Kanunlar Neden Farklı Yorumlanır?
Yıllar önceydi... Sabah saatlerinde, telefonum çaldı... Açtım, karşımda tok bir ses;
“Yazıişleri Müdürü ile mi görüşüyorum?..”
“Evet buyrun, benim. Nasıl yardımcı olabilirim?” diye karşılık verdim. Karşımdaki kendini tanıttı. Çevre ilçelerden birinin Cumhuriyet savcısı...
Gazetemizde o gün yer alan ve bir öğretmenin, bir öğrencisine yaptığı şiddeti içeren bir haber ile ilgili aradığını, bu konuda soruşturma açacağını ve böyle bir haberi nasıl olur da gazetede çıkarttığımı sordu.
Gerçekten çok şaşırmıştım. Böylesine bir habere, böylesine bir tepki olabileceği hiç mi hiç aklıma gelmemişti.
Haberin içeriği de kısaca, bir öğretmen saçını uzun bulduğu bir öğrencisinin kafasını elindeki makas ile öylesine bir kırpıyor ki, çocuk ancak sıfır numara tıraş olmayla kafasında öğretmeninin yaptığı şekilde kurtulabilecek bir hale geliyor...
Ayrıca, ilköğretim okulu öğrencisi o küçük çocuğun, öğretmeni aracılığı ile arkadaşlarının arasında düşürüldüğü travmatik durumu düşünün. Bir yanda alay konusu olurken, bir yanda da sıfır numaraya vurdurmak zorunda kaldığı başı ile aylarca arkadaşlarının maskarası olmayı sürdürecek.
Böylesine salakça bir cezayı öğrencisine reva gören bir öğretmen, benim nazarımda öğretmen olamaz. Aslında böylesine aptal, cahil ve geri zekalı birini de nasıl öğretmen yaparlar, orası da ayrı mesele!.
Doğal olarak öğrencinin velisi de, çocuğuna öğretmeni tarafından yapılan böylesine salakça bir cezanın hesabını sormak için okula geliyor ve yine doğal olarak kendini son derece haklı bulan öğretmen, bir de öğrencinin velisini fırçalıyor...
Bu da basına aksediyor ve haber olarak da hem gazetemizde, hem de Türkiye’nin en büyük gazetelerinin birinin bölge ekinde yer alıyor.
Haber olarak son derece ilginç bir haber olduğu su götürmez bir gerçek. Hem böylesine rezil bir yöntem uygulayan öğretmeni kamuoyuna duyurmak, hem de herkese ders olması açısından gerçekten çok güzel bir haber...
Ammaaaa!.. Kanunen böyle değilmiş meğerse!..
Biz, bir öğretmeni kamuoyunda nasıl böylesine küçük düşürebilir, onun kişilik hakkı ile oynayabilir mişiz?
Yani kanun, uygulayıcısı aracılığı ile bize demeye getiriyor ki; “Öğretmen, öğrencisine istediği şiddeti istediği gibi uygulayabilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Ama sen basın olarak böyle bir durumu kamuoyuna duyurduğun an, senin canına okurum!..”
Yanlış anlaşılmasın, ben değil, beni arayan savcı bey bunu münasip bir dille bana anlattı. Kelimesi kelimesine olmasa da, benzer cümlelerle hem de...
İşin ilginç tarafı, aynı haber aynı gün dediğim gibi büyük bir gazetenin bölge ekinde ve hem de çok ağır bir başlıkla yayınlanmıştı.
Savcı beye bu durumu hatırlatıp, “Peki bu gazete hakkında da soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?” diye sordum.
Hayır düşünmüyordu!.. Onu da, gazetenin yayınlandığı ildeki basın savcısına bırakıyordu. Onlar açmalıymış, kendisinin görevi değilmiş!..
Oysa, bu gazete bulunduğu ilçede de satılıyordu!.
Yani, istese kendisi de dava konusu yapabilirdi. Bunu hatırlattığımda ise bozularak, “Biz kendi bölgemizdekilerle ilgileniyoruz” karşılığını verdi.
Hatta konuşma aralarında o büyük gazete ile uğraşmak istemediğini de satır arasında söyleyiverdi.
Haklıydı aslında!.. Öyle ya, koskoca bir yaygın basında yer alan bir gazete ile uğraşacağına, yerelde yayınlanan küçük bir gazeteye soruşturma açmak çok daha kolaydı...
Bu kez ben de böyle düşünüp düşünmediğini sordum. Çaktırmasa da, bu şekilde düşündüğünü anladım. Evet, çekiniyordu aslında.
Daha sonra bir hayli konuşup, böylesine bir soruşturmanın sonunda çok fazla bir şey çıkamayacağını, olayın haber değerinin gerçekten çok ilginç olduğunu ve bilirkişinin de büyük bir ihtimalle bizim görüşümüz doğrultusunda karar verebileceğini söyleyerek, belli bir uzlaşmaya varmış, kendisi de bu sefer uyarıda bulunmakla yetinmişti... Sağolsun.
Bu konuya nereden geldiğime gelince...
Son aylarda, Balıkesir ilinde yayın yapan yerel gazetelerin muhabirleri, sorumlu müdürleri sık sık basın savcısının ardından da hakim huzuruna çıkar oldular.
Neredeyse, her yaptıkları haber soruşturma konusu olur duruma dönüşmüş.
Onlar önce savcı, ardından da hakim huzuruna çıkmaktan bunalmış durumdalar.
Haa bir de 2 milyar peşin yatırmaları durumunda davanın açılmayacağı da belirtiliyormuş kendilerine.
Düşündüm de, bu konuda bizler yani Bandırma basını gerçekten çok şanslıyız.
Yani, bizimle ilgili cumhuriyet savcıları, yaptığımız haberlere, yazdığımız köşe yazılarına, gerçekten son derece geniş bir perspektiften, demokratik olgular doğrultusunda bakıp, Balıkesir’dekiler gibi değerlendirmelerde bulunmuyorlar.
Aslında böylesine anlayışlı bir demokratik ve hukuk yapısına sahip olduğumuz için kendimizi diğer il ve ilçelere göre daha ayrıcalıklı sayabiliriz.
Her ilçeye böylesine bir ayrıcalık tanınması mümkün olmadığı için, bizim de bu değerin kıymetini bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Tabii, bizim de aramızda gerçekten kanunlarda yer alan yasaklara karşı çıkacak yazı yazanlar da yok değil. Onlar da zaten hesabını veriyor.
Öte yandan, uzun yıllardır bu mesleğin içerisindeyim, ama bir türlü akıl erdiremediğim konulardan biri de, yaygın basın ile yerel basın arasında, aynı kanunların neden farklı bir şekilde yorumlanarak, tatbik edildiğidir...
Oysa ki, herkes kanunlar karşısında eşittir, ama yaygın basın, yerel basın yanında, kanunlar karşısında daha bir eşit oluyor anlaşılan!..
Onlara hayatta tatbik edilmeyen bir takım kanunlar, her nedense yerel basına gelince, alabildiğine tatbik edilir oluyor.
Hani kanun adamları eliyle, yerel basında çalışan arkadaşlarımız, ister istemez ikinci sınıf insan muamelesine tabii tutulur bir duruma düşürülüyor.
Yine geçtiğimiz günlerde Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’nin, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile birlikte organize ettiği ve yerel basının sorunlarını içeren bir seminerde, basın konusunda en yetkin kimlik olan Avukat Fikret İlkiz’in söyledikleri de çok dikkat çekiciydi.
Sayın İlkiz, yerel basın mensuplarının, sürekli olarak kendilerini anlatmak durumunda olmasını öneriyordu.
İyi de bu anlatma olayı nereye kadar devam edecekti. Üstelik 3-4 yılda bir değişen kadrolar karşısında bu anlatma yeterli olabilecek mi?
Neden, sürekli gelişim seminerleri düzenlenerek, artık ülkemizde de yerel basının demokrasinin bir unsuru olduğu ve gelişmesinde son derece önemli katkıları olduğu anlatılmaz peki?
Örneğin, bugün Cumhurbaşkanı’ndan, başbakanına, hatta ve hatta en son kararından sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı’na kadar hemen hemen her kişi ve kurum eleştiri sınırları içerisinde eleştirilebiliniyor.
Biri Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepe noktasındaki kişi. Yani cumhurun başı...
Diğeri de, hukukun en tepe noktasındaki kişi...
Yaygın basında, tüm bu kurum ve kurumların başındakiler kararlarından dolayı eleştirilebiliniyor.
Ancak, gelin bunu yerel bir basın organında, bulunduğunuz ilçenin savcı ya da hakimine yönelik olarak yapın bakalım!.. Yapabilirseniz.
Her nedense, bizde özellikle bizim gibi ilçelerdeki kanun adamları, kendilerini eleştirilemez boyutta görmektedir.
Verdikleri ya da aldıkları kararların kesinlikle eleştiri sınırları dışında tutulmasına özen gösterirler. Aksi takdirde, ellerindeki mevcut gücü hiç çekinmeden kullanma pozisyonunu da uygularlar.
Ama unutulmamalıdır ki, ülke genelinde meydana gelen birçok olayın kamuoyuna duyurulmasında yerel basın mensuplarının çabası da gözardı edilmemelidir. Onlar sayesinde, birçok olay gündeme yansımaktadır.
Ne diyelim, demokrasi mücadelesinde özellikle yerel basın mensuplarının üzerine çok daha fazla görev düşmektedir. Bizler de en gerçekçi şekilde bu görevi yerine getirmek zorundayız artık...