content
07 Haz

Kahrolsun İsrail mi Gazze’ye Özgürlük mü?

Cuma günü Mavi Marmara yolcularından Marmara İletişim mezunu gazeteci Cevdet Kılıçların cenaze namazı vardı. Sabahtan giderim dedim kendi kendime. Şartlar müsaitti, erkenden gidebilirdim; tam vaktinde gidebilirdim. Bir şeylerle oyalandım ki “bir şey”lerle oyalanmak konusunda üstüme kimseyi tanımam. Son anda “hadi gidiyorum” deyip bindim otobüse.

Sanki yıllar olmuştu Beyazıt Meydanına gitmeyeli. Yer gök dolmuştu sanki… bir yerlere doğru ilerledim. Şehitlerle ilgili bir ayet asılmıştı caminin dış duvarına, o ayetle birlikte bende bir şeyler kopmaya başladı. Klasik düzen… erkekler buldukları her şeyin üzerine oturmuşlar birisi konuşuyor; Cuma namazının vaazı imiş. Namaz bitmiştir cenazeye yetişsem yeter diyorum. Son anda karar verip yola çıktığım için de abdest almamışım nasılsa cenaze namazı için abdestli olmaya gerek yok. Vaaz… karşımda ayet… “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. Ahzab Suresi 23. Ayet ”… “Bekleyen”lerden olanlardan olabilme ihtimali…

Ortalık o kadar kalabalık ki caminin içine avlusuna girebilmek imkansız. Şadırvan içerde ben dışarıda. “Alışmadık kıçta don durmaz” diyorum bir yandan; bir yandan da “ namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz; sen cumaya niyetlenmedin ki cenazeye niyetlendin” diyorum. Ezan okunmaya başladı…
Son anda; “ Allah’ım içimi de dışımı da bir sen bilirsin” dedim, bir kağıt aldım ( öyle de bir sektör var; anında birileri ihtiyacın olan şeyi bulup eline tutuşturuveriyor) cumanın farzına niyetleniverdim. Ömrümde 5 vakit namazı bir araya getirebilmişliğim olmamıştır. Ara sıra ( epey zaman önce) alnımı secdeye koyasım gelmiştir. Ama en fazla 4 vakit… bir gün 5 vakit namazı bir tamamlasam…

Bir önceki yazımda “ Bu gemide ah ben de olsaydım” diyordum… şimdi ise alnım açık vicdanım rahat “oradaydım” diyorum. Evet. Cuma günü Beyazıt Meydanında şehidimiz Cevdet Kılıçlar abimizin cenaze namazındaydım… ve evet… söylüyorum, yazıyorum, anlatıyorum anlamıyorsunuz… “bırak filmleri kitapları… asıl hayata bak” diyorsunuz. Sanki hayat kitaplardan filmlerden daha gerçekmiş gibi…

Bektaşi bir gün camide namaz kılmaktadır. ( belki de imamın yokluğunda imamlık yaptırmışlardır) o kadar içten o kadar kendinden geçmiş bir halde kılar ki namazı… cemaat namazdan sonra “ Baba erenler, biz yıllarca hakkında yanlış düşünmüşüz, sen ne mübarek adammışsın” dediklerinde; Bektaşi: “ siz beni bir de abdestli iken göreydiniz” der. Evet Cuma günü ben de Bektaşi idim. Ama ömrümün en huzur dolu anı da o iki rekat abdestsiz kıldığım Cuma namazı idi…

Cuma namazından sonra cenaze namazı öncesi… sloganlar atılmaya başlandı… “ Kahrolsun İsrail!!!” başlığı altında toplanabilecek; gazetelerden, televizyonlardan, meydanlardan aşina olduğunuz sloganlar… bense… dudaklarımı bile kıpırdatamadım. “ Kahrolsun İsrail!!!” içimden şöyle diyordum sürekli… “ Allah’ım beni bizi doğrudan doğruluktan ayırma… doğru bilgiyi doğru davranışı göster… bilmiyorum şu an ne demem gerektiğini bilmiyorum, doğru sözün doğru niyazın doğru duanın ne olduğunu bilmiyorum.”

Bir yandan “ Gazze’ye özgürlük” istendi; bir yandan İsrail Kahredildi… bense iki arada bir derede… sadece “ Allah’ım doğruyu hakikati göster; doğrudan hakikatten ayırma” diyordum içimden…

İsrail’i kahredemedim; İsrail bendim çünkü… Gazze’ye özgürlük isteyemedim… Gazze özgürlük istemiyordu çünkü… İçimdeki Gazze- İsrail çatışması tekrar gün yüzüne çıkmıştı…

Kanaltürk’te çalışırken birisi sormuştu; “ Oruç tutuyor musun?” diye. Ben de “ Adım Ramazan soyadım Doyuk ben tutmayım da kim tutsun?” demiştim. Arkadaş eş dost olmasa çevremde; yemek yemeyi unutur giderim. “ Emanet” başlığı altında toplanabilecek şeylerden biri de “ beden” olmasına rağmen… neredeyse zorla yemek yerim, param pulum olsa da kendime bir çift çorap alamam v.s v.s…

İçimdeki İsrail’in Gazze’ye zulmü… Aç bırakır; sömürür, önceden gizlice şimdilerde açık açık biyolojik kimyasal silahlarla ( sigara) saldırır… yeri gelir İsrail sadece Gazze’ye saldırmaz çevresine de saldırır… “7 tane kız çocuğu… belki daha doğmadılar bile hiç görmedim onları… ikisini gömüyoruz… Üçüncüsünü gömüyorum…O sırada kız çocuğu konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor… bir şeyler anlatıyor. Hepsini gömmem lazım ya da gömmem gerektiği söylenmiş. Yaptığımdan pişman oluyorum… hala konuşuyor… toprağı açmaya başlıyorum çıkarmak istiyorum geri… toprağın içinde su gibi duran cam gibi duran saydam bir şey var onun altında bir boru… ordan nefes alıyordu ya da konuşuyordu konuşma devam ediyor ama kız çocuğu yok… ya hiç olmadı sadece ruhuydu konuşan ya da vardı… gömünce ölüme terk edince… bedeni gitti… sadece ruhu kaldı…”…

Kimleri ölüme mahkum ettiğimi; kimin bedeninin kimin ruhunun kaldığını bile bilmiyorum artık çevremde… ve bunun “ karşı taraf” ne yapmış olursa olsun… içimi, dışımı çevremi “ Gazze”ye çevirenin ben olduğumu…

Kahrolsun İsrail mi yoksa Gazze’ye Özgürlük mü?…

Not:  Yaklaşık 30 saat sonra... şadırvana ulaşamasam da... etrafta bol miktarda su satıcısı olduğunu... ve hatta o satıcılardan alınan bir şişe suyun en az yarısının cebimde olduğunu... hatırladım. Ne demiştik? " alışmadık kıçta don durmaz"... aradığın (su) uzakta erişilemez yerde ( şadırvanda) olduğu gibi aynı anda hem senin yanında ( cebinde) hem de yakın çevrende ( etraftaki satıcılar)dir...ve dahi... üçüncü halin "mümkün" olduğunun işbu...

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank