Kabul Edilecek Dua
Allah, kulu el açmasa da duyar. O bizim gibi sağır ve duyarsız değil. O, bizim gibi muhtaç ve ihtiyaç sahibi hiç değil.
O, hiçbir muhtaç sahibi kulunun dileğini de boş çevirmez. Ancak, Allah bana şunu bunu versin diye, sebeplere dayanmadan boş yere zaman harcayıp hiç durmadan yalvarıp yakaran lüzumsuz kullarından da hiç hoşlanmaz.
İstekte bulunan kul, yeterki O’na karşı ihlâslı ve samimi olsun. İşte o zaman Allah onun gözü, kulağı, eli, ayağı olur. Çünkü O, bütün yürekleri görür, atışlarını duyar. Ne isteyip ne istemediklerini, neye güç yetirip neye güç yetiremeyeceklerini bilir. Sanmayın ki O, bizim gibi biri. O, hem bir, hem diri. O, her bir diri kulun her ihtiyacını bildiği gibi, her ölü kulunun ruhununda neye ihtiyacı olduğunu bilir.
O, bizim gibi mal, mülk biriktirip, kimseye bir şey vermeyip, her şeyini kıskanıp saklayarak cimrilik etmez. O, bizim gibi başkalarına malıyla mülküyle övünmez. Onlara kapris yapıp, kıskandırıp çatlatacak hiçbir hal ve harekette bulunmaz. Çünkü O, Allah’tır. Akıl üstü bir varlıktır. O nedenle de Allah, hiç de senin benim düşünüp aklettiğimiz gibi bir varlık değildir.
Allah bizleri yarattı diye,anamız,, babamız gibi bizleri her isteğini yerine getirecek değil. Anamızdan, babamıdan ağlayıp zırlayarak hayırlı hayırsız zorla alıp elde ettiğimiz şeyler gibi, ondan da her istediğimizi alıp elde edemeyiz.
İşte hepimizin yanılgısı burada başlayıp, burada bitiyor. Dolayısıyla bu dönüp noktasını iyi ayarlayamadığımız için, bitmez tükenmez arzu ve isteklerimiz karşısında, ister istemez benliğimiz bizi burada, zaafa düşüp Allah inancımızı sorgulatıp zayıflatarak zaman içinde bitirip tüketmesinden korkuyorum.
Biz Allah’ı yanlış bilip, yanlış tanıyoruz. Başka bir gözle görüp, başka bir gözle bakıp, başka bir şey olarak görüyoruz. Başka bir gözle de hiç durup duraksamadan, verip vermeyeceğini hiç düşünüp akletmeden isteyip duruyoruz.
Sanki O, bizlerin anası, babası, arkadaşı, eşi, dostu, sevgilisi, işçisi, aşçısı vs. leri de, bizim kazanıp elde etmediğimiz herşeyi O, bize getirip verir.
Bu şekilde düşünüp hareket edenlerin Allah sonunu hayır getirsin. Çünkü biz Allah’ı hangi gözle görüp, hangi gözle bakarsak; hiç şüpheniz olmasın. O da bize, o gözle bakıp, o gözle görür. İşte bizler için asıl tehlike o zaman başlar. O zaman da insanlığın geleceği tartışılır duruma gelir.
Haşa…, Allah inancı biter. İnsanlığın sonu gelir.
Sorumlusu kim? Elbette bizleriz. Çünkü hiçbir şeyi düşünüp akletmeden konuşuyoruz. Her şeyi çok zor üretip çabuk ve kolay tüketiyoruz.
Kendimizi tanıyıp bilmediğimiz gibi, Allah’ı da hiç tanıyıp bilmiyoruz. Nasıl bir varlık olduğunu da hiç düşünüp akletmiyoruz. Onun için ne korkuyoruz. Ne de içselleştirip samimi bir şekilde seviyoruz. Sevgimiz hep isteklerimiz üzerine oluştuğundan verdiğinde seviyor, vermediğinde de sevip sevmemekte kararsızız. Çünkü okuyup öğrenip akledip düşünerek yaşamadığımızdan, içinde var olup yaşadığımız bu karanlık dünyayı da anlayıp kavramadan, cehalet içinde her gün bilinmeyen sona doğru koşup gidiyoruz.
Tıpkı bu dua işinde yaptığımız yanlışlıklar gibi, kulun yaptığı bütün hatalar, kusurlar, haksızlıklar, adaletsizlikler, zülümler, sömürüler, eziyetler, işkenceler Allah’tan bilinip, Allah’a maalediliyor. Çünkü biz, Allah’a bir kul gözü ile baktığımızdan, O’nuda kul gibi görüyoruz. Ondan sonra da hata ve kusurlarımızı her gün artırıp çoğaltarak peşi peşine sıralıyoruz.
Sonrada kusuru, suçu, kabahati kendimizde aramadan, hemen bir abhaneyle Allah’ı suçlu ilan diyoruz.
Nasıl mı?
Sanki Allah, öyle bir varlık ki, hiç acıması, şefkati, merhameti yok. Haksız, hukuksuz, adaletsiz, kulları arasında hiçbir eşitlik yok. Hepsini birbirinden faklı özellik ve zenginliklerde yaratıp var etmiş. Sanki O Allah, herşeyi bilmeden, herkesi birbiriyle yarışa sokup, herkesi birbirine karşı üstün zayıp yaratarak kasıtlı birbirine muhtaç etmiş. Dünyayı yaşanmaz. İnsanoğlununda içinden çıkamayacağı bir hale getirmiş. Sanki Allah, yaratıp var ettiği kullarına düşman. İnsanlık bu gün Allah inancını böyle algılıyor gibi geliyor bana.
Elbetteki Allah, kulunu deneyip sınayıp test etmek ve sonunda da başarısı oranında mükâfatlandırmak üzere yaratıp var etmiş olduğunu bilmemiz gerekir.
Ancak burada şunu kul iyi bilirse, işte o zamanda inanın dünyanın en büyük âlimi olur. Allah, hiçbir kulunun emeğini boşa çıkarmaz. Çalışıp kazanıp, hak edenin emeğinin karşılığını zerre miktar bile olsa onu hak edene verir. Hatta hak etmemiş olsa bile onu verdiği ömür süresince rızıklandırır. Buna karşılık iyi niyetle çalışıp çabalayan hiçbir kulunu bir lokma ekmeğe muhtaç edip ezmez. Ondan hiçbir zaman intikam almaz. Almayı da senin benim gibi düşünüp akletmez. O, çalışıp çabalayan, hayata tutunup yaşamak gayret göteren hiçbir kulunun onurunu kırmaz. O’nun emeğini zayi edip, alın terini boşa döktürmez. Hiçbir zaman hiç bir kulunu hor görüp, küçümseyip aşağılamaz. Hiçbir kuluna hak etmediği bir hayatı yaşatmaz. Azıcık çalışıp çabalayıp gayret gösteren hiçbir kulunu da bir başka kuluna muhtaç edip el açtırp yalvartmaz. Zaten bu şekildeki bir kulunun yalvarıp yakarmasından da kulundan önce O, hicap duyar. Bu olumsuz hareketi de kula yapılmış zulüm olarak görür.
Onun için O, haddini aşıp, haksızlık etmeyen hiçbir kuluna hak etmediği hiç bir cezayı vermez. Ona haksızlık edip, haksız yere ceza verip eziyet çektirmez. Çeken varsa, elbette, onunda vardır bir bildiği, bir sebebi deyip, insan kusuru kendinde arayıp kendinde bulacak. Kendini düzelirken, şükredip katlanmasını da bilecek. Kul hiçbir zaman Allah’ı suçlamayacak. Her suç ve kusuru kendinden bilecek.
Bunun dışında bir Allah inancı yok. Kul Allah’ı, bu şekilde bilip, bu şekilde inanacak. Çünkü Allah, senin, benim gibi cüzi bir akılla düşünerek yaşayıp varolan bir Allah değil. O zaten, senin benim gibi düşünüp yaşayan bir varlık olsa; işte O, zamanda O, kesinlikle bizim inancımıza uygun bir Allah olmaz. Senin, benim, onun gibi yaşayıp var olan bir kul olur.
O zaman da O’ndan dileyip istemenin hiçbir anlam ve manası kalmaz. Çünkü O, bütün mülkün tek sahibi. Tek hükümdarı. O’ndan daha zengin, daha güçlü, daha çok çömert, daha çok merhamet ve şefkat sahibi olan yok. O’nun gibi bu kadar çok sıfat ve özelliklere sahip yaratıp yok edici bir başka varlıkta yok.
Olmadığı için O, bir ve tektir. Bir, tek ve diri olan varlığın yanında hiçbir şey bitip tükenmez. O, size bir veya bin şey verse; size verdiği şeyden ne bir, nede bin eksilir. O, öyle bir Allah ki, bizlerin düşünüp akledemeyeceği kadar kuvvete sahip, büyük ve yüce olan akıl üstü bir varlıktır.
