İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar…(!)
Yaaa, ne demezsiniz…Millet olarak bir tuhaf toplum olduk.Bugün Cumhuriyetimizin kuruluşunun 85. yaş yılı.Yurt geneli kutlama törenleri var.Resmigeçitler…Asker ve polis yürüyor..Rap, rap, rap…Başka…Başka bir şey yok..Oysa bu bayramlar böyle mi kutlanmalı?
Milli Bayramlar.
Tüm insanlarımızın, mesleki ve sınaî örgütlerin, tüm kesimlerin, halkın katılımı ile daha çoğulcu bir şekilde kutlanması gereken çok anlamlı bayramlar. 29 Ekim, 19 Mayıs, 23 Nisan… Bu bayramlar çok, ama çok önemli bayramlar… Peki… Gereken önemi veriyor muyuz? Bence hayır. Hem de bu hayır lafını ve fikrini tam 15 yıldır haykırıyor ve yazıyorum. Sonuç… Fasaryadan kanarya… Netice yok. Bu milli bayramları ULUS olarak aynı bilinç ve şuur içinde, sevgi, saygı, kardeşlik duyguları içinde, yurtta sulh cihanda sulh düşüncesi ile kutlamamız gerek. Ama olmuyor. Biz halen eften püften meseleler ile meşgulüz. “Onun arabası var, güzel mi güzel… Şoförü de var, özel mi, özel.. Bastımı gaza gider mi gider…” Ya da; “Yatağıma gel…” İşte toplum olarak ağzımıza dolanan 10–15 yıllık şarkılar bunlar… Gerisini siz anlayın artık… Eğitimde geri kalmışız, Sağlıkta çile çekiyormuşuz, Yokluk ve yoksulluk yakamızı bırakmıyormuş, işsizlik çığırından çıkmış, üretmeden tüketen olmuşuz… Kimin umurunda bunlar… Ülkenin ana sorunları üzerinde çözüm üreten, sosyal barışı ve toplumsal mutabakat ve uzlaşıyı sağlayacak olan esaslar üzerinde fikir üreten yok. Çalışana çelme atmak, yürüyeni tökezletmek, başarana kulp takmak yaşayanlarımızın birinci asli vazifeleri olmuş. Oysa aydınlık bir gelecek, daha iyi, çağdaş ve uygar yaşanılası bir ortam, eşit ve hakça bölüşülen, adil ve tarafsız hizmetlerin oluşması ve gerçekleşmesi, el birliği gönül birliği, yürek birliği ile mümkün. Birbirimize burun kıvırmadan. Küçümsemeden. Hoşgörüyü elden bırakmadan.. Aklımızla yüreğimizin harcını birbirine katarak paylaşmak durumundayız, hatta zorundayız. Ama bakın. Halen 30 sene geçti PKK ile uğraşıyoruz. Ne bitmez mesele imiş (!) Bu ülkenin doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi ile bir bütün olduğunu ve üzerinde yaşayan insanlarımızın da etnik köken, din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmaksızın hepsinin kardeş, akraba, aynı can ve beden olduğunu bu millete adam gibi öğretmek gerekiyor. Geçmişten bu yana, bu kavgaların; yani, sağcı solcu, alevi suni, ülkücü devrimci, Türk Kürt… Bunların temelinde bizim geri kalmışlığımız yatıyor. Her alanda ve her mecrada.. Eğitimde, kalkınmada, sanayide, teknolojide, sağlıkta… Başı Eğitim. Bu millete dününü, bugününü ve yarınını adam gibi anlatacak ve aktaracak, tarihini öğretecek, atasının dedesinin nasıl çile çektiğini bu günlere kolay gelmediğimiz anlatacak bilgi sahibi insanlara ve eğitime ihtiyacımız var. Neyi paylaşamıyoruz biz? Bu ülkede, Kürt kökenli General, Başbakan, Bakan, milletvekili, devlet görevlisi, genel müdür, müsteşar, doktor, ebe, hemşire….Aklınıza ne geliyorsa, yok mu yani? Var.. Peki, öyle ise dert ne, kasavat ne, amaç ne, kim kaşıyor bu meseleyi yıllardır, ne için, kim için, niye bir türlü bitmiyor, meselenin özü ne? Niye birlik ve bütünlüğümüze helal getirecek hadiseleri körüklüyoruz? Yazık.. Bu millete yazık. Yiten giden, onca