Kadir İnanır’la Söyleşi…
“Kırılan Varsa Kırılacak, Dökülen Varsa Dökülecek”
Zekeriya Eruzun: Son yıllarda Ordu veya Fatsa’ya yoğun bir ilgi gösterdiğinizi görüyoruz. Bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?
Kadir İnanır: Öncelikle bu noktada bir düzeltme yapalım. Bu bölgeye ağırlıklı bir yaklaşımım yok. Ben genel olarak Türkiye’nin her tarafını dolaşıyorum. Sizin bu gezilerimin hepsinden haberiniz olmayabilir. O nedenle sadece bu bölge için yaptığım ziyaretleri görüyorsunuz. Ben, Türkiye’nin her tarafından davetler alıyorum. Zaten gittiğim her yerde özel dostlarım da var. Bunu belli bir ölçümde dağıtmaya çalışıyorum. Bölgecilik karakterim olmamıştır hiç… Asla bölgecilik yapma gayretlerim de yoktur zaten… Ben bu ülkenin yurttaşıyım. Bu ülkenin her tarafını en az kendi memleketim kadar severim. Bu durum benim hayatımda edindiğim en büyük değerdir… Ne söylemimde, ne eylemimde bölgeci bir tavır olmamıştır. Bu ülkenin bir yurttaşı olarak, bu müthiş coğrafyanın içinde herkesi kardeş gibi gördüm. Bu ülkeyi ayrıştıran ve ayrıştırma çabası içinde olanlara tepkili bir tavır sergiledim.
“GELEN PROJEDE HALKIN SORUNLARI YOKSA KABUL ETMİYORUM”
Z.E: Sizi tanıdığımız kadarıyla, bu ülkede yaşanan her soruna ilgi duyduğunuzu gördük. Bu anlamda, bu güne kadar siyasete girme isteğiniz oldu mu? Bundan sonra da düşünür müsünüz?
K.İ: Siyaseti yapsaydım bundan otuz yıl evvel yapardım. Aktif siyasetin bir bedeli var. Siyasete girdiğiniz zaman müthiş bir çalışma ve tempo içine girmeniz lazım. Kaldı ki ben; işimde de, özel yaşamımda da, söylemlerimde de ülke sorunlarıyla ilgilenmeye çalışıyorum. Bir sanatçı tavrının, ülkenin bütün sorunlarının bilincinde olması gerektiğine inanıyorum. Böyle olmazsa saygın olamıyorsunuz zaten. Sadece işinizle ilgili kalırsanız, ancak o kadar ilgi görürsünüz. Bırakın sanatçı kişiliğimi. Türkiye’nin sorunlarıyla ilgilenen bir yurttaş olarak zaten bunu yapmak zorundayım. Herkesin de bu bilinçte yaşaması gerekir. Yoksa “Ben bu konularla ilgilenmem. Benim ilgi alanım budur” diye ayrılırsanız, o kadar yaşarsınız. Kaldı ki; ben bir sanatçının bu ülkenin sorunlarıyla ilgili, geleceğiyle ilgili ne kadar sıkıntısı varsa, bunların ortadan kaldırılması adına aynı zamanda bir savaşçı olması gerektiğine inanan bir karaktere sahibim. Bunu aynı zamanda bir yurttaşlık görevi olarak görüyorum. Bir anlamda aktif siyaseti de söylemlerimle, röportajlarımla yapıyorum aslında. Bir yıldır film çekmiyorum. Niçin? Çünkü söylediğim anlamda senaryoların içinin dolması için. İşte bu; senin sorduğun anlamda siyasetin karşılığıdır. Projelerde halkın sorunları yoksa kabul etmiyorum zaten. İşte bu bir siyasi tavır demektir. Böyle yapıyorum diye de alkışlanmak filan istemiyorum. “Bunlar, iyi insan olmanın gerekleridir.”, diye düşünüyorum.
“SİNEMADA EKONOMİK RİSK VAR”
Z.E: Türkiye’nin sorunları adına filmlerinizde işlemediğiniz her hangi bir konu kaldı mı? Özellikle bu anlamda işlenmesini arzu ettiğiniz bir konu var mı?
