Kapalı Mektuba Cevap Vermeyen TRT Genel Müdürü
Kapalı Mektuba Cevap Vermeyen TRT Genel Müdürüne Açık Mektup
Dr. Halil ATILGAN
Benim sevdam türkülerdir. Türkülerde anamın ağıtı, babamın sırları gömülüdür. Ana kucağının sıcaklığı vardır onlarda.
Sevdaların dumanı yükselir. Köyümün dağları şekillenir. Çayları çağlar. Tıpkı Uzun Yayladan doğup Akdeniz’e dökülen Seyhan nehri gibi… Kavuşamayanların arzusu siyim siyim gözyaşı olur türkülerde. “Aman aklımı başımdan aldı bu ceren / Edem seherde karşıma çıktı bu ceren” denildiğinde Amanos’lardan hışımla inen kar suları gelir aklıma. İşte bizim türkülere, bağlamaya, ozanlara, Karacaoğlan’a, Anadolu’ya, Çukurova’ya sevdamız bundandır. Bu sevda başımızdan hiç eksik olmaz. Uca dağ başına çökmüş kara bulut gibidir. Alıcı kuş gibi üstümüzde döner durur. Üstümüzde dönen bu sevdanın sarhoşluğunu yaşarken internetteki siteme bir ileti düştü.
İleti Merve Doğan adında bir bayandan geliyor ve de şöyle diyordu: “TRT AVAZ kanalında yayınlanan TÜRK DÜNYASINDAN İZLER programını hazırlamaktayız. Programın amacı Türk tarihinde ve gönüllerde yer etmiş değerli fikir, siyaset ve edebiyat alanındaki Türk büyüklerimizi gelecek kuşaklara aktarmak ve bu değerli şahsiyetlerle ilgili bir eser bırakmaktır. Bu çerçevede programımızın bir bölümünü de KARACAOĞLAN ile ilgili hazırlamayı planlamaktayız. Bu konuda sizinle de uygun gördüğünüz tarih ve yerde röportaj gerçekleştirmek isteriz. Yoğun iş temponuzdan bizlere kısa bir süre ayırıp değerli bilgilerinizi paylaşırsanız çok seviniriz. Size çalışmalarınızda başarılar dileriz. Görüşmek dileğiyle. Saygılarımızla.” Tarih: 28. 11. 2011, saat 12: 31: 03.
İletiye cevap yazdım. Ankara’da olduğumu, çekimin çalışma ofisimde gerçekleşebileceğini ifade ederek telefonumu bıraktım. Beni Merve Hanım aradı. Çekimin 11. 12. 2011 tarihinde yapılması karalaştırıldı. Neler söylerim düşüncesiyle güzel bir konuşma metni hazırladım. Hazırladığım konuşma metnini irticalen özetledim. Karacaoğlan’ı, Karacaoğlan’ın dilini şiirsel bir anlatımla takdim ettim. Geçekten düşündüğümüz gün ve saatte çekim gerçekleşti. Büyük ustayı şiir gibi anlatmaya çalıştım. Dedim ki…
O: Yüzyıllardır Anadolu’yu dalga dalga saran bir ses, dillerden düşmeyen türkü, gözlerde şavkıyan ışık, gönüllerde kabaran bir heyecan. Dağlarda uğultu, ovaların sarı başaklarında, ak çiçek açan Çukurova pamuğunda bereket, halk şiiri denilince akla ilk gelen isimdir Karacaoğlan. Yaylalar onunla yüce, tarlalar onunla zengin, Karaca Kızın yavuklusu, Elif’in tutkulusu, “Görülmeyi görülmeyi” daha da güzelleşen nice güzellere vurgun, ölünceye kadar gönlünün güzelini aramaktan yorgun, genç kızların kalbinde titreşim, âşıkların tellerinde ibrişim, delikanlıların yüreğinde cesarettir Karacaoğlan. Çukurova’nın, Erzurum’un, Ardahan’ın, kısaca Anadolu’nun övünç kaynağı, Halk Edebiyatımızın en büyük ustasıdır Karacaoğlan.
O şiirlerinde kanatlı bir kuştur. Bir bakarsınız Niğde’de, bir bakarsınız Mardin de, Maraş’ta, Göksun Tekir‘de yavuklusunu arar. O, şiirleriyle gönüllere taht kurmuş bir efsanedir. Halk dilini en iyi şekilde kullanan, uyaklarında hiç sıkıntı çekmeyen, bir ustadır. O bizim gönlümüzün güzelidir. Hem de “Döne döne teneşirin üstünde/ Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz” diyen bir güzeldir. Elbet de böyle diyenin de düşmanı çok olacak, herkes onu sevecek, ona sahip çıkacak, sevgi gösterisinde bulunacaktır. Peki, nasıl olacak bu sevgi gösterisi. Elbette herkesin Karacaoğlan’ı sahiplenmesiyle gerçekleşecektir. Ve nitekim de öyle olmuştur.
Hayatıyla ilgili kesin hiçbir bilgi yokken, mezarının yeri dahi belli değilken, Mutlular, Fekeliler, Düziçililer, Erzurumlular, Kilisliler, Tarsuslular, Yozgatlılar, Azerbaycanlılar Çukurovalılar bu güzelin peşine düşmüşler. İşte bu güzel bizim topraklarımızın gülüdür diyerek duygularını dile getirmişler. Efendim elbette herkes Karacaoğlan’a sahip çıkmalı, onun adına geceler düzenlemeli. Çünkü o bizim gülümüzdür. Bu topraklarda doğup büyüyen, bu toprakların güzellerine, gelinlerine, kızlarına âşık olan bir ustadır Karacaoğlan. O, dertlilere deva, hastalara şifa, darda kalanlara ise Zümrüt’ü Anka kuşudur. O, aşk ve sevda şiirlerinin ustası, güzellerin hastası, batan güneşte, doğan ayda sevdiğini arayan, gönül yoldaşıdır diyerek şiirsel bir giriş yaptım. Sonra Çukurova’da Karacaoğlan Çığırmak geleneğini ve Karacaoğlan’daki dili şiirlerinden örnekler sunarak anlatım.
Çekimi gerçekleştiren arkadaşlar çalışma odamdaki bağlamayı görünce konuşmanın akabinde bir de kendi derlediğim Karacaoğlan türküsü okuttular. Böylece çekim tamamlandı. Yayınlanacağı gün ve saati bildiririz diyerek ekip ayrıldı.
Merve Hanım; 21. 12. 2011 tarihinde programın saat 22 00’de yayımlanacağını duyurdu. Benim kişisel bir özelliğim vardır. Benimle ilgili programları hiç kimseye özel olarak duyurmam. Fakat bu öyle olmadı. İşin içinde Karacaoğlan olunca durum değişti. Konuya gönül veren birkaç arkadaşıma programın yayın saatini duyurdum. Keşke duyurmaz olaydım. Halt ettim.
Çoktandır televizyon seyretmediğim halde oturdum ekranın karşısına ne söyledik, ne dedik diye beklemeye başladım. Program bana bildiren saatten yaklaşık 15 dakika sonra başladı. Programı seyrediyorum. Şimdi beni konuşturacaklar. İşte geldi, işte geliyor, işte gelecek derkennnn… Program bitti. 45 dakikalık programa şahsımla ilgili yapılan söyleşiden ilaç niyetine de olsa bir paragraf konulmamıştı. Ancak yeni derlediğim, üç dörtlük okuduğum sözleri Karacaoğlan’a ait türkünün son dörtlüğü yayımlandı. Aslında ben programa konuşmacı olarak katılmıştım. Nasıl olur diye düşündüm. Olmuştu bile… Nasılı yoktu… Düşünsem de düşünmesem de program bitmiş yönetmen beni devre dışı bırakmıştı. Niye devre dışı bıraktı. Karacaoğlan’ı bilmediğim için mi? İyi konuşamadığım için mi? Bilmiyorum… Ama çok iyi bildiğim bir şey var… Türkiye’de üç kişi Karacaoğlan’ı biliyorsa, Karacaoğlan’ın türküsünü söylüyorsa, dilini konuşuyorsa biri benim. O halde…
Sn. Genel Müdür: Şimdi size soruyorum. Sizinle çekim yapacaklar. Zaman ayıracaksınız. Bir gün akşama kadar uğraşacaksınız. Bir hafta hazırlık yapacaksınız. Karacaoğlan’ın ününe şanına yakışır bir konuşmayı nasıl gerçekleştirim diye kılı kırk yaracaksınız. Mekânınız kullanılacak. Çekimin iyi olabilmesi için tüm imkânlarınızı seferber edeceksiniz. Üstelik hiçbir maddi çıkar düşünmeden. Şahsınıza hiç bir telif hakkı ödenmeden. Çekim bitecek. Onca emeğe rağmen programda size yer verilmeyecek. Neden yer verilmediği de tarafınıza bildirilmeyecek.
Ben TRT’ye çok program yapmış, yapılan programlara konuk olmuş birisiyim. Böyle bir programda yer alma, kendini gösterme hevesini çoktan aştım. Bu duygular benim için geride kaldı. Beni üzen: Ülke kültürüne yazarak, araştırarak kırk yıldır hizmet eden birisinin deneme tahtası olarak kullanılmasıdır. Buna hiç kimse kail olmaz. Eğer böyle durum söz konusu olmuş ise (Ki… Ben bunun alasını yaşadım) program ekibine sormazlar mı? Neden bana hazırlık yaptırdınız? Yayımlamayacaktınız neden çekim yaptınız? Programda yer vermediğinizi niçin bana bildirmediniz. Size yer veremedik kusura bakmayın demediniz.
Siz böyle bir durum karşısında ne yapardınız? Düşünmek bile tüylerinizi ürpertiyor değil mi? O ürpertiyi görür gibiyim. İşte ben programın bitiminde o ürpertiyi bin defa yaşadım. Program sonunda yaşadığım ürpertiyi de siz yetkililerle paylaşmak istedim. İşte bu satırlar onun için yazıldı. Bu durum karışında sizler ne yapardınız. Bana da söyleyin, tavsiye edin ben de onu yapayım. Siz bırakın tavsiyeyi, TRT’nin “inter aktif” aracılığıyla gönderdiğim mektubu gale alıp da cevap bile vermediniz. Avaz TV’nin Genel Koordinatörü Sn. Adnan Süer Beyefendi de cevap verme lütfünde bulunmadı. Gönül almak büyüklüktür. Ne demiş koca Yunus: Kim ki gönül kırmışsa / İki cihan bedbahttı. Teslim Abdal: Engin olmak büyüklüktür / Engin ol gönül engin ol. Aynı duyguları Hacı Bektaşı Veli: “İncinsen de incitme” diyerek dile getirmiş. Siz bu yüceliği tarafıma gösteremediniz. Personelinizin şahsıma uyguladığı haksızlığa karşı duyarlı olup, yarım da olsa: Yarım alma gönül alma diyemediniz. Kapalı mektubuma cevap vermediğiniz için bana açık mektup yazdırdınız.
Bilesiniz ki bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı. Koltuklar hiç kimseye baki değil. Sizler fanisiniz. Ama ben: Bu ülkenin kültürüne 30 kitap, 150 makale yazdığım için, ulusal ve uluslar arası bilgi şölenlerinde 50’ye yakın tebliği sunduğum için baki kalacağım.( incirgedigi@gmail.com bakabilirsiniz.) İşte aradaki fark bu.
Satırlarımı yeni yayımlanan kitabımdan bir kamyon arkası yazısıyla noktalamak istiyorum: RÜZGÂR ÖZÜR DİLESE DE / DAL KIRILDI BİR KERE…
Artık cevap beklemiyorum. Saygılarımla…
Not: Ömrünü Devlet ve Milleti’ne adayan ilkokul öğretmenim Halil ATILGAN hocama vefa adına okurlarımızla paylaşmak istedim..