Kan Kırmızısı Gözler
Sevgi, verilen yeşil reçeteli ağır ilaçların gücüne fazla direnemeden uykusuna daldı. Parmak ve yüzündeki hareketleri istem dışıydı. Hayatın yükü, bu kez eşi Umut’a bir başka yüklenmişti. Umut, ev işleri ile kendi işinin üstesinden nasıl geleceğini bilemedi. Üstüne üstlük, çocukları Yağız’ın da küçük olması, her şeyi bir kat daha zorlaştırıyordu.
Doktorlar, deneme tahtası gibi ilaçları değiştiriyor, her değişen ilaç da narin vücut üstündeki baskısını gittikçe artırıyordu. İlaç sonrası gelen sıkıntılar, bayılmayı tetikliyordu. Sevgi için gece ve gündüz, artık anlamsızdı. Umut ise, aylardır biriken iç dünyasındaki gerginliğini, oğlu ile birlikte parklarda atmak istedi. Hava soğuktu. Erguvan ağaçların arasından süzülen güneş ışınlarının gökyüzü maviliğini ve bulutların hızlı hareketleri arasında sessizliği dinlemenin, kendisine iyi geleceğini düşündü. Henüz yürümeye başlayan oğlunu da yanına alarak, çimlere uzandı. Uzanmasıyla birlikte, cep telefonuna düşen ses, yüreğini derinden titretti. Kayınvalidesi,
“ Sevgi iyi değil! Çabuk gel! Cankurtaranı bekliyoruz!” sözleriyle bulutların parçalanması uzun sürmedi. Şarap rengi erguvan ağaçlarının arasından süzülen ışığın, birden kaybolduğunu, gökyüzü maviliğinin karardığını hissetti. Dili, damağı kuruyarak yattığı yerden, birden doğruldu. Lise yıllarında edebiyat dersinde unutmadığı, Baki’nin, ‘Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtar Dürr ü yakut ile bir nahl-i murassa sandım/ (Erguvan üzerine dökülmüş yağmur damlalarını görünce, inci ve yakutla süslü bir fidan sandım) dizelerini anımsadı. Adımlarını, hızla atan yüreği ile birleştirdi. Evin önüne geldiğinde cankurtaran’ın yanıp sönen kırmızı ve mavi ışığı arasında eşinin baygın yatan bedeni yanında soluklandı. Cankurtaran içindeki sessiz bekleyiş, yerini acil servisin koridorlarında koşuşturmaya bıraktığında Hemşire,
“ Yine aynı hasta doktor bey,” Acilin kalabalığından ne yapacağını şaşıran pratisyen doktor;
“ Hemen rahatlatıcı bir iğne yapın! Sonra da tansiyonunu ölçün!” dediğinde, Sevgi’nin gözlerine çöken kan kırmızısı bakışlar yorgundu. Halsizce çevirdiği sözcükleri anlamak ise oldukça zordu.
“ Doktor bey, hastalığıma psikolojik diyorsunuz. Her seferinde sakinleştirici iğne yapıp gönderiyorsunuz. Yok, mu bunun çaresi?”
“ Hanımefendi biraz dinlen. Bu çağımızın meşhur depresyon hastalığıdır. Seni üzen bir olay mı oldu? Yoksa kocan mı?”
“ Hayır! Doktor bey, aksine kocamla hiçbir problemim yok! Üzüldüğüm bir şey de yok. Ne olduysa televizyonda belgesel programını seyrederken oldu.”
“ Aldığınız ilaçlarla ilgili olabilir.”
“ On- on beş gün geçmeden, her doktor farklı ilaç veriyor. Onları kullandığım zaman, geceleri kâbus görüyor, içime de bir sıkıntı giriyor. Son zamanlarda kendimi hiç de iyi hissetmiyorum.”
Hastane dönüşü gece yine sıkıntılıydı. Yeşil reçeteli xanax ilacı minicikti ama Sevgi’nin içerisini dağıtmaya yetmişti. Yatak odası, her günden daha sıkıntılı olmaya başlamıştı. Umut, sevdiğinin sıkıntılı hali, yüreğini deldikçe, isyanları oynuyordu. Sevgi’nin uykuda varsanım görmesi, hiç de hayra değildi. Gelişmeler ve gecenin bitmemesi ve yalnızlık Umut’u, ürkütmüştü. Beklenti içinde kalbi neredeyse yerinden fırlayacaktı. Sevgi’nin hali, hiçte iyi değildi. Yüzdeki değişiklik ve birden yataktan fırlamalar arasında gelen bayılma ile Umut yine çökmüştü. Yan odadan kayınvalidesine seslendi.