K.İ: O senaryolar geliyor. Fakat maliyetler öyle bir arttı ki; Türkiye’nin şimdiki ekonomik yapısında bir filme ayrılacak en az bir milyon doların çok büyük önemi var. Bir insan getirip de bir filme iki üç milyon dolar yatırdığı zaman, geriye dönüş anlamında bunun ekonomik riski var. Sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Üretim kaynağı ve film sayısı ister istemez düştü. Benim sinemaya başladığım yıllarda senede 350 film çekiliyordu. Şimdi bu rakam 50’ye düştü. Onun için olaya ekonomik açıdan bakarsak, film sektörü o kadar parlak bir iş kolu değil. İstediğin şeyler var olmasına rağmen üretime geçemiyorsun. Böyle bir sıkıntı yaşıyoruz.
KİTAP VE BELGESEL NE ZAMAN PİYASADA?
Z.E: Hayatınızı konu alan bir kitap yazıyorsunuz. Çalışmalarınız hangi aşamada?
K.İ: 1979 yılına kadar geldim. Bunun yanında belgeselim hazırlanıyor. İki saatlik bir sinema filmi haline getiriyoruz. Bu, profesyonelce bir iş. O nedenle, profesyonel bir ekip bu işle ilgileniyor. Kitabı da ben yazıyorum. Bu iki çalışma bittiğinde ikisini birden piyasaya çıkaracağız. Bundan sonrası kolay olacak. Çünkü çocukluğumdan bu yana gelen bilgiler, beynin gerilerinde kaldığı için o dönemin ortaya çıkarılması adına çok zorlandım. Hiç kimseyi karıştırmadan kendim yazdığım için yardımcı da almadım. Bu anlamda zor oldu ama, bundan sonra kolaylaşacak. Elimdeki arşivler kitabın daha rahat yazılması adına çok faydalı olacaktır. Sonuç olarak en fazla altı ay içinde bu iki çalışma da bitmiş olur.
“BUNUN HESABINI BİRİSİ VERMEK ZORUNDA”
Z.E: Kitabınız çıktığında çok kızanlar olacağını ama bunun sizin için önemli olmadığını ifade eden bir açıklama yaptınız. Bu açıklamanın nedeni hakkında bilgi alabilir miyiz?
K.İ: Bu kitapta söz konusu olan benim hayatımsa, orada yaşadıklarımı yazarsam dürüst adamım. Yani her şeyi süpürgeyle çalının altına atmak doğru bir şey değil ki. O zaman niye kitap yazıyoruz? Benim yaşadıklarımdan çektiğim acılar var. Bunun hesabını birisi vermek zorunda. Kırılan varsa kırılacak, dökülen varsa da dökülecek. “Denizde yüzdüm, geldim kuru fasulye yedim” şeklinde bir kitap yazmam zaten.
Z.E: Kadir İnanır’ın hayatı sadece bir kitaba sığabilecek mi?
K.İ: Sığmaz, sığdığı kadarını alacağız.
“BEN GİDİNCE TARTIŞMALAR BİTTİ”
Z.E: Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Heyeti Başkanlığı yaptınız. Festival sizin açınızdan nasıl geçti?
K.İ: İyi geçti. Geçtiğimiz yıllar hep tartışmalıydı. Ben gittim, bu tartışmalar bitti. Bir ilk olduğu için bu görevi kabul ettim. Çünkü ilk kez bir sanatçıya jüri heyeti başkanlığı teklif edildi. Amacım Antalya Film Festivaline destek vermekti. Üstelik bu yıl festival, Yeşilçam’ı yüceltme adına organize edilmişti. Bu anlamda kendi adıma güç vermek için gittim. Tartışma filan da olmadı.
