İstiklal Marşı ve Kaybolan İstiklal Ruhu
Sizi bilmem ama ben İstiklal Marşı’nı dinlerken tüylerim diken diken olur. O zor zamanlar, İstiklal Harbi’nin o ölüm kalım sahneleri bir film şeridi gibi geçer gözlerimin önünden… Birçok insanın geleceğe dair umutlarının dumura uğradığı, İstiklal Savaşı’nın o en şiddetli günleri… Düşman Polatlı’ya kadar gelmiş, Ankara’ya çok yaklaşmıştır. Başkentin düşme ihtimaline karşı hâl çareleri aranmakta, yönetim merkezinin Kayseri’ye taşınması düşünülmektedir. İnsanların yüzünde bir korku ve endişe ifadesi hüküm sürmektedir.
Böyle zor bir durumda, millete heyecan ve inanç aşılamak için bir Milli Marş oluşturma fikri baş gösterir. Ortada bağımsız bir vatan olmasa da bağımsızlığın timsali olabilecek, bu duyguyu yüreklere nakşedebilecek bir millî marş yazılmak istenmektedir. Bunun bir yazıyla bütün şairlere duyurulmasına karar verilmiştir. Bu şairler arasında o dönemin inançlı isimlerinden Mehmet Akif de vardır. Fakat vatanını canından çok seven ve bunu somut gayretleriyle gösteren Mehmet Akif, yarışmanın ödüllü olması nedeniyle bu işe sıcak bakmaz. Zira varlık sebebimiz olan bu vatana parayla marş yazmak ona göre iş değildir.
Mehmet Akif aslında maddeden fakir bir durumdadır; sırtına giyecek bir paltosu bile yoktur. Arkadaşının paltosunu ödünç alarak Ankara sokaklarında dolaşmaktadır. Mevcut durumu böyle acıklı olsa da, duygularını para karşılığı satmak ona şık gelmemektedir. Marş dediğin para aşkıyla değil, hiçbir maddî çıkar gözetmeden vatan aşkıyla yazılır. O yüzden ilk yarışmaya iştirak etmez. Yarışmaya gönderilen 724 şiirden hiçbiri İstiklal Marşı olabilecek yeterlilikte görülmez. Bu işin organize edilmesinde görevli olan, o zamanın Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver kara kara düşünmektedir. Yeni hâl çareleri aramaktadır.
Üstat Mehmet Akif’in bu yarışmaya katılmayışı Hamdullah Suphi’yi derin derin düşündürür. Akif’e gider ve yarışmaya iştirak etmeyişinin sebebini sorar. Yarışmada verilecek mükâfatın tek engel olduğu öğrenilince bunun için yeni çözüm yolları bulunur. Bu sefer Mehmet Akif marş yazmaya ikna olur. İstiklal Marşı’nı yazmak için Taceddin Dergâhı’nda adeta inzivaya çekilir. Her anında bu marşı düşünür ve zihnine mısra mısra yerleştirir. Gece gün demeden tarifi imkânsız bir duygu yoğunluğu içerisinde İstiklal Marşı’nı yazar. Aslında o, kurtuluş konusunda şüpheleri olmayan, zafere inancı tam olan bir insandır. Bu yüzden millî marşı yazmak onun için hiç de zor olmaz. Duygularını aruzun kalıplarına yerleştirmek için sadece disipline eder, belli bir şablona oturtur. İçindeki zafer inancını kelimelerle resmeder.
Malumdur ki Mehmet Akif, İstiklal Marşı’na “Korkma” hitabıyla başlar. Zira o sıralarda insanların çoğu korku, telaş ve endişe içerisindedir. Bazıları pes etmiştir bile… Düşmanın yakın bir zaman içerisinde önce Ankara’yı, sonra da bütün ülkeyi işgal edeceği korkusu vardır. Akif böyle düşünmemektedir. Zaferin pek yakın olduğuna inanmaktadır o… Halka bu konuda teskin edici, ümit verici sözler söylemektedir. Onun içindir ki İstiklal Marşı’nın ilk kelimesi “Korkma”dır. Bunu somut bir nedene bağlayarak ikinci dizede bu güvenin ve cesaretin gerekçesini belirtir. Son ocak tüttüğü müddetçe vatanın savunulacağını söyler. Bu sözler dudak ucuyla söylenmemiş, inançlı bir yürekten bir volkan gibi yayılmıştır:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir
Bugünün gençleri İstiklal Marşı’nı söylerken acaba o duyguları yaşıyorlar mı? Buna müspet cevap vermek çok güçtür. Zira okullarımızda İstiklal Marşı’nın büyük bir coşkuyla söylenmediğini, rutin bir eylem olarak tekrarlandığını üzülerek görüyoruz. Ne yazık ki yarınlarımızın teminatı olan gençlere bu istiklal ruhunu hakkıyla kazandıramadık. Bu, son derece acı bir durumdur. Çocuklarımız bu millî duyguları kazanmadıkça, özümsemedikçe yarınlarımıza güvenle bakamayız. Gençlerimize öncelikle bu millî ruhu kazandırmalıyız.