zamanımıza yazık.. Her şeyin kolayını bulmuş yaşıyoruz. Kolaycı bir millet olmuşuz. Kural, kaide, yasa, yönetmeliği delmenin yollarını hemence buluveriyoruz. Toplu yaşamanın gereklerine uyum sağlamamak için her yolu mubah sanan bir zihniyet hâkim olmuş. Ülkenin geleceği, insanımızın geleceği, evlatlarımızın yarını ve devletimizin geleceği hususlarında ise; aman bana ne, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, benim işim mi, diyerek işin içinden sıyrılıveriyoruz. Yanlış. Hepimizin ortak işi, ortak sorunu… Sıkışınca ise herkes bir yere sarılıyor. Kimisi bayrağa, kimisi Atatürk’e, kimisi yüce yaratana…. Meselenin özü burada gizli zaten.. Başımız sıkışıncaya kadar. Rahatladık mı, yine aynı düzene devam. Olmuyor. Sıkışınca hatırlamak iyi bir ahlak değil. Önemli olan sıkışmadan hatırlamak.. Bayrağı’da, Atatürk’ü de, Yaratan yüce mevlayı’da.. Şimdi TV’yi açtım. Bayrağımız ve Atatürk görüntüsü dalgalanıyor, ekranın bir köşesinde. Ve çalan marş’da şu:“İzmir’ in Dağlarında Çiçekler Açar”Bir müddet öyle dinledim ve izledim. Marş aklıma geldi. Küçükken ilkokulda coşku, gurur ile içimizde büyük bir heyecan ile söylerdik.İşte o mısralar;“İzmir’ in Dağlarında Çiçekler Açar” İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşman yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşaİzmir’in dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Canım feda olsun güzel vatana
Türk oğluyum ben ölmek isterim
Toprak diken olsa yatağım derim
Allahtan utansın dönenler geri
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa
Aradan yıllar geçti. Biz büyüdük. Kirlendi dünya, kirlendi her şey. Duygular, düşünceler, paralelinde yaşam… İzmir’in dağlarında artık çiçekler açmıyor. Öyle umarsız, arsız, hoyratça kirlettik ki her şeyi.. Çiçekler; açacak yemyeşil alanı, doğayı ortamı bulamıyorlar. Ekolojik dengeyi yok ettik. Baltanın girmediği, kazmanın vurulmadığı, kepçenin girip didik didik etmediği, birbirinden ecüş bücüş mimari estetiği olmayan beton yığınlarının bina, ev diye dikilmediği alan kalmadı. Kent merkezleri, yerleşim yerleri, sahil bantları, dere kenarları, köyler ve beldeleri bırakın, şimdi yaylalar dağlar elden gidiyor. Bu acımasızlık ve bu vurdumduymazlık ile gelişen ticari kaygı ve rantiyecilik açacak çiçek koymadı. O yüzden İzmir’in dağları başta olmak üzere, yurdumuz genelinde artık dağlarımızda çiçekler açmıyor. Açamıyor.Bu gün 29 Ekim….Çok önemli. Eğer Cumhuriyeti seviyorsak, Eğer Bayrağımızı seviyorsak, Eğer Vatanımızı, milletimizi, insanlarımız seviyorsak, Ve eğer gerçekten Atatürk’ü seviyorsak… Bunlar lafla olmamalı. Belirli zamanlarda marşlar okuyarak olmamalı. İcraatla olmalı. Yaşam tarzı ile olmalı. Doğaya, yaşama sahip çıkarak olmalı. Birbirimize husumet beslemeden, sevgi, saygı ortamının yeşermesi için; nasıl ki sevgi ve saygı tohumlarının küçük yaşta içimize serpilmesi gerekiyorsa ve bunun başı da, minicikken aile, sonrasında Eğitim öğretim ise, Geleceğin var olması da, doğaya, toprağa, ağaca, bitki örtüsüne sahip çıkma ile olacaktır. Yoksa, her 29 Ekim’de gelin hep birlikte;“İzmir’ in Dağlarında Çiçekler Açar” diyerek marşı tekrarlayalım. Bu aymazlıkla, bu vahşice yok ettiğimiz doğal ortamda çiçek açar mı? Söyleyin açar mı?Kalın sağlıcakla.
güzel birşey
Mayıs 22nd, 2009 at 19:43