O, ol dedi mi? Her şey olur. Çünkü akıl, ilim, idrak, inanç ve güçün tümü O’nun. O, tüm fiil ve eylemlerin tek sahibi. İşte O, Allah; Bu güçlerin tümüne birden sahip olduğu içindir ki; O, ol dediğinde her şey o anda olur. Hem de hiç eksiksiz ve noksansız tam olur. Demek ki, haşaaa Allah’ı, Allah yapan bu fiil ve sıfatlarına bağlı oluşan eylemleridir.
Demek ki, Haşaaa Allah, bile Allah’lığıyla bu fiil ve sıfatlarına bağlı eylemleri harekete geçirmeden, haşaaa Allah bile, Allah’lığıyla olmasını istediği şeyleri yaratıp var edemiyorsa; O zaman bunların cüzisine sahip olan kulların nasıl dua edilip istenileceğini bundan sonra daha çok düşünüp akletmemiz gerekmez mi?
O halde bizler neden hala okuyup, öğrenip, düşünmeyi akletmiyoruz. Neden hala Allah’ın, bizlere verdiği bütün bu nimet ve hikmetlerin sırrını araştırıp öğrenmiyoruz.
Allah’ın neden, kendine ait olan akıl, ilim, idrak, inanç ve eylem gücünün oluşmasını sağlayan eylem fiil ve sıfatlarının bütününden bizlerede cüzi olarak vermiş olduğunu doğru, dürüst düşünüp akletmiyoruz.
Neden bize verdiği bu fiil ve sıfatları harekete geçirerek dünyayı mamur edip O’na layık kullar olarak, yeryüzünde insanca yaşayıp, onurlu varlıklar olarak varlığımızın sürdürülmesini sağlamayı düşünüp akletmiyoruz.
Bütün bu güzelliklerin oluşmasını, biz daha bu dünyada yaşarken, bizlerin daha güzel bir insan olup, sürekli daha güzel bir hayat yaşamamızı sağlayabilmemiz için bize verdiklerini neden daha iyi değerlendirip daha güzel yaşamayı düşünüp akletmiyoruz.
Neden ve niçin vermiş diye, neden ve niçin sorularını neden kendimize bir an önce sorup, neden ve niçin sorularının cevabını bir an önce öğrenip doğru olanı yaşamıyoruz.
Neden hep işin kolayına kaçıp, doğrudan sapıp, yanlış yapıp, yanlış yolda gidip, yanlış yaşıyoruz. Yoksa cehenneme kendimizden odunlar mı toplayıp taşıyoruz.
Neden işin doğrusunu öğrenip, adam olup, adam gibi yaşamaya çalışmıyoruz. Yoksa biz, Allah’tan herşeyi, daha mı? Çok iyi biliyoruz.
İşte buütün bu soruların doğru cevabı burada saklı. Allah’ın bizlere verdiği yukarda saydığım tüm nimet ve hikmetleri doğru dürüst kullanmayı öğrendiğimiz gün, Allah bize isteyip dilediğimiz her şeyi akıl, ilim, irfan ile idrak ve bilgimize dayalı oluşturduğumuz güc ve kuddretimiz oranında verecektir. Bu bağlamda da her şey istediğimiz gibi olacaktır.
Ama her nedense sürekli kendimizden kaçıyoruz. Kaçtıkça da sürekli doğrudan uzaklaşıyoruz. O nedenle de neden ve niçin sorularını biz önce kendimize soracakken, hep başkalarına sorarak insan olmamızın görev ve sorumluluğundan kaçıp inatla yerine getirmemeye çalışıyoruz.
Görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz gibi, varsa yoksa bütün eksik, kusur, kabahat ve suçlarımızıda hep başkalarının üzerine atarak hem işin çözümünü zorlaştırıyoruz. Hemde gitgide sorunun çözümünden her geçen daha çok uzaklaşıyoruz. Ya da iyice çıkmaza sokuyoruz.
Neden mi? Bazan haddimizi aşıp, bu soruları haşaaa Allah’a bile soruyoruz da. Her nedense kendimize sormayı bir türlü akıl edemiyoruz. Herhalde akıl edenlerinde doğruları söylemek işlerine gelmiyor. Yoksa bu gün koskaca İslâm âlemi bu halde olmazdıdüşünüyorum.
