İznik Ayasofyası Niçin Müze Değil de Cami Oldu?
Osmanlı fetihlerinden sonra başta İznik, Edirne, Kırklareli, İstanbul ve Trabzon’da ki Ayasofya Kiliseleri aynı isimle camiye çevrildiği gibi, Yugoslavya/Ohri, Yunanistan/Selanik, Bulgaristan/Sofya’da da Ayasofya adı ile bilinen kiliseler cami yapılmıştır. Bu uygulama çok eski bir İslam geleneğidir. Fethedilen bir şehirdeki Gayrimüslim ibadethanelerinden en büyük olanı camiye çevrilir diğerleri sahiplerine bırakılır ve karışılmazdı. En büyük ibadethanenin camiye çevrilmesi ise, o beldeni İslam egemenliğine girdiğini bir sembolü olarak kabul edilirdi. Diğer ibadethanelerine karışılmadığı, dini özgürlükleri de garanti altına alındığından dolayı Gayrimüslimler de bu uygulamaya fazla tepki göstermezlerdi. Çünkü en büyük ibadethanelerini vererek diğerlerini kurtarmış olarak hem de her türlü dini özgürlüklerinin garanti altına alınmış olması onların tepkilerini büyük ölçüde azaltan bir uygulama idi.
Türklerin İznik’e gelmeleri Türkiye/Anadolu Selçuklu Devletinin kurulması ile başlamıştır. Çünkü bu devletin kurucusu olan Süleyman Şah İznik’i 1078’de fethederek kendisine başkent yapmıştır. Birinci Haçlı Seferi esnasında şehri ele geçiren Haçlılar burayı yeniden Bizans’a teslim etmişlerdir. Bu olaydan 231 yıl sonra İznik Orhan Gazi döneminde 1331’de fethedilmiştir. İznik’in tam ortasında bulunan ve M.S. 8. yüzyılda yapılan 7. Ekümenik Konsil Toplantısına da ev sahipliği yapan Ayasofya Kilisesi hemen camiye çevrilmiştir. Aşıkpaşazade tarihine bakılırsa, Orhan bey, “ulu bir kiliseyi cami, bir manastırı da medrese yapmıştır.” İznik Ayasofya Camisi, “Cami-i atik” diye de adlandırılmıştır. Kiliseden camiye çevrilen Ayasofya’nın mimarisine ciddi bir müdahalede bulunulmamış ancak Kanuni döneminde (1520-1566) büyük bir yangın geçirmesi üzerine Mimar Sinan tarafından mimarisi esaslı bir şekilde değiştirilerek adeta yeniden yapılmıştır. Evliya Çelebi’de Seyahatnamesinde Ayasofya için: “Çarşı içinde üzeri kurşunla örtülü bir minareli büyük bir mabet” diye söz etmiştir.
İznik Ayasofya Camisi XVIII. Yüzyılın sonunda harabe halini aldığını yabancı seyyahlardan Joseph Von Hammer 1804’te İznik’e uğradığında şahit olduğunu belirtmiştir. Ayasofya’nın terk edilmiş hali 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Ayasofya’nın içi “sarmaşıklar ve yeşilliklerle kaplanmıştır.” 1935’te Alman Arkeoloji Enstitüsü elemanları bazı çalışmalar yapmış 1953’te ise içinde biriken toprak tabakası Müzeler İdaresi tarafından temizlettirilmiştir.
2007’de Vakıflar Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyon çalışması tamamlanan İznik Ayasofya Camisi 6 Kasım 2011 günü Kurban Bayramı Namazı kılınarak yeniden ibadete açılmıştır. Caminin mülkiyeti Orhan Gazi vakfına aittir. İznik Ayasofya Camisi’nin 1922’den itibaren müze olarak kullanıldığı iddialarına karşılık Bülent Arınç: “İznik Ayasofya Camisi hiçbir zaman Müze olarak kullanılmamıştır” diye açıklamıştır. Alman Arkeoloji Enstitüsü elemanlarının çalışmaları ve Müzeler İdaresi tarafından 1953’teki çalışmalar da İznik Ayasofya Camisinin olağan bir müze olarak kullanılmadığını göstermektedir. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müzeler arasında “İznik Ayasofya Müzesi” diye yer alması ilginç bir durumdur. Turizm Bakanlığı bürokratları belli ki bu camiyi çoktan müze olarak envanterlerine kaydetmişlerdir. Turizm Bakanlığı bürokratları yüzlerce yıl cami olarak kullanılan bir yeri acaba hangi hak ve yetkiyle müze olarak kaydetmiştir?
İznik Ayasofya Camisinin yeniden cami olarak ibadete açılması eski bir tartışmanın da yenilenmesine neden olmuştur. Bazı çevreler önceden kilise olan bu tür yerlerin ya eski sahiplerine yani Hıristiyanlara ibadet yeri/kilise olarak verilmesini ya da müze olarak kullanılmasını büyük bir heyecanla savunmaktadır. Bu çevrelerin iddiaları “Bulgaristan /Yunanistan gibi ülkelerdeki camiler de aynı şekilde cami olmaktan çıkarılıp kilise dönüştürülürse iyi mi olacaktır?” diye özetlenebilir.