“BİZ O’NA GEREKEN CEVABI VERDİK”
Z.E: Festivale katılan ünlü Amerikalı yönetmen Emir Kusturica’yla ilgili bir takım tartışmalara tanık olduk. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
K.İ: Türk halkının en büyük özelliği misafirperverliğidir. Sen bir adamı çağırdıysan, onu orada zor durumda bırakmayacaksın. Bu adam daha önce Bursa’ya gelmiş, İstanbul’a gelmiş, herkes alkışlamış. “Antalya’ya gelince mi sizi rahatsız etti?” diye de bir gerçek var. Bu adam, dünyanın en büyük sinemacılarından biri. Siyasi bir söylemde bulunmuş. Hata yapmış. Söyledikleri son derece yanlış şeyler. Yugoslavya’daki katliamı basite indirgeyen laflar etmiş. Yanlış konuşmuş ve bir safdillilikte bulunmuş. Buna rağmen bu adamın bir sanatçı olduğunu da reddedemezsiniz. Ondan sonra da adam gitti tabi. Ve hiç işin tadı kalmadı. Bu adam hata yapmışsa, suratına cevabını vurursun. Adamı niye tehdit ediyorsun? Yanlışlık orda. Ona yapılan tepkileri kim yapmış olursa olsun. Burada önemli olan misafirinizi nasıl ağırladığınızdır. Ya da çağırmayacaksınız. Madem böyle bir durum vardı niye çağırıyorsunuz? Medyanın bir kesimi bu olayı özellikle öne çıkardı. Adam da yanlış yapmıştı zaten. Gerekli cevabı biz ona verdik. Sonra da gündemden çıktı gitti. Giderken de tehdidini yaptı.
“ONLAR PARA SAYIYORLAR”
Z.E: Sizin kuşağınızdaki diğer aktörler şu anda sizin kadar ilgi görmüyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?
K.İ: Sen düşün bunun neye bağlandığını. Onlar başka iş yapıyorlar, para sayıyorlar. Biz hayatın içinde bu toplumun daha ileriye gitmesi için, daha güzelleşmesi için, insanların daha mutlu olması için çaba sarf ediyoruz. Toplumumuzda insanların kardeşliği ve dostluğu adına bana ihtiyaç olduğunu hissediyorum. Ben onlarla uğraşıyorum. Gittiğimiz her yerde kavgalar bir dakikada durur. Durması gerekiyor. Yoksa öyle başıboş bırakırsanız birileri olayları çok sertleştiriyor. Olan; geriden gelen küçük çocuklara olacak. Onlara mutlu bir dünya bırakmak için bir sanatçı kimliğiyle de sosyal yaşam içerisinde görevler üstleniyorum. Bu gün panellere gidiyorum, söyleşilere gidiyorum. Bu anlamda sayısız röportaj yapıyorum. Bir tek işim sanat yapmak olduğu için, iki işi birden götürmeye çalışıyorum. Bunu ben yapıyorum ama başkaları yapmak zorunda değil.
YENİ PROJELER VAR
Z.E: Yeni projeleriniz var mı? Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
K.İ: Dizi tekliflerinden bir tanesini prensipte kabul ettim. Televizyonla ilgili şartlarım var. Onların kabul edilmesini istiyorum. Bazı garantiler istiyorum. Yapım şirketi ve senaryo kısmını okeyledim. Televizyon da okeylerse on-on beş gün içinde başlayabiliriz. İki tane sinema projem var. Bunun yanında bir de Amerikalılar bu ayın sonunda Türkiye’ye geliyor. Çok büyük bir prodüksiyon. Bizim şartlarımızı kabul ettikleri anda her iş durur, zaten ona ağırlık veririz.
…VE FATSA KIVILCIM TİYATROSU’NA ÖZEL MESAJ
Z.E: Son olarak bizden bir soruyla söyleşiyi tamamlamak istiyorum. Bir sanatçı duyarlılığıyla Fatsa’nın ilk özel tiyatrosu olan Fatsa Kıvılcım Tiyatrosu’na mesajınız olacak mı?
K.İ: Tabi canım ne demek… Bir defa böyle bir sanat dalını seçtikleri için, sanatla uğraştıkları için Fatsa Kıvılcım Tiyatrosu’nda kim çalışıyorsa onların hepsinin gözlerinden öperim. Hiç morallerini bozmadan sonuna kadar sanat yapmaya devam etsinler.
Z.E: Çok teşekkür ederim.
K.İ: Ben teşekkür ederim.
**
NOT: Bana, bu röportajı yapmam için, gerekli koşulları sağlayan sayın Ferudun Cumhur Altuntaş’a çok teşekkür ediyorum. Z.E.