İşte Türkiye Gerçekleri!..
Günümüzde bankadan kredi almak için müracat etmeyen sanırım yok gibidir.
Bugün hangi bankaya giderseniz gidin, 3 kuruş kredi talebinde bulunursanız, karşılığında ahret sualleri ile karşılaşmamanız mümkün değildir.
Neredeyse, 7 göbek sülalenizi bile soruştururlar.
En başta gelir beyanı isterler doğal olarak.
Ardından, talep ettiğiniz krediye göre, eviniz var mı, arabanız var mı, soruları birbirini takip eder.
Yok eğer, talebiniz 10 bin ya da 20 bin YTL’nin üzerindeyse, eviniz varsa evinizi, arabanız varsa arabanızı ipotek altına alırlar.
Amaç, aslında kredi vermek değil, vermemektir.
Çünkü, size yıllık yüzde 15’ler civarında bir kredi vermek yerine, yüzde 20 ile devlete vermek, bankaların da işine gelmektedir.
Baksanıza iç borçlanma ile ödenen faizler 400 milyar dolar sınırına ulaşmış bile...
Böylesine bonkör bir devlete kim kredi açmak istemez ki?
Hem ana paranız garanti altında, hem de verdiğiniz kredinin faizi tıkır tıkır geri ödenmekte!..
Bu yüzden kim vatandaşın 3 kuruşluk tüketici kredisi ile ilgilenir ki?
Bankaların “Şu kadar faizle para veriyoruz” aldatmacaları da, bankacılığın cilvelerinden başka bir şey de ifade etmez üstelik.
Tabii tüm bunlar, sade vatandaş için geçerlidir.
Yok eğer, devleti yöneten iktidara yakınlığınız varsa, her şey değişir.
Bu kez devlet bankaları sizin önünüzde kuyruk oluşturur, “Allah aşkına gel sana kredi açalım!..” diye.
Hele bir de, başbakan ile yakın bir ilişkiniz, hısımlığınız veya akrabalığınız varsa, kredi muslukları sonuna kadar açılır ve artık ne kadar doldurabileceğiniz de sizin insafınıza kalmış olur.
Süleyman Demirel döneminde de böyleydi, rahmetli Turgut Özal döneminde de, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz döneminde de aynı şeyleri yaşamadık mı?
Onların döneminde olanlar, Recep Tayyip Erdoğan döneminde neden yaşanmasın ki?
ATV ve Sabah gazetesinin satışına bakar mısınız?
Çalık Grubu, devletin parası ile 1.1 milyar dolar talep ediyor ve ihale de üzerinde kalıyor.
Vakıflar ve Halk Bankası’ndan aldığı kredi tutarı 750 milyon dolar!..
Her biri 375’er milyon dolar destek veriyor...
150 milyon dolar ile KDV’yi de lütfedip, Çalık Grubu katıyor, geri kalanı da Katar’dan geliyor.
Böyle alış verişe can kurban.
Üstüne üstlük, 3 yılı ödemesiz 10 yıl vade ile.
Hem de, KOBİ kredisi statüsünden.
Ne ala memleket değil mi?
Esnafa gelince üç kuruş kredi için inim inim inleten Halk Bankası, söz konusu başbakanın yakın tanıdığı olunca, alabildiğine bonkör bir davranış içerisine giriyor.
Aslında, burada ne kadar esnaf örgütü varsa, hepsinin isyan etmesi gerekir diye düşünüyorum, ama dikkat ediyorum bugüne kadar hiçbirinin sesi dahi çıkmadı.
Hayret!..
Demek ki, onların da ya çıkacak sesi kalmadı, ya da “Burası Türkiye” deyip, kendilerine görülen uygulamayı kabullenmekten başka bir çıkar yol görmüyorlar.
Tüm bu yaşananları görünce, insan ister istemez “Neden ben de böyle bir ihaleye girmedim!..” diye hayıflanası geliyor, ama başbakan ile herhangi bir yakınlığımız olmadığı için de, ayrıca bir pişmanlık duyuyorum!..
Yoksa, koskoca bir medya devinin sahibi olmak işten bile değil!..
Demek ki, boşuna söylenmemiş “Kaderde varsa üzülmek(!), neye yarar üzülmek” sözü.
Sonuçta, öyle de böyle de, yarın bir gün bankaların verdiği bu kredilerin geri dönmemesi durumunda, daha öncekilerinde de olduğu gibi tüm yük gariban vatandaşın sırtına yüklenecek.
Eh, bu arada Çalık Grubu da atı alıp Üsküdar’a geçmiş olacaktır.
Medyanın gücüyle, birkaç milyar dolarlık iş yapınca, artık gazeteye televizyona da gerek kalmayacak nasıl olsa...
Gerisini de millet düşünsün...
Hep diyorum, bir kez daha diyeceğim, bize müstehak... Millet olarak, biz akıllanmadıktan sonra, sırtımıza semer vuran daha çoook olacak...
Hafta sonu, CHP olağan kurultayını yaptı ve değişmez lider Deniz Baykal, bir kez daha değişmeyeceğini göstererek, “Ölene kadar CHP’nin başındayım” mesajını milletin gözünün içine baka bakar, tekrar genel başkanlık koltuğuna oturdu.
Herhalde, Türk demokrasisi için, hatta ve hatta sosyal demokrasi için ders niteliğinde olacak bir olağan kurultay oldu.
Baykal’ın kurultayda yaptığı konuşmayı dinlemişsinizdir.
Neredeyse baştan sona iktidara giydirdi.
Sanki, her salı günü Meclis’te yaptığı grup toplantılarında giydirmiyormuş gibi.
Değişik ne söyledi ki?
Saatlerce konuştu, grup toplantılarında söylediklerinin aynısını tekrarladı.
Sanki, vatandaş bilmiyormuş gibi.
Şunu yaptım, bunu yaptık, seçilirsem bunu yapacağım türünden konuşma hiç dikkatimi çekmedi doğrusu.
Asıl benim takıldığım, Türkiye’de yüzde 10 barajını eleştiren bir partinin, kendi genel başkanlık yarışı için en az 250 delegenin imzasını şart koşması. Neden?
Demek ki, Deniz Baykal’ın bir korkusu var ki, böyle bir şartı getiriyor ve kendisine de rakip çıkmasını istemiyor.
Sevsinler böylesine sosyal demokrat bir genel başkanı.
Ne kadar muhalifi varsa, yönetimin dışında bırakarak, bir yandan tek başına parti içi iktidarını pekiştirdi, diğer yandan da olası genel başkan adayı olanlara büyük bir göz dağı daha verdi.
Sorarım, bir zamanlar Sovyetler Birliği’ni idare eden politbürodan ne farkı var CHP yönetiminin?
Hepsi suratsız ve 70 yaşın üzerinde olan abuk adamların yönetimini kendine örnek almış anlaşılan Deniz Baykal ve şürekası.
Kaldı ki, kendini seçtirebilmek için başta il ve ilçe teşkilatlarında yaptıkları, yenilir yutulur cinsten değil.
Bir kez daha anladık ki, bu CHP biz yaşadığımız sürece iktidara falan da gelemez. Aslında gelmemesi de çok iyi olur...
Öyle ya, kendi partisinde faşizan bir tutum sergileyenler, iktidarda neler yapmaz ki?