Karadeniz’de Kadın Olmak
Güzel olduğu kadar da zor bir coğrafyadır Karadeniz… Turistik gezi için gelip de bu tablo misali güzelliklere uzaktan bakanlar bu zorlukları göremezler. Onun için de burada yaşayanları bahtiyar insanlar olarak sayarlar. Tabir caizse içi seni, dışı beni yakar…
Bu zor ve bir o kadar da hoyrat coğrafya karşısında ayakta durmak hiç de kolay değildir. Hele bir de burada yaşayan kadın olursa… Zira bu coğrafya kadın için ‘çile’ demektir. Kadın tarlada ve bahçede çalışır, inek besler, sırtında ormandan odun getirir. Bu da yetmez, evin yemeğini, çamaşırını ve bulaşığını çekip çevirir. Bu bölgede kadının eğlenmeye ayıracak zamanı yoktur. Eğlence onun hayat kitabında yazmayan bir kavramdır. En büyük eğlencesi çalışırken kendi kendine türkü ve mani söylemektir. Bununla yetinmek zorundadır.
Karadeniz’de kadın olmanın zorlukları coğrafî şartlarla ilgili değildir sadece… Karadeniz erkeğinin keyfine düşkünlüğü de bu yörede yaşayan kadınların zorluklarının bir başka acı yüzüdür. Başka bölgelerde erkeklerin yaptığı birçok işi Karadeniz’de kadınlar yapar. Erkekler dışarıda para kazanır, bunun dışında ev ve bahçe işlerine karışmazlar. Bazıları para da kazanmaz, aylak aylak dolaşır, yine de beyliğinden ve keyfinden ödün vermez.
Karadeniz’de ailenin bütün yükü ve sorumluluğu kadının üzerindedir. Evi onlar döndürmek zorundadır. Evin erkeği belli bir işte çalışmıyorsa sabahtan akşama kadar kahvehanelerde sürünür, akşam öylece eve gelir. Hesap sorması gereken kadın olduğu halde, gün boyu kahvehanede oyun oynayarak vaktini boşa geçiren erkek, eve gelir gelmez hesap sormaya başlar. Yemeği önüne biraz geç gelmişse hemen çıkışır gün boyu çalışıp çırpınan eşine… Bazı kendini bilmezler öfkesini yenemez, daha da ileri giderek şiddete başvurur.
Karadeniz kadını kaderine teslim olmuştur. Bunca zahmetleri bir kader olarak görür ve onlara boyun eğer. Bu yörede kadın; erkekle boy ölçüşecek kadar güçlüdür, kararlıdır fakat erkeğine karşı da boynu kıldan incedir. “Erkektir, sever de döver de…” teslimiyeti onun kolunu kanadını kırar. Bütün bu zahmetli işlere rağmen erkeğini mutlu etmek onun için bir ibadet kadar önemlidir. Hatta kocasının mutluluğu için; yaşlanmış, yataklara düşmüş kaynanasını ve kaynatasını da bakar. Karadeniz kadınının tahammül sınırı yoktur. Allah onlara Eyüp sabrı bahşetmiştir. Onlar kavga, gürültü çıkmaması için çoğu şeyi duymazlar.
Karadeniz’e paralel inen sıra dağlar kadınların azmine engel olamaz. Şehir kadınları düz yolda yürümekte zorlanırken, bu engelli coğrafyanın kadınları hiçbir engel tanımaz. Karadeniz kadını bu cennet gibi coğrafyada cehennem hayatı yaşar da yine de şikâyet etmez.
Bu topraklar, üzerindekilerin karnını doyurmaz. Onun için Karadeniz kadınlarının çoğunun eşi gurbettedir. Eşini ya yılda bir görür, ya o kadar da göremez. Yolunu gözler gurbet ellere gönderdiği eşinin… Mektuplara döker içinde göllenen hasret gözyaşlarını…
Namusu için yaşar Karadeniz kadını; bu yüzden iffetine son derece düşkündür. Kocası yıllarca gurbetten gelmese de aklından iffetsizlik asla geçmez. Son nefesine kadar bekler nikâhlısını… Eşini Nataşa’ya kaptırsa da nispet yapmayı aklının ucundan dahi geçirmez.