“ Anne Sevgi yine kötü! Allah’ım bu acılar, hep bana mı? Artık Allah’ıma isyan etmek istiyorum. Tövbe tövbe, beni de gör yarabbi! Artık mutlu olmak istiyorum!”
“ Sabret evladım. Tövbe de. Allah büyüktür, bunlarda geçecek”
“ Artık sabrım tükendi! Ben isyan etmeyim de kim isyan etsin anne? İşime mi, oğluma mı, ev işlerine mi, yoksa Sevgi’nin her an bayılmasıyla mı ilgileneyim?”
“ Sabredeni Allah görür oğlum. Üzme kendini, merak etme sen, biz elimizden geldiğince sana yardımcı oluruz.”
“ Öyle deme Anne, sizinde ayakta duracak haliniz yok. İş yerinde telefonlar çaldığında, inan yüreğim hopluyor, bakmak bile istemiyorum. İçim titriyor. Bu gidişle bende hasta olacağım.”
Umut, bayılan karısını kucağına aldığında heyecandan dili damağından midesine kadar yapıştı. Yutkundukça nefesinin daraldığını hissetti. Dizlerini yere sürüyerek karısının ağır bedenini kapı çıkışına kadar taşıdı. Kısık sesiyle;
“ Anne, ufaklığı uzaklaştır, ortamı görmesin bari!”
“ Sen merak etme, Sevgi’nin terliklerini unutma.” Umut, kucağında cansız yatan karısını dizleri yerde asansörü bekledi. Asansör çıkış kapısına geldiğinde, cankurtaranın mavi kırmızı lambası da balkonlarda bakan meraklı bakışların yüzlerini aydınlatıyordu.
Yine teşhis konulmadan, rahatlatıcı iğne ve doktorun, yarına verilen psikiyatriye gidilmesi önerisiyle eve gelindiğinde, çaydanlıkta ocağa çoktan konulmuştu. Umut;
“ Sevgi, yarından tezi yok seni araştırma hastanesine götüreceğim. Devlet Hastanesinin doktorları sakinleştirici iğne yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar.”
“ Bende bıktım bunlardan, kaç kere söylüyorum ama beni anlamıyorlar ki. ”
Umut, sakinleştirici ile uyuyan sevdiğine baktı. İri gözlerdeki kirpiklerin uzunluğuna, ‘maşallah‘ dedi. Sevgi’nin saçlarını okşayıp, yanağına öpücük kondurarak yanına uzandı. Gece yine bitmek bilmiyordu. Gözlerini kapatıp uyumayı denedi. Beceremedi. İçini bir şeyler kemiriyordu. Sıkıntı, midesinden yukarıya doğru kaynıyordu. Boğazının düğümlendiğini ve nefes alamadığını hissettiğinde yatağından doğrulup kendini pencere kenarına attı. Dışarının oksijeni bile yüreğini ferahlatmıyordu. İçinden, “ Yoksa ben de mi depresyona giriyorum.” diye ürktü. Geri yatağa geldiğinde güçte olsa uykuya daldı.
Araştırma hastanesinin alanı oldukça genişti. Genç doktorlar, hocalarının peşinde, yeni bir şeyler öğrenmenin telaşı içindeydiler. Sevgi, nöroloji bölümünde başına bağlanan aletlerle, on gün odada hapisti. Umudu ise hemen yanı başındaydı. Doktorlar her gün aldığı raporlar ile tedaviyi sonuçlandırdığında karar umut vericiydi. Bölüm başkanı,
“ Siz eşimi oluyorsunuz?”
“ Evet”
“ Korkulacak hiç bir şey yok. Biz buna, epilepsinin bir çeşidi diyoruz. Yani, beynin bir bölgesindeki elektriklenmenin fazlalığı bayılmaları tetikliyor. Vereceğimiz ilaçla bunu önleyeceğiz. Yalnız ilaçları saatinde aldığı sürece artık bayılmalarda olmayacak. Hiç merak etmeyin” sözü Umut’un içini ferahlatmıştı. Yeniden dünyaya geldiğini hissetti. O kadar isyanına içinden “ tövbe, tövbe” diyerek kayınvalidesinin nasihatleri aklına geldi.
Sevgi, şimdilerde eski işine döndü.
Umut ise, eski günleri unutmuşçasına kan kırmızısı gözlerin içine bebek gibi bakıyor ve biliyordu ki, Sevgi emek isterdi. İnsan sevdiği için; saçlarının beyazlığını, gözlerinin uykusuzluğunu, bacaklarının dermansızlığını, yüreğinin atışını vermezse, gerçek sevda olur muydu? Sorusu arasında yeni aldığı arabanın kontağını çevirdiğinde dikiz aynasından kendisine doğru gelen sevdiğinin yürüyüşüne gülümseyerek baktı.