Kan Davası
Sizi anlayan varsa, kelimeler o zaman anlam kazanır. Halk olarak elitleri takip etme hastalığımız var zira profil olarak en iyinin değil en uygunun arandığı bir asırda yaşıyoruz. İyiyi, güzeli ve doğruyu söylemek veya övmek kolaydır. Gerekli olan bunları uygulamaktır. Zor olan ise, bu konuda irade gösterebilmektir. Bunun için de aydın sayılan insanlara çok iş düşmektedir.
Bu bağlamda öncelikle aydın kimdir sorusuna cevap vermekle başlamak gerekirse, bana göre: Hiç bir etki altında kalmadan haklı bir karar verebilecek ve bu yönde mahalle baskısı ve kınayıcının kınamasından korkmadan tavır takınabilecek yüreğe sahip olanlardır. Bu konuda egemenlerin oluşturduğu “Din Anlayışından” bağımsız kalmaları da gerekmektedir. Bunun için de tevhidin iyice anlaşılması ve kavranması gerekir. Zira tevhidi bilmeyen şirkten korunamaz ve “şirkin” içinde olanlar bağımsız olamaz!
Egemenlerin dini; egemenlerin bakış açısıyla onların menfaatine göre yorumlanan ve şekillenen dindir. Müslümanım diyen birinin insan merkezli düşünmesi ve ufkunun geniş olması gerekir. Dar düşünceli insanlardan geniş ufuklu hayaller kurmaları beklenilmemeli!
Bu bakış açının (dar düşünce açısı) neticesi olarak ortaya çıkan ve şekillenen “Kan Davası” da bölgenin gerçeklerinden birisidir. Gerçeklerden ders çıkarılıyorsa verdiği acı istikbali tatlı kılar/kılabilir!
İnsanlığın öldüğü an: Kadın ve çocuklardan öc almak!
Kin gütmenin, kan davasının, düşmanlığın ve hatta harbin de bir kuralı vardır. Amcasına müsle yapılan Hz. Peygamber (s.a.s), fırsat eline geçtiği anda müsleyi yapmamış olması üstün ahlakın zirvesini işaret etmektedir. Çocuğu, kadını, yaşlıyı öldürecek kadar alçalmış ruhların şerrinden insanların rabbine sığınmalı ve yapabilecek en küçük katkıyı bile esirgememeli ve sorumluluğumuzun bilincinde olmalıyız.
Dinen, kan davasını gütmek haramdır.
Peki, “Bölgenin dindar olması nedeni ile geri kalmış” olduğunu söyleyenler bile varken; dindarlıklarıyla bu kadar bilinen Doğu ve Güneydoğu'da haram olan kan davaları neden hala süregelmektedir. Bu durum Mardin’de gerçekleşen son olayla çığırından çıkmış oldu. Zira şuana kadar kan davalarında Kürdler arasında bırakın kadını öldürmek; kadın dokunulmaz olmakla beraber kan davalarının bitmesinde bile etkili olabiliyordu. Kürdlerin kültüründe; bir kadın karşı tarafın evine gittiğinde, kan davası bitirilirdi. Son olayda kadın ve çocukların öldürülmüş olması, meselenin inanç yönünü gözler önüne sermekle beraber bu coğrafyanın sosyolojik ve psikolojik yönden de araştırılması ve sahip çıkılması gereken bir hal aldığını göstermiştir. Bu da Ankara veya İstanbul’da masa başında yazı yazmak veya anket yapmakla çözülemeyecek kadar önemli ve devlet bazında da üzerinde durulması gereken bir meseledir.
İçinde 54 yıllık bir kan davasının da bulunduğu birçok kan davasının barışla neticelenmesine vesile olan biri olarak, bölgede şuan var olan ve ileride oluşacak husumetlerin sona ermesi için bizler gibi sivillerin de inisiyatif almasının ötesinde; devletin akil insanlar gurubu gibi, bu konuda tecrübe sahibi insanlardan ve kanaat önderlerinden oluşan yasal bir komisyon(lar) kurması gerektiği inancındayım. Ki bu düşüncemi paylaştığım birçok kişinin de benimle aynı fikirde olduğunu müşahede ettim.
Din âlimi, sosyolog ve psikologun da aralarında olacağı bir komisyonun oluşturulmasının çok faydalı ve verimli olacağı kanısındayım. Bu komisyonun böylesi olayların oluşmasına sebep teşkil eden ihtilaflara önceden müdahale etmeleri, gerektiğinde adli ve kolluk görevlilerini de haberdar ederek ve gerek gördükleri durumlarda onları da aralarına alarak çözümler sunarak böylesi vahşetler vuku bulmadan, tarafların arasını bulmayı sağlamalıdır.
Kürdçede şöyle bir atasözü vardır: “Piştî baranê ga cil nabe!” Yani: “Yağmurdan sonra öküze semer vurmanın anlamı da yok faydası da”. Bir şey yapılacaksa yağmurdan önce yapılmalıdır. Soğuk aldıktan sonra mı örtünmek gerekir yoksa soğuk almamak için önceden mi örtünmeli? Hangisi daha faydalı ve verimli olacak!
Böylesi elim olayların ardından, hayatını kaybeden, yaralanan olduğu gibi dul kalan kadınlar ve bir o kadar öksüz ve yetim kalan çocuklar da vardır.
Devlet, böylesi bir komisyonla; bu günlerde böylesi çatışmalarla gündeme gelen ve sosyal bir akıl tutulması da sayılabilen bu kan davası sorunu ile yüzleşmeye ve çözüm üretmeye başlamalıdır. Zira bu olayların ardından yurtlarından göç etmek zorunda kalan aileler hem sosyal hem de psikolojik travmalar geçirmekte ve gittiği yerlerde de gayri ihtiyari yeni sorun ve problemler üretebilmektedir. Ayrıca geride kalanlardan bir tarafın can güvenliği korkusuyla; diğer tarafın da öç alma hevesinden dolayı çalışmıyor olması tarafları ekonomik yoksunluğa sürüklemekte ve dolayısıyla telafisi mümkün olmayan başka sosyal sorunları da beraberinde getirebilmektedir.
Bizim gibilerin kan davalarına bağlı ölümleri durdurmak için bireysel çabalarının yetersiz kaldığı bu dönemlerde devletin de bu meseleye eğilerek her mahalle veya köyde böylesi duyarlı vatandaşları tespit edip bir araya getirmesi gerektiğini düşünüyor ve bu yazıyla gerekli yerlere çağrıda bulunuyorum.
Tedbirini al, Allah büyüktür de ve O'na tevekkül et!