content

15 Nis

‘Kafakola’ İçmişler Bu Millete

Yenikapı'dan Marmaray'a, ondan da Kartal metrosuna bindim. Yenikapı-Kartal arası tam bir saat 15 dakika sürdü. Yerin onlarca hatta yüzlerce metre altından gittik. Kartal'a ulaştığımda ayakta durmaktan dizlerimin bağı çözüldü. Kulağımın biri ise yarım saate yakın işitmez oldu. Ruhen ve bedenen bunaldım.

Bu araçlarda insanlar karşılıklı oturuyor. Mahremiyet ve ona riayet eden neredeyse yok gibi. Siz sakındıkça da üstünüze üstünüze geliyorlar. Öyle hayâsızlar gördüm ki, kadınlara yakın olabilmek için üzerlerine üzerlerine yürüyorlar. Zaten Metrolar da metrobüs kadar kalabalık.

Genç yaşlı fark etmeksizin, gebe, hasta, ihtiyar demeksizin kimse kimseyi umursamıyor, yer vermiyor. Gençler oturacak yer bulmuşsa uyur gibi yapıyor. Telefonlar çekmiyor, yine de pek çok kimse başını eğmiş telefona bakıyor.

ALTI KÖSTEBEK YUVASI, ÜSTÜ BABİL'İN KULELERİ

Türkiye'nin en büyük şehrinin altı köstebek yuvası, üstü Babil'in kuleleri gibi olan İstanbul'u düşündüm. Üstü kibir, altı korkunç ve korkutucu tünellerle örülü şehir beni korkuttu ve ürküttü.

Onlarca/yüzlerce kilometre uzunluğunda, neredeyse elli metre genişliğinde, 10-15 metre yüksekliğindeki bu alanın toprağı nereye gitti/gidiyor? Burası için kaç milyarlarca dolar harcandı/harcanıyor ve harcanacak?

Ne uğruna? Kalkınma mı, batı ile yarış mı? 79 milyonluk Türkiye'nin yüzde 20'si İstanbul'da yaşıyor. Oysa İstanbul'un yüzölçümü, Türkiye'nin sadece yüzde 0,70'i kadar. Yani yüzde 1'i bile değil.

Yüzde bir bile olmayan toprakta, nüfusun yüzde 20'si yaşıyor. Yaşamıyor, yaşarmış gibi yapıyor. Hepsi yorgun, bitkin, mecalsiz ve ruhen veya bedenen hasta. Bu keşmekeşin yaşandığı her sıhhatsiz köşede bir hastane, her hastanede yüzlerce/binlerce oda. Hastalar bu odalarda yer bulmak için sıra bekliyor, torpil arıyor.

Aile bağları, konu-komşu ilişkileri, dostluk, arkadaşlık bitmiş. Karaya vurmuş balık gibi soluyan, yönünü şaşırmış, diyabet, damarları tıkalı, ciğerleri bitmiş insanlar oluk oluk dört yöne uçtan uca savruluyor her gün.

Geçenlerde bizi ekranlardan tanıyan bir arkadaş durdurdu yolda. Sivaslıymış. İnşaatlarda amelelik yapıyormuş. Memleketine neden dönmediğini sordum. ‘Çocuklar…' dedi.' ‘Ben çocukları ikna etsem de, anne babam gitmez' dedi.

Anne babası memlekette değil, İstanbul'da ölmek istiyormuş. Beynimden vurulmuşa döndüm. Sivas'tan kalkmış gelmiş. Emekli olmuşlar ve İstanbul'da ölmek istiyorlar. Üstelik mezar fiyatlarının daire fiyatında olduğu bu şehre gömülmek istiyorlar.

İnsan şaşkına dönüyor bu hâl karşısında. Bir memleket düşünün, kişi başına 10 km toprak düşsün, o ülkenin insanları rutubetli, güneş görmeyen, pis kokan ve üst üste bir binada ölümü bekleşsinler.

YAŞADIĞIMIZIN HAYAT OLMADIĞININ FARKINDA DEĞİLİZ

Osmanlı tokadı' isimli bir dizi vardı birkaç yıl önce ekranda. Orada yaşayanlar ‘kafakola' içiyorlardı, bu yüzden de kötülükleri göremiyor, hiç kimse iyi şeylere inanmıyordu. Bunu sahneleri espri olarak falan görmemek lazım. Gerçeği görmüş bir senarist veya yönetmenin yüzümüze çarptığı gerçekten başkası değil...

Hep birden hipnoz edilmişiz, yaşadığımızın hayat olmadığının farkında değiliz. Zira köylülük utanılacak bir hale dönüştürüldü. 18-20 yaşına kadar çocuklar zorla ‘okul' adı verilen bilinç kirletme, insanları mesleksiz bırakma, hiçbir işe yaramaz sözde bilgileri ezberletme işkence hanelerinde heba ediliyor. Taşımalı eğitim sayesinde köylerden alınıp, ilçe veya şehirlere taşınıyorlar.

