Kara Tren Karalı
Karakıştayım, mevsimlerin karakışında. Üstelik tükenen bir yılın da son günlerini yaşıyorum. Takvimin yaprakları hızlıca tükenmekte…
Dışarıda yağmur yağıyor. Hem de karakışın tam orta yerine. Hava yumuşacık ve sakin… Suratı asık Ankara ılık bir damlayla dokunuyor saçlarıma. Buğusu tüten bir bardak çayın keyfindeyken, bin bir hatıra geçiyor aklımdan. Bir fotoğraf beliriyor aynımda. Yer gök bembeyaz. Nefesim dudaklarımdan süzüldüğü anda buz tutuyor havada. Sonra kara trenin kıvrım kıvrım raylarda süzülüşünü görüyorum. Aklım erdi ereli ne zaman yolcu treni görsem içime garip bir hüzün çöker. Yaz ortasında da olsa tren bana hep gariban kışları hatırlatır. Kömür vagonlarına ellerinde çuvallarla tırmanan fakir çocukları düşünürüm. Başlarında eskimiş bereleri, paçaları yırtık pantolonları, kömür isinden kapkara olmuş elleri ve ayazda titreyen küçücük bedenleri ile koşuşları düşer yâdıma. Kaç tanesi o vagonun altında kalarak can verdi. Kaç tanesi bacaklarını kaybetti, kaç tanesinin kolu koptu bilmiyorum.
Ara sıra mahalleli toplanır trenin altında kalarak hayatını kaybeden çocukların karlar arasında mezarını kazardı. Kimi zamanda kolu, bacağı kopan çocukların ailelerine geçmiş olsun adı altında yardıma giderdi. İşte o zaman Donkişot’ un değirmenleri düşman ilan etmesi gibi bende treni düşman ilan ederdim. Kin beslerdim kibirli tıkırtısına. An olurdu karları yara yara koşarak ardından kartopu atardım. İntikam alırdım çocuk aklımla. Birde isabet ettirdim mi çocuk kalbim huzura ererdi.
Devran bu, dönüp dönüp duruyor. Çocukluğumda düşman bellediğim trene, büyüyünce keyifle bakar oldum. Her yerin beyaza belendiği mevsimde trenle uzun yolculuklara çıkardım. Bazen dört beş gün süren bu yolculukta, dışarıyı trenin içinden seyretmek apayrı bir duygu olurdu. Gözümün önünden camları buz tutmuş şehirler, bacaları tüten kasabalar, köpekleri havlayan köyler, her bir yeri karlı mağrur dağlar, kuru dallarına kuşlar tünemiş ağaçlar, bir baştan bir başa dizili elektrik ve telefon direkleri, yeşil yaprakları beyazda gizlenmiş çam ağaçları geçerdi. Uzanıp dokunacak kadar yaklaşır, sonrada şımarmış gibi bir anda kaçıp yok olurlardı.
Nice duygulu şiirlerin, nice hüzünlü hikâyelerin sırları saklıydı o gizemli güzellikler içinde. Pencere kenarından onları seyrederek hızlıca geçip gidiyordum önlerinden. Emanet ediyordum efsunu beyaz yalnızlığın kollarına. Ardımda kalan onca beyaza inat, kara treninin kara dumanını salıyordum orta yere. Yavaşça yayılıyordu her yere gri tül gibi ince, zarif ve sessiz. Kuşların göç ettiği viran gökyüzü, bir an da cümbüşün kollarına düşüyordu sanki.
Başımı cama yaslayarak seyre koyulduğumda, heyecana kapılmış kalp atışına benzetirdim raylar üstündeki tık tıklayan sesini. Hayaller kurardım. Karlar arasından kırmızı gül gülümserdi gamzeli yüzüyle, mor menekşe göz kırpardı çapkınca. Doru bir at çıka gelirdi tipinin orta yerinden. Üstünde Yiğit Köroğlu, İsyankâr Dadaloğlu, Cihan Şahı Yavuz, Kaçak Nebi, Gence Hanı, Ebülfez olurdu, sonra Nuşirevan gelir adalet dağıtırdı kâinata.
Derinliklere dalıp, müphem boşluğa öylesine bakarken, gar bekçisinin vakitsiz düdük sesi telaşlandırırdı herkesi “yine tehir yapacak.” Sözleri uğuldardı vagonların içinde. Sonra bir gürültü, bir takırtı… Ardından bir düdük sesiyle neşelenirdi bütün yolcular. Anlardım ki çoğu kavuşmanın derdinde. Ve uzayan raylar üstünde yeniden umuda doğru başlardı takırtılar.
İnsan ömrünün uzunluğu yaşadığı güzellikleri ve acıları kadar değil mi? Zihnimizde Resmolunmuş hatıralar değil mi bizim bildiklerimiz.
Geriye kalan zamanımda güzel günler doldurmak istiyorum gönül heybeme. Bahar nefesli günlere yol alan ömür treni, yıldızlı lacivert gecelere, tan yerini bezeyen huzurlu şafaklara, gül kokan sabahlara, bereketli gün ortasına, kehribar rengi ikindilere, mutlu akşamlara yol alacak. Ve ben o trenin vagonları güllerle, gülüşlerle dolu olsun istiyorum. Bütün çocuklar çuvallarına vagonlardan kömür yerine gülüşler doldursun. Kahkahaları yeri göğü inletsin.
14.12.2016