Bu iddialar pek inandırıcı değildir. Bir defa İznik Ayasofya Camisi’nin geçmişi dikkate alındığında, onun bu güne ulaşması öncelikle Mimar Sinan’ın tamiratı ile mümkün olmuştur. Osmanlı döneminde böyle bir restorasyon müdahalesi olmasaydı İznik Ayasofya’sının kalıntıları günümüze ulaşabilir miydi? İznik’in tarihte geçirdiği depremlerde dikkate alındığında bu sorunun cevabı: İznik Ayasofya’sı kalıntıları günümüze kadar ulaşamazdı şeklinde olacaktır. Bir İslam geleneğine bağlı kalarak, bir şehrin Osmanlılar tarafından fethedilmesi halinde Hıristiyanların yalnızca en büyük ibadethanelerinin/kiliselerinin camiye çevrilmesini doğal karşılamak gerekir. Çünkü İznik örneği öğreticidir. İznik’i ilk defa Süleyman Şah fethederek orada cami/medrese hatta kendisi için saray yaptırmıştır. 1097’de Haçlıların eline geçen İznik’ten hiçbir eser Osmanlılara intikal etmemiştir. Haçlılar İznik’i ele geçirdiklerinde şehirde bulunan bütün Müslüman Türkleri de katletmiştir. Benzeri bir uygulamayı Osmanlılar orada meskun olan Hıristiyanlara karşı yapmamıştır.
Bilinen nüfus mübadelesinden sonra İznik’te yerleşik Hıristiyan Rum nüfusu kalmamıştır. Osmanlı restorasyonu ile ancak bazı unsurları günümüze kadar ulaşan Ayasofya’nın yeniden cami olarak değil de kilise olarak ibadete açılması halinde İznik’te bu yapıda ibadet edecek Hıristiyan nüfus bile yoktur. İznik’teki Konsil toplantısı nedeniyle Hıristiyanların burayı gelip ziyaret etmelerine cami olması engel midir? Başta Selimiye ve Sultan Ahmet Camileri olmak üzere turistlerin ziyaret ettiği binlerce cami varken İznik Ayasofya Camisini de ziyaret etmelerine hiçbir engel yoktur.
Balkan ülkelerinde Osmanlı döneminde yapılan camilerin bu gün ayakta kalanları ancak istisna denilecek düzeydedir. Üstelik Balkan ülkelerinde başta Bulgaristan-Makedonya olmak üzere, hatırı sayılır ölçüde Müslüman nüfus yaşamasına rağmen, Osmanlı camilerinin bir kısmı yıkılmıştır bir kısmı da kilise yapılmıştır. İznik Ayasofya camisi iddia edildiği gibi 1922’den beri müze ise, İstanbul Ayasofya Camiside 1934’ten beri müze yapılmış olmasına rağmen Balkan ülkelerinde ki camilerden kaçının yıkılmasını veya kiliseye çevrilmesini engelleyebilmiştir?
Cami sevmez, müze meraklısı çevreler “kendimizi Yunanlıların/Rumların yerine koyalım, empati yapalım” diyerek İznik Ayasofya’sının Cami olarak ibadete açılmasına itiraz etmektedirler. Bu çevreler zaten sürekli olarak kendilerini Hıristiyanların/Rumların yerine koyarak düşünmektedirler. Ömürleri hep bununla geçmektedir. Bir kere bile olsa kendilerini Müslümanların/Türklerin yerine koyarak düşünmemektedirler. Hep Hıristiyanların yerine empati yaptıkları için Ayasofya’nın cami yapılması da bu çevreleri çok rahatsız etmektedir.
Ayasofya’nın cami yapılmasında en çok duyulan itirazlardan birisi de “namaz kılacak başka cami mi kalmadı?” türünden duyulan basit gerekçelerdir. Bu çevreler zaten uzun bir zamandan beri Türkiye’de camilerin çokluğundan şikayetçidir. Cami sayılarının azaltılması en büyük isteklerindendir. Halkın kendi parası ile cami yaptırması bunları son derece rahatsız etmektedir. Halbuki Ayasofya’nın cami olması tarihin gereğidir. Orada Müslümanların egemenlik haklarının bir parçasıdır. Göstergesidir. İznik’i fetheden Orhan Gazi Vakfının bir mülkü olan Ayasofya elbette cami olacaktır. Kilise olması Orhan Gazi adıyla bağdaşmaz. Organ Gazi orayı kendisinin bir vakfiyesi olarak camiye çevirmişken kim hangi hak ve yetkiyle orayı cami olmaktan çıkararak müze yapabilir? Oranın cami olmaktan çıkarılması kimleri sevindirir? Hıristiyanları. Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması kimleri üzer? Müslümanları. Türkiye’de Sol-Kemalist çevreler Müslümanların rağmına ve onları mutsuz ederek/üzerek Hıristiyanları memnun etmeyi bir varlık nedeni gibi görmektedirler.