Bayramda köye gittiğimde, son derece fakir bir yakınımın taşımalı eğitimle ilçeye götürülen iki kızının streç giydiğini, başlarını açıp tırnaklarını uzattığını, makyaj yaptığını gördüm. Artık köyde kalmak istemiyormuş bu küçük çocuklar. Köyden, anne babası ve dede-ninesinden utanıyorlar.

ESİR EDİLMİŞ KÖLELER GİBİYİZ

Şehirlerdeki bahçeli evler apartmanlara, yani rant ve kentsel dönüşüm adı altında -daha iyi yalan söylemek için- şimdilerde ‘yaşam merkezi' adı verilen çok katlı modern hapishanelere dönüştürülüyor. Singapur gibi topraksız kalmışız gibi, düşman başına TOKİ'miz köylere kasabalara bile çok katlı apartmanlar dikiyor. Batılılar gelse bu kadarını galiba başaramazdı

Sanki biz son savaşta esir edilmiş veya Afrika'dan kaçırılarak pazarlarında satılan mazlum köleler gibi yüksek binalarda üst üste istif ediliyoruz. TOKİ'yi bu hale getiren Erdoğan Bayraktar'ın başına gelenler, dilerim mevcut yöneticilere ders olur da ibret alırlar.

ZARURİ OLMAYAN HER BİNA, SAHİBİNE BİR VEBALDİR

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Bir gün, Rasülullah (s.a.v.), yanında biz olduğumuz halde gezintiye çıktı. Derken, etrafındaki binalara rağmen daha yüksek bir bina gördü: "Bu da ne?" diye sordu.

"Ensar'dan falancaya ait" dendi. Rasülullah (a.s.v.) sükût buyurdu, ancak binaya karşı içinden hoşnutsuz olmuştu. Bir müddet sonra sahibi geldi. Hz. Peygamber (a.s.v.)'e cemaatin içinde selam verdi. Rasülullah yüzünü çevirdi ve selamını almadı. Tekrar tekrar selam verdi ise de aynı şekilde davranarak selamını almadı. Adam anladı ki, Rasülullah kendisine kızgındır ve yüz çevirmektedir. Durumu arkadaşlarına açarak: "Allah'a kasem olsun, Rasülullah'ın bakışını iyi bulmuyorum. Hakkımda ne olupbitti bilemiyorum da" dedi.

Kendisine: "Gezinirken evini gördü. "Bu kimin?" dedi. Sana ait olduğunu haber verdik" dediler. Adam hemen dönüp, evine eklediği bölümü yıktı, öyle ki yerle bir etti. Rasülullah bir başka gün yine gezintiye çıktı. Evin üstüne eklenen yapıyı göremeyince: "Ek yapıya ne oldu?" diye sordu.

Kendisine olup biten gelişmeler haber verildi. Bunun üzerine Rasülullah: "Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir" buyurdu. (Ebû Dâvud, Edeb: 169/5237)

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Rasülullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Nafaka için harcananın hepsi, Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır yoktur.” (Tirmizî, Kıyamet: 41/2484)

EVDEN KİRA GELİRİ CAİZ Mİ?

İnsanlar gelirlerinin önemli bir kısmını ev kirasına veriyor. Kimisi en az yarısını, kimisi yarısından da fazlasını. Bu zulüm ve İslam bu zulme rıza göstermez. Pek çok kişi ise, ellerinde tuttukları meskenlerin kira gelirleri ve artan rantı ile alın teri olmaksızın servetlerine servet katıyor. Allah bundan razı olur mu?

Hanefi fukahası evlerden kira elde edilmesini pek caiz görmezmiş. Çünkü herkesin kendi evinde oturması arzu edilir. Kimse evsiz olamaz/olmamalı. Ev yapmak için toprak almak doğru değil, vergi almak da. Osmanlı'da olduğu üzere devlet ev yapmak isteyene bir defaya mahsus ücretsiz arazi tahsis etmeli.

Çözümsüz değiliz. Bunun için, artık merkezinde mabet, mektep, medrese olan, stres ve sıkıntıyı alıp götüren çınar ağaçlarıyla donatılmış yeni şehirler kurmamız şart. Ama İstanbul'a eklemlenmiş beton yığınlarından söz etmiyorum

Batıyı örnek alacaksak, bu Amerikan vahşetinin pazarlama vitrini olan Manhattan Adası'nı değil, New York'un varoşlarındaki tek katlı bahçeli evleri yahut İsviçre'nin, Almanya'nın, Fransa'nın insanca yaşamak için uyguladığı iki katlı bahçeli evleri olmalı.

İstanbul'u tümden, diğer şehirleri kısmen kaybettik. Allah için bari diğer şehirleri hepten kaybetmeyelim. Dünya Sağlık Örgütü önceki gün yaptığı açıklamada diyabetin Türkiye'de dünya ortalamasının 1,5 katı olduğunu duyurdu.  O halde ya acele çözüm ya da geleceği unutun gitsin. Ne iş yapayım diyene ‘inşaat' diyenler biliniz yatacak yeriniz yok ve ateşinize odun taşıyorsunuz!

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank