlü Türkmen çocuğa. Bakin ki belki fark edersiniz kendinizi. Geçip gidiyor zaman bilesiniz.
Sunucunun; “Bizden bir isteğin var mı?” sorusuna; “Dua edin ağabey dua edin ki buralar bu ateşten kurtulsun. Şükran ağabey” diyerek isteğini söyleyince kalbidekiler dilinden, gözündekiler yüzünden damla damla süzüldü.
Sen ne yaptın be Karagözlü Türkmen çocuk. Ne dünü düşünüyorum ne de bu günü, senin o güzel gözlerinde ümit var ya. Nice güzelliklere kapı aralayacak. Sabret. Belki burada belki de ötelerde. Ama mutlak!
04.02.2016