Geçtiğimiz ay Star Gazetesi’nde, “Kanserle savaşta zorunlu tarama dönemi” başlıklı ilginç bir haber yer almıştı.
Bu ilginç haberde, “İngiltere’de uygulanan zorunlu kanser taraması,
Türkiye’de gelecek yıl hayata geçiyor. Erken teşhisin önünü açacak uygulamada herkes olası risklere karşı kontrole çağrılacak…” deniliyor.
Açıklama’nın sahibi, geçen hafta Cumhurbaşkanı tarafından Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan eski Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer.
Sağlık Bakanlığı, ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ kapsamında herkese “zorla” kanser taraması yap(tıra)cakmış…
2012 itibariyle, 30 yaş sonrası kadınlara rahim ağzı kanseri, 50 yaş üstüne ise meme kanseri taraması yaptırmak ‘zorunlu’ olacakmış…
Dahası, ailesinde kanser vakası görülmüş veya görülmekte olanlarda ise, yaşa bakılmaksızın ailenin tüm fertlerinde tarama yaptırma kaçınılmaz bir zorunlulukmuş…
Tuncer, kanser teşhisi konulan kişilere yaşadıkları şehirlerde kemoterapi yapılacağını da belirtiyor.
Ne güzel değil mi? Sağlık Bakanlığı kanser olmamamız veya ölmememiz için harıl harıl çalışıyormuş da haberimiz yokmuş…
Sizleri bilmem, ama itiraf ediyorum ben bu habere hiç sevinmedim, bilakis kan beynime sıçradı. Neden mi? Çünkü:
Bütün bir toplum hızla kanser yapılırken ve yapılmaya devam edilirken hiç de yanımızda gör(e)mediğimiz Sağlık Bakanlığı, (bu nedenle Sayın Başbakan’dan bir ricamız: Şu bakanlıklar meselesine el atmışken, Sağlık Bakanlığı’nın adını, İlaç ve Hastane Bakanlığı olarak değiştirmesi. Sağlık Bakanlığı’na gerek yok nasılsa) hangi dağda kurt öldü de, bu sürecin içine girdi, insan merak etmeden edemiyor!
Meclise, Ak Partili ve CHP’li üç vekilin ayrı ayrı verdiği kanun teklifine göre; insan bedenini “kamu malı” olarak gören zihniyet, ölçüp biçmiş ve bir yargıya vararak: Taranmamıza, ardından da kemoterapi görmemize karar vermiş…
Bunun içinde, kadınların cinsel organları ile göğüsleri görüntülenecekmiş…
Bu taramayı neyle ve kimle yapacaklar?
Aile hekimi veya başka doktorlarla…
Herkesi kolonoskopi, ultrasonografi, mamografi, MR, Tomografi, CT, smear testi gibi tarama, görüntüleme veya test yöntemlerine tabi tutacaklar…
Mesela, smear testini yaparken ‘kadınlar jinekolojik pozisyona alınıp, spekulum denilen aleti cinsel organına takarak’ vs. diye devam eden yöntemlerin yanı sıra, vücuda radyasyon veren ve kanser salgısını artıran uygulamalarla, sağlamlarımızı da potansiyel kanser hastası haline getireceklerinin farkındalar mı acaba?
Peki, Sağlık Bakanlığı’na bu aklı kim vermiş?
Bakanlığın sitesindeki “2007 yılı Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Azaltılması Stratejisi” başlıklı dokümana göre: Dünya Sağlık Örgütü.
Dünya Sağlık Örgütü ne/kim?
Küresel sağlık çetesinin (sağlık mafyası demekte caizdir) pinosu…
Şimdi muhtemelen yine diyecekler ki: ‘Halk sağlığını tehdit ediyorsun!’ Bu tür ithamlara ‘domuz gribi’ palavrasındaki aşılama kampanyalarından da alışık olduğumuzdan pek umursayacak değiliz elbet… Bu ferasetli toplum, sağlığını kimin tehdit ettiğini gayet iyi bilir.
Buna karşın diyoruz ki: Ey Sağlık Bakanlığı ve herkesi batı tıbbının bağımlı abonesi haline getirmek için elinden geleni ardına koymayan işbirlikçiler!
Şayet samimiyseniz, herkesi kanser yapan petrokimya ürünü; çocuk bezleri, kadın petleri, mutfak ve diğer ‘temizlik’(!) kimyasalları, şampuanlar veya duş jelleri, kozmetik ürünleri, prezervatifler, doğum kontrol ilaçları, sutyen ve diğer iç çamaşırlarla kısırlaştırılıp sağlığımız bozulurken, market, alışveriş merkezleri, kamu veya özel bina girişlerine konulan -güya güvenlik sağladığı iddia edilen- tarama cihazlarındaki X ışınlarından geçirilmeye devam edilirken, bakliyat, kuruyemiş, baharat gibi ürünler -ışınlama tabir edilen- radyasyona tabi tutulurken, tarım ürünleri böcek öldürücüler veya kimyasal besleyicilerle zehirlenirken, gıdaların raf ömrünü uzatmak, lezzetlerini artırmak vs gibi gerekçelerle kimyasal -katkı maddesi- deposuna çevrilirken, hayvanlar ve bitkiler hormon ve antibiyotik saldırısına tutulurken, okullarda, işyerlerinde, kamu binalarında herkes fast food bataklığına sürüklenirken, çocuklar patates kızartması ve cipsler gibi sağlıksız ve niteliksiz ürünlerle obez yapılırken, şekerlemeler, sakızlar, bisküviler, çikolatalarla sağlıksızlaştırılırken, toplum ve özellikle gençler ‘meyve suyu’ diye kimyasal boyalarla zehirlenirken, zehirli kırtasiye ürünleri, PVC ayakkabı, önlük, çanta ve kıyafetlerle küçücük bedenler sağlıksızlaştırılırken, mikro dalga fırınlar, baz istasyonları, tasarruf ampulleri, kablosuz modem, SAR değeri yüksek cep telefonları, kordonsuz telefonlarla ruh ve beden sağlığımız bozulurken neredeydiniz?
Kocaman bir toplum, beyaz tutkalı benzinle kabartıp fırınlamaktan öte bir anlamı olmayan beyaz ekmek gibi tehlikeli bir silahla sağlıksızlaştırılırken ne yapıyorsunuz?
Raftaki her ürüne eklendiği yetmezmiş gibi, bugünlerde Gıda Bakanlığı’nın “maharetli(!)” ellerinde kuşa çevrilen yeni ekmek tebliğiyle, ekmeğe bile şeker eklenirken ve ekmekteki ambalaj zorunluluğu yok edilirken, eliniz niye armut topluyordu?
Biyogüvenlik Kanunu adlı masaldaki GDO; “Veteriner tıbbî ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya izin verilen beşeri tıbbî ürünler ve kozmetik ürünleri bu Kanun kapsamı dışındadır” denilip, ardından da ‘GDO yasak’ sözleriyle yasallaştırılırken, ne işle meşguldünüz? Siz neden bu küresel sağlık tehdidiyle hiç ilgilenmiyorsunuz?
RTÜK Kanunu ile ilaç reklâmı serbest bırakılırken ve bu serbestîden sonra 6 ayda ilaç tüketimi 1 milyar dolar artarken neredeydiniz?
İlaç harcaması 20 milyar sınırına dayanan Türkiye’nin ilaca ayırdığı payın, OECD ülkelerinin üç katı olması sizin ilgi alanınıza neden girmiyor?
SGK’nın sağlık harcamasının 36 milyar liraya, yıllık açığın ise 25 milyar liraya çıkması hiç ilginizi çekiyor mu?
Sefih tıbbın, 20. yüzyılın başında hayata geçirdiği ve o gün bugün bütün bir insanlığın üstünde sallandırdığı ‘sağlıklı insanlardan hasta yaratma’ giyotiniyle, sizin herkesi tezgâha çekme fikrinizin benzeştiğinin farkında mısınız?
Lütfen, sefih batı tıp endüstrisinin, Dünya Sağlık/Ticaret/Tarım Örgütleri üzerinde pazarlamaya çalıştığı bayatlamış numaralarına alet olmayınız ve bu toplumu da alet etmeyiniz…
Siz gayet iyi bilirsiniz, ama biz yinede okurlarımıza hatırlatma babından, o iğrenç hikâyeden biraz söz edelim: Fransa'nın küçük bir köyü olan Saint Maurice’ne, Knock adlı art niyetli genç bir doktor atanır. Ancak son derece sağlıklı olan köyden hiç kimsenin yolu doktora düşmez. Bu şekilde mesleğini sürdüremeyeceğini düşünen Knock, sağlıklı insanları muayenehanesine çekmenin yolunu arar. Uyanık doktor, köy öğretmeninin de yardımıyla köylüleri toplar.
Köylülere: “haberiniz olsun, diğer köylerde hızla yayılmakta olan salgın bir hastalık var” şeklindeki yalanını söyler. Çok geçmeden köylüler, kurnaz doktorun odasının önünde kuyruk oluştururlar. Herkes ikna olmuş ve köy bir hastaneye dönüşmüştür artık. Sonra anlaştıkları eczacıyla birlikte köşeyi dönerler…
* * *
Şimdi diyorlar ki: Bu tarama ücretsiz…
Bedelini kim ödeyecek? Devlet…
Devlet bu bedeli nereden karşılayacak? Bütçeden…
Devlet bütçenin parasını kimden topluyor? Halktan...
Halk kim? ‘Sizi bedava kanser taramasından geçireceğiz’ diye uyutulanlar.
Sağlığımızı tehdit eden sorunlarla mücadele etmek yerine, toplumun tümünün psikolojisini bozacak yöntemlerle, evli-bekâr bütün kadınların cinsel organına müdahale edilmesini bu toplum kaldıramaz ve kaldırmamalı.
Şimdi moda: Kanser olmak! Hem de zorla!