“Jeepe Binen Türbanlı” ve “Otobüse Binen Başörtülü”
Abdestli Kapitalist ve Abdestli Sosyalist yaftaları!
Nasıl oldu da Marksist sol literatürü bizim bazı dindar ve entelektüel kimliklerimizin diline dönüştü? Kendi ürettikleri “Abdestli kapitalizm” yaftasının karşılığı olarak türetilen"Abdestli sosyalistler" kılıfı ile sırtlandıkları anlayışları nedir? Adaleti aradıkları bu sosyalizm rüyası, gerçekte bir kabusa dönüşebilir mi? Bu soruların amacı; korkakça bir kehanet peşinde olmak değil daha önce tüm dünyada görülmüş bir kabusu anımsamak!
Teorik bazı detaylarda ayrılsalar da sosyalizm ve komunizm her ikisi de özel mülkiyetten alıp toplumsal mülkiyete koymak için el koyabilme gibi kıstasları benimser.
Komünist Rusya’nın çöküşü, Çin’in devlet kapitalizmini hayata geçirişi, sosyalizmi uygulamış Küba, Polonya, Yugoslavya, Macaristan gibi ülkelerin çile ve acıyla dolu başarısız sistemleri Müslüman’ın elinde daha mı iyi olurdu?
İşte bu noktada; sahabeden bir örneği tekrar hatırlamakta fayda var.
Nisa, 4/20. 256 ayette bahsedilen “kantar kantar mehir” konusunda Mesruk’tan gelen bir rivayete göre , bir gün Hz. Ömer cemaate şöyle seslendi: Kadınlara vereceğiniz mehirler kırk ukiyeden fazla olmasın . İsterse Zu el-Asaba -yani Yezid b. el-Husayn el-Ha-risi’nın kızı olsun. Her kim bundan daha fazla mehir verecek olursa, bu faz¬lalık beytü’l-mal’e konulacaktır. Kadınların bulunduğu taraftan uzunca boy¬lu burnu bir parça basık bir kadın kalktı ve: Senin böyle bir şeye yetkin yok¬tur, dedi. Hz. Ömer, “neden?” diye sorunca kadın şu cevabı verdi: Çünkü yüce Allah: “Onlardan birisine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan geri hiçbir şey almayın.” (en-Nisa, 4/20) diye buyurmaktadır. Bunun üzeri¬ne Hz. Ömer dedi ki: Bir kadın isabet etti, bir adam da yanıldı.
Bugünün İslamcı devrimci, antikapitalist tanımlamasını kendilerine uygun gören kesim, tam da Hz. Ömer gibi düşünen ve davranan bir tavırla okuyor Kuran’ı Kerimi… Adaletin timsali kabul edilen Hz. Ömer de sosyalizme uygun bir karar vermiş ve fazla olanı hazineye almak istemiş. Lakin yanıldığını anlayınca Hz. Ömer hakkı teslim edebilmiştir.!
Örnekle netleşen bir hakikat var ki ; Kuranı Kerim kadınların mal edinimleri ve biriktirmeleri hususlarını, miras ve mehir gibi konuları ayrıca belirler. Kuran-ı soldan okumak tabir edilen bu algıya, Kuranı sadece erkekçe okumak kısmını da ekleyebiliriz. Sadece kadının malı kısmında değil, genel manada da Kuran kişisel mülkiyeti yasaklamaz ve sınırlandırmaz.
Bugün için populist fikir akımlardan kurulan çelişkiler yumağını birbirimizin boynuna dolamak, kavramlarla boğulmaktan başka bir sonuca götürmeyecek görünüyor. Bu yazı aslında 1 Mayıs için yazılabilirdi. Fakat riyakâr karşı koyuşlar sergilemek değildir, bu yazının gayesi… Nitekim hepimizin tevhid arayışında olduğuna inanıyorum. Aslında bu karşı koyuşun hiyerarşik, eşitsiz, kutuplaştırıcı değerlerin yükselmesine bir itiraz olduğunu düşünüyorum. Pratikte din, iktisat, siyaset ve hukuk değerleri ahlaki ve dini temeller üzerine oturtulurken, eksiklerimizi birbirimizi yaftalayarak değil, duyup anlamaya çalışarak tamamlayabileceğimizi umut ediyorum. Belki de safın tekiyim.
