İstemeyi Neden Bırakıyoruz?
Hayatımızda bazı şeyleri yapabildiğimizi görmek ne kadar sevindiriyorsa, bazı şeyleri yapmak isteyip yapamadığımızı görmek de bir o kadar kahredici. Hayatta yapmak istediğimiz o kadar çok şey var ki… Birkaç kez deniyoruz, birkaç kere daha… Sonra bakıyoruz olmadı, vazgeçiyoruz. İçimizde o şeye karşı bitmeyen bir yapma isteği varken ve o şeyin gerçekleşmesine duyduğumuz ihtiyaç sonsuzken bırakıyoruz. Çünkü ümidimizi kaybetmiş oluyoruz çoğu kere.
Kendimizden ümidimizi kestiğimizde, sahibimize ve sahibimizin bizim için yazdığı kadere kızmaya başlıyoruz. En sonunda da her şeye kızan kendisiyle bile geçinemeyen kızgın ve küskün ruhlara dönüşüyoruz.
Oysa elimizde yapabilme gücü değil, verileceğine dair sonsuz bir güvenle isteme, daima isteme yeteneği var sadece. Ve sahibimizin vermemesi diye bir ihtimal yok.
Evet, vermemek diye bir şey yok. İstemeyi isteten, vermeyi istediği için istetmeye devam ettirmektedir. İstenilen şeyin verilmemesi, istediğimiz varlığın acziyetinden kaynaklanır ki olmadığı için veremez. Oysa evrenin yaratıcısı için böyle bir durum muhaldir, mümkün değildir.
O zaman sorun bizde. Verilmediğini düşünerek kızıyorsak, verildiğini görmediğimiz içindir.
Veriyordur ama verdiğini ben kendime göre başka bir şekil belirlemiş olduğum için fark etmiyor olabilirim. İlle de benim istediğim zamanda, benim istediğim şekilde, benim istediğim kadar veriyorsa “İstediğim oldu.” diye bir yanılgıya düşmüş olabilirim. Oysa bu insaniyetin hakikatine aykırıdır. Ben ihtiyacımı bilirim ve isterim; nasıl vereceği, ne kadar vereceği, ne zaman vereceği tamamen O’na kalmıştır.
Mesela bir tohumu toprağa attığımızı düşünelim. Her gün suladığımız halde, her sabah kontrol ettiğimizde “Yine büyümemiş, yine vermedi!” desek haksızlık etmiş oluruz. Çünkü tohum toprağın altında önce şişmekte, sonra çatlamakta, sonra filiz vermeye başlamaktadır.
Biz “İstediğimi vermiyor işte, daha ne kadar sulayacağım?” sitemleri ederken O, istediğimizi istediğimiz anda vermeye başlamıştır aslında. Ama bizim belirlediğimiz şekilde değil, yaratılış sistemi içerisindeki belirlenmiş şekliyle…
Eğer burada umudumu yitirip “İstediğimi vermiyor!” diyerek sulamayı bıraksam ve kızmaya başlasam, tohuma, toprağa ve dahi hayata kızsam, geri çekilsem, ne kadar da yalan içinde yalanı yaşarım, düşünün.
Eğer hayata her uyandığımız gün şevkle uyanmıyorsak ve isteklerimizi birer armağan ve sahibimizin bizimle kurduğu birer ilişki kanalı olarak görmüyorsak, ümitsizlik girdabında yuvarlanmaya başlıyoruz. İsteyen fakat istedikleri olmadığı için istemeyi bırakan zavallılara dönüşüyoruz.
Adını koymadan istemek, zamanını belirlemeden istemek, nasıl verileceğinin hesabını yapmadan istemektir bizim görevimiz.
İstemeyi bir bağlanma yolu olarak görmek, en önemli isteğimize ulaştırıyor bizi çoğu kere: istediğimiz her şeyi verebilecek olana, yani Sahibimize…
Ait olduğumuzu her hücremize kadar hissederek yaşıyoruz, istemek yakınlaştırıyor, istemeyi bırakarak ümitsizce savrulmak ise uzaklaştırıyor.
Bazı isteklerimiz var ki onların bu dünyada tam anlamıyla karşılanma olasılığı yok. Onların tam olarak karşılanma yeri, buradan sonra gideceğimiz yerde.
Ölümsüzlük isteğimiz mesela… Burası ölümsüzlüğü istemenin yeri ve istediğimiz anda verileceğinin müjde yeri, ama tam olarak verildiği yer değil! Ya da tüm sevdiklerimizle her zaman hep beraber olma isteği...
Bu istemek de bu dünyada tam olarak gerçekleşebilecek bir istek değil. Sevdiklerimizin hepsi bir yerlerde, bazıları diğer tarafta, bazıları uzakta, bazıları istese de gelemeyecekleri konumda. Ama bu bizim istememize engel değil ki.
İstemek değil insanı sıkıntıya düşüren, istediğine ulaşmayacağını zannetmesidir. İstemek bağlayıcı, yakınlaştırıcı ve verileceğine mutlaka inançla istendiğinde sağaltıcı bir duygudur.
Anne karnındaki bebeğin gözleri var, elleri var, ayakları var; fakat göreceği manzaralar yok, tutacağı cisimler yok, yürüyeceği alan yok. Ama bebek belli ki dünyaya hazırlanıyor. Belli ki görmeyi, tutmayı, yürümeyi isteyecek ve o an anne karnında bu istekleri gerçekleşmese de gerçekleşeceği yer o daha istemeyi bilmediği bir zamanda dahi hazırlanmış ve onu bekliyor.
Aynen bunun gibi, bazı isteklerimiz, biz daha burada isterken ve isteklerimize hazırlanırken, fakat isteklerimizin burada karşılığı yok sanarak ümitsizliğe düşmek üzereyken yardım geliyor ve bu duygularımızın karşılanacağı bir yerden bize haber veriyor. O zaman kulaklarımızı bu habere açabiliriz. İsteklerimizle diğer dünyanın ne kadar bağlantılı olduğunu görerek şaşırmaya ve daha şevkle yaşamaya yeniden niyetlenebiliriz.