Sözünün eridir Karadeniz kadını; sözü namus bilir ve verdiği sözün gereğini yapar. Gıybet ve iftira gönül kitabında yer almaz; hem bunları yapacak vakti de yoktur çalışmaktan...
Karadeniz kadını kışın köyde, yazın yaylada dur durak bilmeden çalışır. Gün gelir inek sağar, gün gelir tezek yapar, gün gelir tırpanını eline alarak çayır biçer. Alnından akan ter, ana sütü kadar mukaddestir. Yaylalar, sevdalısının yolunu bekleyenlerin içindeki hasreti dağıtır.
Karadeniz kadınının üzerine güneş doğmaz. Karanlığın ağardığı vakitlerde kalkarak sabah namazını kılar. Güne besmeleyle ve bereket ümitleriyle başlar. Bir daha da yatmaz. Yatmak ne mümkün… Ahırda inekler, beşikte bebekler, kulübede köpekler onu bekler. Hepsi yemek ister, ilgi ister. Tarlada mısırlar, bahçede çaylar, dalda fındıklar onun yolunu gözler.
Karadeniz kadını sağlam aile yapımızın en büyük teminatıdır. Zira dobradırlar, harbidirler, sağlam karakterlidirler. Kan kussalar da kızılcık şerbeti içtim der geçerler…
Evlerinin güçlü ve sarsılmaz direğidir Karadeniz kadınları… Bir iş olunca, etraflarına bakmadan kendileri görürler. Bunu gösteriş olsun diye değil, inandıkları için yaparlar.
Doğurgandır Karadeniz kadını… Şimdi eskiye nazaran azalmış olsa da, bu yörenin kadınlarının sahip olduğu çocuk sayısı Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Üç beş çocuğu çocuktan bile saymazlar. İkili rakamlarla ifade edilir bir kısmının çocuk sayıları… Şehir kadınları hamile kalınca her türlü işten kopsalar da Karadeniz kadını doğurana kadar bağında, bahçesinde çalışır. Hamile olduğu, ancak karnının şişmesiyle anlaşılır. Zira hamilelik ayaklarına yatıp etrafındakileri kendine hizmetkâr yapmaz. Bir kısmı çocuğunu bağda, bahçede doğurur. Hamileliğinin kaçıncı ayında olduğunu düşünüp hesap etme ihtiyacı bile duymazlar. Çünkü bu zor şartlarda geçinebilmek için çalışmak zorundadırlar. Zira eve ekmek, sofraya çorba getirmek çalışmakla olur. Miskin miskin oturarak nimet beklemek tevekkül anlayışlarıyla bağdaşmaz. Onlara göre alınlar terlemeli nimetlere layık olabilmek için…
Cefakâr olduğu kadar da vefakârdır Karadeniz kadını… Yapılan iyiliği hiçbir zaman unutmazlar; yaptığı iyiliği de hiçbir zaman başa kakmazlar. Bakmayın mütevazı olduklarına yeri geldiği zaman hırçınlaşmasını ve karşısındakini mat etmesini de bilirler. Sözü düşünerek, az ve öz söylerler. Lüzumsuz konuşmak onlar için hafiflik olarak addedilir. Gerçi çalışmaktan uzun konuşmaya, isteseler de vakitleri yoktur. Onlar laf değil, iş ve hizmet üretirler daima…
Karadeniz kadını dünyaya geldiği andan son nefesini verdiği ana kadar hep hareket halindedir. İbadet edercesine çalışan bu insanların şişmanlama gibi bir dertleri de yoktur. Şehirdeki kadınlar zayıflamak için spor salonlarına avuç işi para verirken, onlar doğal yoldan formlarını korurlar. Kilo alsalar bile ormandan birkaç kez odun taşıdıklarında fazla kilolarını verirler. Üstelik onların kilolarıyla bir dertleri de yoktur. Mevcut durumlarıyla barışık yaşamasını bilirler. Onların yaşlanma ve ölümden korkuları da yoktur. Yaşlanmayı doğal bir süreç olarak görüp bu yeni durumlarına kolay uyum sağlarlar. Yüzlerindeki ve alınlarındaki kırışıklıkları gerdirme, akıllarının ucundan bile geçmez. Sosyetede moda olan silikon taktırmanın ne olduğunu bile bilmezler. Onlar aynalarla daima dost ve barışık olarak yaşarlar.
Güne namazla, besmeleyle başlayan, yatsı namazını kılar kılmaz yatıp ertesi gün yapacaklarını zihninden geçiren bu insanların ölümden korkmak gibi anlamsız korku ve endişeleri de yoktur. Zira peygamberî bir anlayışla; hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışarak daima teyakkuzda olurlar. Onlar mutasavvıf şair Yunus Emre’nin “Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedi varsın” sözüne yürekten inanmışlardır.
Deniz ve çiçek kokuludur Karadeniz kadınları… Gözlerinin büyüleyici rengini Karadeniz’in uçsuz bucaksız mavisinden almışlardır. Manalı bakışları denizler kadar derindir. Yayla bahçelerindeki çiçeklerin eşsiz kokusu sinmiştir tenlerine. Saçlarına papatyalar takan bu güzel kadınlar tezek yapsalar da, o tezek kokusu çiçek kokuları arasında kaybolur gider.
Onlar ekmeğini, yemeğini ve tuzunu paylaşırlar ama erkeğini paylaşmazlar kimseyle… Moskof’un kadınlarıyla dünya baş edemese de onlar baş edebilmişlerdir. Yuvayı yapan dişi kuştur onlar… Fakat damarına bastığınız zaman bir kartal, bir şahin gibi yırtıcı olabilirler. Karadeniz’in dalgaları gibi hırçınlaşmasını bilirler yeri geldiği zaman… Hele bir hırçınlaşmaya görsünler önlerindeki bütün dalgakıranları tuz buz ederler. Onlar ki belindeki silahıyla yedi düvelin karşısında dimdik dururlar. Onlarla iyi geçinmek en doğru davranıştır.
Tabiatın koynunda yaşayan Karadeniz kadını, erkeklere nazaran uzun ve sağlıklı bir ömür sürer. Bu sanki onların gece gündüz çalışmalarına karşılık Allah’ın kendilerine sunduğu ilahî bir lütuftur. Onların uzun ve bereketli bir ömür sürmesinde bağından, bahçesinden elde ettikleriyle doğal beslenmesinin etkisi de inkâr edilemez. Tabiat onlara adeta kalkan olur.
Karadeniz kadını moda nedir bilmez. Onun için moda, bir basma etek olsa da, üstüne yakışandır. Bağda, bahçede çalışsa da temizlik onun için vazgeçilmezdir. O, üstündekiler iyice yıpranmadan yenisini almayı hiç düşünmez. Çünkü paranın ne zor kazanıldığını iyi bilir. Karadeniz kadınının mesaisi 24 saat devam eder. Zira dışarıdaki işleri halleden kadının asıl zor mesaisi evde başlar. Onlar başımızın tacıdır. Allah onları başımızdan eksik etmesin…
Yazı güzel, ama biraz eksik olmuş.
Karadeniz'de erkekler biraz "fazla erkek olduklarından" kadınlar da çokca ezilmekte.
Elbette ezilme olayı sadece "cinsiyetten" değil, sistemden de gelen bir durum.
Ben de bir Orta Karadenizli olarak bu yaşamı bilmekteyim.
sevgiler..
Şubat 10th, 2011 at 16:32