Neden ve niçin sorularını kendime sorup, kaldığım yerden yazıma devam edecek olursam; Bu güne kadar, her nedense milyarlarca insan gelip, geçti. Hiç birisi de bu güne kadar, neden? Ve niçin? Sorularını kendilerine hiç sormadıkları gibi, başkalarına sorup, doğru cevabı öğrenip, daha doğru bir hayat yaşamadan göçüp gittiler.
Halbu ki haşaaa, Allah‘a bile sorduğuğumuz bu soruları, ne zaman kendimize yöneltip sormayı akledip, düşünüp cevabını verip daha doğru bir hayat yaşamaya başladığımız gün, kendimizi ve bizi yaratıp var eden yüce Allah’ı daha iyi bilip tanıyıp öğrenmiş oluruz.
İşte o zaman bize takdir edip vermiş olduğu tüm nimetlerin cüzi de olsa nelere kadir olacaklarının sırlarını öğrenip, bilmenin hazzı ile hepsinin kadrini kıymetini çok daha iyi bilir, çok daha iyi değerlendiririz.
Bilip öğrenmenin verdiği hazla, sorunlarımızı her geçen gün daha kolay çözeriz. Bu gün isteyipte elde edemediğimiz birçok şeye, belki yarın akıl edip sebepleri yerine getirerek evvel Allah’ın izniyle de daha çabuk ve daha kolay ulaşır oluruz. Çünkü Allah bize verdiği nimet ve hikmetlerin doğru kullanılmasından daha çok memnun olacağı için bizlerin çalışıp göstereceği gayret ve çabaya rıza gösterip, hepsinin yerine getirilip bereketlerinin artırılıp çoğaltılmasını da sağlayacaktır.
İşte bu güne kadar Allah, bize hiç böyle anlatılmadı. Bize, Allah’ı öyle bir anlattılar ki, sanki O Allah, her yalvarıp yakarana ne isterse getirip verir. Yalvarıp yakarmayana da hiç birşey vermez. O’nu öyle bir yüce ilâh olarak değil de, Sanki O’da senin benim gibi sıradan bir varlıkmış gibi anlatıldı.
O, öyle bir varlık ki, akıl verip yarattığı her bir kulunun kendi kendine yeterli olup kendisi gibi yaratılmış olan hiçbir kula temel ihtiyaçlarda muhtaç olmadan dünyada tek başına kalsa bile yaşayıp varlığını sürdüreceğini her bir kuluna vaat edip rızkını da ona göre şartsız vermiştir. Bu bir kul için Allah tarafından hak olarak verilip tanınmış, en büyük yaşam, en büyük inanç özgürlüğüdür.
O, yaratıp var ettiği her varlığı severek yaratır. Sevmediği hiç varlığı yaratıp var etmez. Yaratıp var ettiği hiç varlığıda başıboş bırakmaz.
O hiçbir aşırılıktan hoşlanmaz. O hiçbir şeyin çoğundan sevinmez. Azından kaygılanıp üzüntü duymaz.
O verdiğine karşılık hiç kimseden bir şey beklemez. Çünkü o hiçbir şeye muhtaç değildir. Bize bazı hocalarımız el açıp dua ederken kulun yalvarıp yakarışından hoşlandığını, yok mu daha başka isteyen, istesin vereyim şeklindeki ifadelerin ben, yanlış ifade edilip yanlış söylendiğini düşünüyorum. Sebenin de yukarda arzettiğim akıl, ilim, idrak ve inançın birlikte oluşturacağı eylem, güç ve kudretten yoksun olacağı için bu şekilde bir söylemin Allah inancına uymayacak yanlış bir ifade olduğunu düşünüp söylüyorum.
Aksini söyleyenlerin de bilmeden hata yaptıklarını, hatta akledip düşünme yetisine sahip olanlarında günah işlediklerini söyleyebirim.
Çünkü O, her bir kulun başına, kendisine yetecek kadar akıl vermiş. O aklı, kullanan her kesinde dünyadaki bütün nimetlerden kısmetince elde edip yararlanacağını açık seçik beyan etmiş.
Peki bu aşamadan sonra, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah, neden kulun yalvarıp yakarmasından hoşnut olsun. Neden onu yalvartıp yakartarak aşağılayıp horlasın. Onun onurunu kırıp insanlıktan çıkarsın. O’nu kışkırtıp isyan ettirsin. Hiç böyle bir Allah inancı olur mu?