Yine de devam edeceğim. Mesela abdestli kapitalist yaftasını “jeepe binen türbanlı” üzerinden tanımlamak ne kadar yerinde bir tespittir, tekrar düşünelim. Ben; neden jeepe bindiklerinden çok, neden jeep üretebilecek mühendislik eğitimine ve kabiliyetine asırlardır sahip olamadıkları ile daha çok ilgiliyim aslında … Açıkcası bu araçlardaki üstün arazi kabiliyeti gibi mühendislik harikası özelliklerin; örtülü bir kadının zihninden çıkmış detaylar olması maalesef imkânsız! En önemli sorun bu olmalıydı aslında ama bir an için unutalım.
Önce şunu hatırlayalım; İslam’a göre ;
- Üretim “ihtiyaç” esaslı olacak
- Çalışan için hak ve adalete azami dikkat edilecek
- Adil ve insaflı kazanç elde edilecek
- Emeğe saygı sermayenin önünde olacak
- Tüketimde, israf, gösteriş ve lüks olmayacak
- Servet; Zekât, isar, sadaka ile paylaşılacak şekilde kurumlaşacak
Günümüz dünyasında en çok eleştirilen nokta olan tüketimde israf, gösteriş ve lüks olmayacak kuralı gereğince düşünmek ve elbette dikkatli olmak gerek! Fakat bu kuralı üretimde en iyiyi tasarlamak ve mühendislik kabiliyetini yükseltmek anlayışını, katledecek bir algıya dönüştürmekten de sakınmamız gerekiyor. Müslüman toplumların gelişmesine engel olan uyuşukluğa sebep olacak bir mantık geliştirmek fayda değil ancak zarar getirir. Halen bütün İslam toplumları özellikle de mühendislik alanında tüm Avrupa ülkelerinden geridir! Geri kalmaya mahkûm etmeyiniz! “Jeep’e binince mühendislik zekâları mı gelişecek! Peh! Gelişmez elbette!” Fakat ileri teknolojiden, ileri mühendislik aygıtlarından ne kullanırsanız kullanın, şayet doğru amaçla ve akıllıca kullanabiliyorsanız zihniniz gelişiyor demektir. Kullanım gayeniz sizin sosyal ve vicdani muhayyilenize kalmıştır. Nitekim bugün kahrolası kapitalizmin ürünü bilgisayarlarınızı kullanırken, kimileri zihnini boş işlerle geriletirken, kimilerinin de bilgi ve yüksek iletişim devşirerek geliştikleri de bir gerçektir. Bir zamanlar bilgisayar başına oturmuş örtülü kadın da kimilerince pekâlâ komik karşılanıyordu! Neyse bunu da bir kenara bırakalım.
Kim ne için Jeep’e biner, bilemem. Ama dağ bayır demeden, tabiatın her noktasına ulaşabileceğim bir aracım olmasını isterdim. Kırları, dağları, tepeleri aşabilmek, seyrine doyum olmayacak manzaralara varabilmek için isterdim. Belki orada harika bir şiir yazarım ya da hoş bir manzara resmederim,olamaz mı? İşte en iyiyi üretmek arzusu ve çabası da böyle başlar medeniyetlerde, koşullara teslim olmamakla! Jeep olması şart değil! ( Yaptığım mizah ve izah yeterince gülünç gelmeyebilir, en azından içinizden birkaç kişi eleştirilerin kadın üzerinden üretilmesinin de bir o kadar berbat bir mizah olduğunu anlayabilir. ) Tam da bu noktada sınıflaştırma literatürünün de saçma yollarla gerçekleştirildiğini düşündüğümü ifade etmeliyim. Amaç traji komik sınıflaştırmalar yapmak olduktan sonra, nitekim Jeep binen türbanlı ile otobüs binen başörtülü arasında daha birçok sınıf vardır. Chevrolet binen, Fiesta binen vs. vs.
Gelelim asıl sorulara…
Üretme ve yaşamsal zorluklara, insanlığa fayda sağlama tutkusu mu? Yoksa sınırsız tüketme ve güç tutkusu mu?
Sanatsal ve estetik bir görsellik mi ? yoksa Gösteriş ya da Kibir mi?