Ayasofyaların cami olmaktan çıkarılması bir utanç nedeni olmalıdır. Tarihe ve tarihi birikime, mirasa sırt çevirmenin utancı olmalıdır. Milletin iradesinin rağmına yapılan bu tür işlerden haz duyanlarda utanmalıdır. Burasının Yunanistan/Bulgaristan olmadığını bilmelidirler. Ayasofya’nın cami yapılmasından memnun olan hanımlara “kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi” nin hatırlatılması da utanç vericidir. Kadınlar kendilerine bu hak verilmiş diye camilerin kilise olmasını/müze olmasını mı savunacaktır? Sahi kadınlara ne zaman seçme ve seçilme hakkı verilmiştir? Bütün millet için, iyiyi/doğruyu yalnızca bir kişinin, bir partinin bildiği ve tayin ettiği dönemlerde Türk kadınları neyi ne zaman seçme hakkına sahip olmuştur? Yüz sene önce ölüp gidenlerin seçtiklerine bu halk bu gün bile itaate mecbur sayılıyorsa kadınlar hangi hakkın sahibidir? Kadınlar tek parti döneminin bitmesinden sonra bütün bir milletle birlikte bir narkozdan uyanmaya başlamıştır. Kadınların uyanması, “celladına aşık olma” değil, celladını fark etmedir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren bir Arap-İslam yönetimine itirazla, Türkiye’de tek parti döneminin despotluklarına itirazı eşitlemek için bir akıl tutulması yaşamak gerekir. Tek parti döneminin özlemleri ile aklı tutulanlar, Arap despotlarına öykünerek onların kanlı sultalarının devamı için heyecanlanmakta ama o despotlara karşı özgürlük mücadelesi veren kadın-erkek Müslüman Arapları ise basite almaya çalışmaktadırlar.
Tek parti dönemi tiryakileri, Türkiye’deki İslami/demokratik gelişmeleri “kadını eve hapsetme çabaları olarak” görmeye programlanmıştır. “Medeni Bilgiler” gibi akıl ve bilimden uzak kitapların şartlandırmaları/teorileri onları hala o nokta da tutmaktadır. Kadın yalnızca Sol/Kemalist jargona şartlanırsa, bir aygıt gibi o masalları tekrarlarsa nasıl özgürleşecektir? Nasıl birey olacaktır?
İznik Ayasofya Camisi, müze olursa Türk turizmine ve İznik’in gelişmesine de katkıda bulunur iddialarının bir ciddiyeti var mıdır? Bu iddia sahiplerine göre “İznik Ayasofya camisi 1922’den beri müzedir.” Bu süre içinde İznik ne kadar gelişmiştir? Gelişmeyi Turizme bağlayan anlayış, sömürge hizmetkarı bir anlayıştır. Sömürge hizmetkarı olan anlayışın kendisini Hıristiyanların/Rumların yerine koyarak düşünmesi, hep onlara göre düşünmesi de kaçınılmazdır.
Cami sevmez çevreler, İslami/Demokratik gelişmelere engel saydıkları mahallelerde yetişenlerin demokrat olamayacağı gibi bir nakaratı da cilalamaktadırlar. Demokratlığa engel diye ezberledikleri mahallelerin toplam nüfusa oranı % 70-80 oranındadır. Zaten bu kafanın sorunu bu halk iledir. Sömürgeciler gibi bu halkın değerlerine muhaliftirler. Halkı demokrasiye bile engel bildiklerine göre, hangi halk ile demokrasi idaresi kurulacaktır. Sınıf mücadelesinden, işçi sınıfının bütün topluma egemen olması paranoyasından gelerek Kemalizm’e sarılanların bu halka da demokrasiye de muhalif olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Ne yazık ki özlemini duydukları toplum modeli artık müzelik olmuştur. Belki de bu çevrelerin bu kadar müzeci olmalarının asıl nedeni budur.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
1-Atsız, Aşık Paşaoğlu tarihi, MEB Yayınları, İstanbul 1992.
2-Ekrem Hakkı Ayverdi/İ.Aydın Yüksel, Osmanlı Mimarisi, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976.
3- Joseph Von Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, Çeviren: Mehmet Ata, Kapı Yayınları, İstanbul 2008.
4-Mevlana Mehmet Neşri, Cihannuma/Neşri Tarihi, Çamlıca Basın Yayın, İstanbul 2009.
5-Saim Ülgen, İznik’te Türk Eserleri, Vakıflar Dergisi 1, İstanbul 1938.
6-Semavi Eyice, Ayasofya Camii, TDV İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1991.
7-Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, YK Yayınları, İstanbul 2010.