Sanki O, bir kul da, karşısındaki kendi gibi olan aciz ve muhtaç olan kulların yalvarıp yakarmasından hoşnut olup, duygularını tatmin edip mutlu olacak. Sonra da yalvarıp yakaran kulunu sevindirip mutlu etmek için kesenin ağzını açacak.
Bir kul gibi, hoşnut olup sevinen, mutlu olup coşan, kulunu yalvartıp yakarmaktan hoşnut olan, duygu hisleri olan, onları doyurup tatmin eden, hiçbir sebebe dayanmadan boş yere kulunu yalvartıp yakartan bir Allah, Allah olur mu?
Böyle bir Allah, Allah olmaz ama ne yazıkki, bizim kul kafasında olur. Çünkü tavuğun ufku kümesi kadar, insanın aklı ufku kadar olacağını bilmediğindendir.
Asker gibi hiçkimseden emir komuta almaz. Sen önce verilenin kadrini kıymetini bil, Kulluğunu yerine getir. Sonra vermez yada istediğin şeye güçün yetmezse; işte o zaman dua et, isteki, Allah’da senin kendi içinde bulunan içsel gücünü artırıp sana moral verip potansiyelini artırarak sana yeni ışık yaksın. Umut olup güç katsın. Yoksa Allah’ın eli, kolu yok sana yardım edecek. Ya da kul, boşu boşuna yalvarıp yakarınca, getirip sana verecek.
Korkarım bize, bu gidişle balık tutmayı değil, Allah diye birileri tarafından elimize tutuşturulmuş balığı yemeyi seven bir toplum oluşturmaya çalışıyorlar. Ama bilinçli, ama bilinçsiz bu istikamete doğru gidiyoruz. Çünkü insanoğlu bir damla sudan meydana gelmiştir. Meyillendirildiği her yöne akar.
Akmaması için insana başta akıl verilmiştir. Çalışıp çabalamadan, gayret gösterip, çaba sarf etmeden, hazırdan yiyip içmek için, bu gün insan olmanın kadrini kıymetini unuttuk.
Bu gün çalışıp çabalamayı, gayret gösterip, emek vermeyi, alınteri döküp, helalinden kazanıp, helallinden yiyip içmeyi unuttuk.
Bu gün hâlâ bilgisizlikten, kör cehaletten kurtulamadığımız için, insan olmanın haysiyetini kurtarıp insanlığı medeniyete taşıyamadık. İnsana ayakta kalıp dik durmayı, haysiyetli birey nasıl olunur. Nasıl onur kazanılıp, onurla yaşanılır öğretemedik.
Maalesef bu güne kadar bunun tam tersini yaptık. İnsanları onursuzluğa, tembelliğe, miskinliğe alıştırıp kolay yaşamı öğrettik. Ne yaptık, çalışmadan, sebepleri zincirleme birbirine bağlamadan, gerçek anlam ve manada hak edip Allah’a el acıp dua etmek yerine, basit ihtiyaçlarımızı bile gidermek için onun bunun eline bakmayı, dilenmeyi öğrettik. Hâlbuki Allah hiçbir kulunun onursuz olup onursuz yaşamasaından hoşlanmaz. Bunu öğretmedik. Ya biz ne yaptık, kuluna oku, çalış demedik, kulunu tembelleştirip onursuzlaştırdık. Allah’ın emirlerini anlamadık, peygamberini ya yanlış ya da işimize geldiği gibi anladık. İnsanı medenileştirelim derken, değerleri yıkıp, insanı insanlıktan çıkardık. Neye inanacağını bilmez ettik. Kısacası insanı akılsız, gönülsüz edip basitleştirdik.
Zaman içinde bu şekilde ilimden, irfandan uzaklaşıp basitleşen insan, duada sebepleri yerine getirmez oldu. Arzu, dilek ve isteklerin sonu gelmez oldu.
Korkarım, sebepler yerine getirilmeden, Allah’a el açıp yalvarıp yakarmanın sonucunda, elde edilemeyen dilek ve istekler insanların ümidini kaybedip Allah’ın varlığını sorgular hale getirmez.
Yine korkarım ki Allaha’ın hakkaniyetini, adaletini sorgulatıp insanları isyan ettirip inkâr edecek bir dini inanç sonucuna getirmez.
Din, insanların kolay yönetiminde en büyük etkendir. Ama maalesef bu gün dindar olupta güzel ahlaklı olan insan sayısı da bizi düşündürüp kaygılandıracak kadar az.
Bunun sorumluları; bu gün bize dini doğru öğretmeyen din adamları ile kendilerini dindar tanıtıp, dini cami avlusunda bırakıp her şeyi bize menfaatleri doğrultusunda yalan yanlış anlatıp doğrudan, Hak’tan uzak yaşamaya çalışıp inandığımız yüce değerleri ticarete döküp satıp tüketen herkes…
Okuyup Allah’ı tanımayan, peygamberi bilmeyen, dini doğru dürüst öğrenip anlayıp bilmeyen herkes, el açıp yalvarıp yakarmayı ya da çalışıp kazanmadan beleşten kolay yaşamayı marifet sayıyor. O yüzden de beklentideki insanların elleri açık havada, gözleri başkalarının kazancında, malında, mülkünde.
Bu şekildeki yanlış uygulamalar insanların dini inanç ve ahlaki reflekslerini azaltığından çalışıp kazanma yerine, birçoğunu havadan yaşamak için birilerinin atacağı bir tutam yemi yemek için pusuda / kahve köşelerinde bekleyen güvercinlere dönüştürdük.
İnsanlarımız, el açıp dua etmenin, Allah’tan bir dilek dileyip, bir murat elde etme olduğunu çoktan unuttular. Murat edip dilemenin, umut edip istemenin çok ötesine geçtiler. Her verilen bir lokmada zavallılaşıp güvercinleştiler. Bu beklenti içinde öyle bir hale getirildiler ki, sanki her el açıp yalvarıp yakarana herkes gibi, Allah’ta birşeyler verecek. Sanki bir kul gibi, Allah ona borçlu. Kesin istediğini verecek sanıp, saatlerce boş yere hiçbir haklı sebebe dayandırmadan el açıp yalvar yakar oluyor.
Ya sonunda ne oluyor derseniz, çalışmayan fakir bu şekildeki bir yaşantısıyla sonunda umudunu kaybedip iyice yoksullaşıyor. Topluma muhtaç hale geliyor. Sonrada tüm insanlığını yitirip itibarsızlaşıp rezil, rüsva oluyor.
İnsan, heva, heves ve arzularına uyup bir kere ipin uçunu kaçırdı mı? Hayat onu her yere sürükler. Onu herşeyi ister istemez yapıp etmeye zorlar.
Halbu ki, insanımıza okuyup yazması öğretilip, doğrular söylense, insan olup onurlu nasıl yaşanır baştan öğretilse, bunların hiçbiri olmayacak, kimse kandırılıp insanlıktan çıkmayacak. Hiç kimse cehalet içinde boş yere saatlerce zaman harcayıp yalvar yakar olmayacak. Zaman içinde kendine olan güvenini artırıp güç kazanıp bağımsızlaşacak.
Bağımsız olup insanca yaşamanın farkına varıp, hayatın tadını çıkarmaya başladıkça insan, Allah’a olan şükrü artar, inancı çoğalır.
Ondan sonra da çalışıp çabalayıp, gayret gösterip, alın teri dökerek helalinden kazanıp, helalinden yiyip içmeyi kendine meziyet edinir.
Allah, bu şekilde inanç ve meziyete sahip iyi niyetli hiçbir kulunun, çalışıp çabalayıp gösterereceği gayretini, harcayacağı zaman ve emeğinin karşılığını asla boşa çıkarmaz. Hepsinin karşılığını kat be kat fazlasıyla bereketlendirerek verir.
Demeki biz insanlarımıza şunu çok iyi öğretmemiz gerekiyor. Allah çalışıp kazanmayan hiç kimseye, hiçbir şey vermez. Çünk O, hiç kimsenin uşağı, hizmetcisi, işçisi vs. si değil. O, akıl verir. Öğüt verir.
O’nun öğütünü okuyup öğrenip, dinleyip tutan herkes, kendi eliyle çalışıp kazanır. Kendi eliyle de oturup yer, içer.
Yoksa bir lokma ekmeğe mutaç olup, inandığı tüm değerlerden uzaklaşarak, kendi varlığına göz dikilmiş kurulu tuzaktan habersiz, bir kuş gibi bir lokma ekmeği alıp yemek için beklemeye başlar.
Ne zamana kadar, bizim insanlık onurumuzun yıkılıp, bu onur üzerine inşaa edilen karşı tarafın yükseltisinin bize olan beklentisi bitinceye kadar…
Onun için önce sen, aklını kullan. Sonra da ne sen kullanıl, ne de o küçücük aklınla Allah’ı kullan.
Boş yere el, açıp yalvarıp yakarma. Çalış kazan ye…
15.02.2013
Cahit KARAÇ