Osmanlı döneminde yapılan birçok yapı ve sanat eseri de ortaya koyduğu estetikteki ihtişam ve görkem ile lüks kabul edilebilir. Bu üretimler; gösteriş ve israf gaye edinilerek mi yapılmıştı? Bu lüksü inşaa eden Osmanlı , o eserlere küçük kuşların hakkını dahi düşünerek onlara da küçük sırna köşkler eklemiştir. Ayrıca Osmanlı’nın vakıf kültürü ise ayrıca bir yazıya konu olacak kadar derindir. Osmanlı Devleti’nde toplumun bazı ihtiyaçlarının karşılanması zenginlerin kurdukları vakıflara bırakılmıştır. Tarihin seyri içinde vakıflar sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık, sanat, mimari, ulaşım ve bayındırlık alanlarında çok önemli roller oynamıştır. ( Biliyorum ki, kahrolası Osmanlı diyerek lafa girecek birçok Müslüman da var. Yiğidi öldürdünüz, bari hakkını yemeyin. Bu hizmetleri yapmışlar mı? Yapmışlar! )
Buradaki kaotik yapı bize şunu söylüyor. Önceliklerinizi neye göre belirlediğinizdir, insanı ahlaklı veya ahlaksız yapan! Hatta medeniyetleri başarılı ya da başarısız yapan! İhtiyaç ya da gerekli olan nedir? Siz neye göre sıralıyorsunuz? Toplumsal fayda gerçekten nasıl sağlanır? Çünkü İslam’ın karşı çıktığı, bizatihi zenginlik değil, üretim, tüketim, dağıtım süreçlerindeki sapmalar ve adaletsizliklerdir. Üretimin önüne yüksek tevazuuyu koyan, gelişmiş dünyanın araç ve aletlerini kullanma cesaretinin önüne gerikalmış ama elindekiyle yetinme teslimiyetini önceleyen, adalet için Müslümanı Müslümana karşı kışkırtan bir merhametsizliği benimseyip, gayrimüslüm olsun yahut solcu olsun yeterki benim gibi konuşsun (?) mantığını önceleyen intikamcı İslam algısı nereye götürecektir?
Çağa iz bırakan Müslüman liderlerden “İhvanı Müslim” ( Müslüman Kardeşler ) kurucusu Hasan Elbenna’nın hayatından bir kesit ile sözlerimi tamamlamak isterim. Beslendiğimiz ideolojilerin kurucusu ve mihmandarlarını anlarken, kaçırdığımız küçük detayların ne kadar elzem olduğunu belki de tekrar hatırlayabiliriz.
Müslüman Kardeşlik neydi?
Birgün tebliğ çalışmaları için Şebin’ül Kum denilen bir bölgeye gitmişlerdi. Akşam yemeği vakti geldiği zaman tüm heyet üyeleri camide hasır üzerine oturdular. Her grubun önünde kızarmış yumurta dolu mütevazi birer tabak vardı. O sırada yanlarında oldukça varlıklı ailelerden gelen ve rahata alışkın İhvan üyesi yeni kişiler de bulunuyordu. Benna, onların bu basit taşra yemeklerini yemede zorlanacaklarını bildiğinden, o bölgenin yerlisi bir arkadaşını çağırarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Az sonra o kişi kızarmış bir tabak et ve bir tabak üzümle çıkageldi. Arkadaşlarının her birinin tabiatını ve alışkanlığını bildiği için onların yetişme tarzına uygun davrandığını herkes bildiğinden, kimse bu ayrıcalığa itiraz etmedi. Birbirlerine gülümsemekle yetindiler. ( Hasan Elbenna sayfa 103-104 Ahmet Emin Dağ )Yok artık daha neler. Varlıklı iyisini yiyecek de diğerleri ne buldularsa onu yiyecekler, Hasan Elbenna , halt etmiş diye de anlayabiliriz. Mısır halkını İngiliz esaretinden kurtarmak, şeref ve haysiyet dolu bir hayata taşımak için İslam’ı tekrar anlatarak bu yolda ömrünü feda eden bu insanın yaptığını ; kardeşlik için aynı sofraya oturmak, gerçek kavgalar varken Müslüman kardeşini ötelememek ve tevhid için asıl gerekenleri öncelemek olarak da anlayabiliriz.
Bunca ilerlemeye rağmen biz hala geri kalmış bir toplumuz. Birbirimizle soğuk savaş cepheleri açmak hiçbirimizi muzaffer kılmaz.
Muhabbetle kalınız.
Not : Gelecek yazı ; Gösteriş ve Lüks merakımız ve hatalarımız üzerine olacaktır,inşallah.